ALİ ÇANKIRILI
"O DAHA ÇOCUK, KENDİ BAŞINA KARAR VEREMEZ"
‘Sorumluluk’ kelimesi bize ne anlam ifade ediyor?
Bir başka deyişle, sorumluluğunu bilen bir çocuktan neler bekleriz?
İlköğretim dördüncü sınıfa giden bir öğrencinin
annesi çocuğuyla övünürken şöyle diyordu: "Benim oğlum sınıfının birincisidir.
Derslerini bitirmeden içi rahat etmez. Sözümüzden dışarı çıkmaz. Nazik
ve saygılıdır. Odası ve eşyaları daima temiz ve düzenlidir. Boş zamanlarında
müzik dersleri aldırıyoruz, çok iyi piyano çalar. Elimizden geldiğince
ona herşeyin en iyisini vermeye çalışıyoruz. Kısacası, beyefendi, benim
oğlum sorumluluklarını bilen bir çocuktur."
Anneyi dinledikten sonra, "Hanımefendi," dedim,
"bu saydığınız özellikler bizim pedagojik anlamda ifade ettiğimiz sorumluluk
kavramına girmez. Biz, sorumluluk derken daha başka şeyler kastederiz.
Pedagojide çocuğunuzun müzik dersleri alması fazla önemli değildir. Önemli
olan, müzik dersleri almaya kendisinin karar verip vermediği, yani buna
istekli olup olmadığıdır."
Anne bu açıklamamı anlamsız bulmuş olacak ki,
itiraz etti: "O daha çocuk efendim, kendisi nasıl karar verecek?" (Evet,
anne babaların çocuk adına karar verirken sığındıkları savunma budur: "O
daha çocuk, kendi başına nasıl karar verecek?")
Anneye sordum: "Çocuğunuzun derslerine yardım
eder misiniz?"
Hanımefendi gururla cevap verdi: "Elbette, dersleri
o kadar ağır ve ödevleri o kadar çok ki, bizim yardımımız olmadan bitiremez."
(Evet, çoğu anne babalar da böyle yapıyor, çocuklarının ödevi bitmeden
içleri rahat etmez.)
Sormaya devam ettim: "Çocuğunuz yazılı veya sözlü
bir sınavdan düşük not aldığını söylese ne yaparsınız?"
Anne böyle bir soru beklememiş olacak ki, şaşırdı.
Sesini yükselterek, "Benim çocuğum zayıf not almaz" dedi, "çünkü o çok
çalışıyor." (Evet, çoğu ailelerde çocuğun zayıf not alma özgürlüğü yoktur.
Zayıf alan çocuk sorumluluğunu yerine getirmemiş sayılır, bu yüzden cezayı
veya en azından azarlanmayı hak etmiştir.)
Sorumluluk ile kişilik birbirini tamamlayan iki
özelliktir. Kişilik sahibi olunmadan sorumluluk kazanılamaz. Peki, nedir
kişilik? Söz sahibi olmak, kendi başına karar verebilmek, istemediği bir
teklifle karşılaştığında ‘hayır’ diyebilmek, adam yerine konmak, kendisine
saygısı ve özgüveni olmak, sevildiğini ve önemsendiğini bilmek... Bir öğrenci
çok çalışıyor, iyi notlar alıyor, anne babasına ve öğretmenlerine karşı
saygılı davranıyor olabilir; bu onun sorumluluk sahibi biri olduğu anlamına
gelmez.
Sorumluluk duygusu ana rahminde başlar dersem,
fazla abartmış olmam. Son araştırmalar, ana rahmindeki embriyonun annenin
duygularını hissettiğini ve paylaştığını gösteriyor. Buna göre, irade dışı
ana rahmine düşmüş bir embriyo annenin hamileliği arzu etmediğini hissedecek,
doğumdan sonra anneye karşı evlatlık sorumluluğu duymayacaktır.
"ONUN İÇİN DOĞRU OLANI YAPIYORUZ"
İstenen ve arzu edilen bir çocukta neden sorumluluk
duygusu gelişmez? Çünkü, anne baba, "Çocuktur, anlamaz; biz onun adına
doğru olanını yapıyoruz" diyerek çocuğun bütün sorumluluklarını üzerlerine
alırlar. Yemeğinden giyimine, ev ödevlerine, hobi ve arkadaş seçimine kadar,
çocuk adına herşeye anne baba karar verir. Bu kararlara uyan çocuk sevilir,
uymayan çocuk sevilmez. Eğer anne "Tabağındakini bitirmeden sofradan kalkmayacaksın!"
diyorsa, yemeği sevmediği veya tok olduğu halde tabaktakini bitiren çocuk,
söz dinleyen, sevilen, uysal, sorumlu bir çocuktur. "Hayır, ben bu yemeği
sevmiyorum; sevmediğim bir yemeği bitirmek zorunda değilim!" diyen çocuk
da sevilmeyen, dikbaşlı, sorumsuz bir çocuktur. Bir gün erkek kardeşimin
evinde iken, gelin hanımın elinde yemek dolu kaşıkla çocuğu kovaladığını
gördüm. Sizin anlayacağınız, zorla yemek yedirmeye çalışıyordu. Gülerek
çocuğa seslendim: "Koş aslanım, yakalanma; acıkma özgürlüğü adına koş!"
Konferanslarımda hanım dinleyicilerime (kızım
sana söylüyorum, gelinim sen anla kabilinden) diyorum ki: "Eğer yemek seçen,
her yemeği beğenmeyen mızmız bir kocanız varsa, bunun sorumlusu kaynanalarınızdır.
Adamcağıza çocukluğunda acıkma özgürlüğü tanımamış, zorla ağzına mama ve
yemek tıkıştırmışlardır."
Anne baba ile çocuklar arasında, kişilik ve sorumluluktan
kaynaklanan problemler çoğunlukla ilkokuldan sonra başlıyor. İlkokul sıralarında
bize gelip de çocuklarının ders çalışmamasından ve söz dinlememesinden
yakınan veliler çok azdır. Anne baba ile çocuk arasındaki çatışmalar neden
daha önce değil de ortaokul ve lise sıralarında ortaya çıkar acaba?
Millî Eğitim Bakanlığı müfettişleri ilkokul ve
ortaokul kelimelerini telaffuz etmemize kızıyorlar, "İlkokul ve ortaokul
yok; ilköğretim var!" diyorlar. Kendi açılarından haklı olabilirler, ancak
çocuk davranış bilimleri açısından bir yıl bile uzun bir zamandır. Öyle
ki, çocuk gelişimini anlatırken bazen aylara inmek zorunda kalırız. Sekiz
yıl gibi uzun bir zamanı ‘ilköğretim’ adı altında nasıl tek peryotta ele
alabiliriz? İlkokul ile ortaokulu ayırmadığımız zaman ‘ön-ergenlik’ çağını
anlatamayız.
Çocukların ders çalışmamaları ve söz dinlememeleri,
bir başka deyişle anne baba ile çatışmaya girmeleri, ön ergenliğe geçişte
(12-14 yaşlarda) başlıyor. Bu da, tahmin edeceğiniz gibi, ortaokul sıralarına
rastlıyor. Peki, ergenliğe geçişte bütün çocuklar anne baba ile çatışma
yaşar mı? Hayır, hepsi yaşamaz. Kişiliği gelişmiş, kendine güveni olan,
ailede kendisine değer verildiğini ve sevildiğini bilen, sorumluluk duygusu
kazanmış çocuklar ergenliğe geçişi kolay atlatırlar. Bu çocuklara ders
çalışmalarını hatırlatmaya, tepelerine dikilip ödevlerini yaptırmaya gerek
kalmaz.
Çocukta kişilik gelişimi doğumdan itibaren başlar
ve altı yaşlarında büyük çapta tamamlanmış olur. Buna göre bir çocuk okula
ya silik, bağımlı, gölge bir kişilik ya da kendine özgüveni olan, sorumluluk
sahibi, bağımsız bir kişilik kazanmış olarak başlar.
Gölge kişilikli çocuk anne baba yardımı olmadan
ödevlerini yapamaz. Devamlı anne baba kontrolünde ders çalışır. Okulda
öğretmeninden ‘aferin’ veya ‘yıldız’ aldığı zaman eve gelir gelmez anne
ve babasına aldığı ‘aferin’i ve ‘yıldız’ı haber verir, onları sevindirir.
Çünkü bu aferin veya yıldız kendisine ait değil, anne babaya aittir. Güdümlü
bir kişiliğe sahip çocuklar ders çalışma alışkanlığı kazanamadıkları gibi,
aldıkları başarılardan da zevk duymazlar. Başarı gibi görünen bütün çabaları
anne babalarını memnun etmek ve onların sevgisini kazanmak içindir. Sınavda
zayıf aldıkları zaman, zayıf aldıkları için değil, anne babanın sevgisini
ve desteğini kaybetmekten korktukları için üzülürler.
"HAYIR, ÖYLE DEMEK İSTEMİYORSUN"
Anne baba olarak çocukların duygularını rahatça
ifade etmelerine izin vermediğimiz zaman ilk hatamızı işlemiş oluyoruz.
Dört yaşlarında bir kız çocuğu, yeni doğan kardeşini kıskandığını şu sözlerle
açığa vuruyordu: "Anneciğim bu çirkin bebeğin ağlamaları beni sinir ediyor,
götürüp hastaneye geri verelim." Anne, gülerek, "Aslında bunu yapmamızı
istemiyorsun, değil mi? Daha bu sabah kardeşini sevdiğini söylemiştin,
unuttun mu?" diyerek çocuğun duygularını bastırıyordu. Anne burada gerçek
dışı davranmış, çocuğun duygularını inkâr etmişti. Bu yaklaşımla çocuğun
kıskançlık duygusunu yok edeceğini zannediyordu. Anne, çocuğun duygularını
inkâr etmek yerine şöyle diyebilirdi: "Neden onu hastaneye geri götürmemizi
istiyorsun? Yoksa onu senden daha çok sevdiğimizi mi sanıyorsun?"
Bir öğretmen arkadaş anlatıyor:
"Okumuş insanlar olarak biz bile çocuk eğitiminde
hata yapıyoruz. Dün akşam, ilkokul üçüncü sınıfa giden kızımla eşim arasında
geçen bir çatışmaya şahit oldum. Kızım yatmaya giderken annesi bağırdı:
‘Ödevini yaptın mı?’ Çocuk kızgın bir ses tonuyla ‘Evet yaptım!’ diye karşılık
verdi. Annesi, ‘Ama ben görmedim’ dedi. Çocuk sesini iyice yükselterek,
‘Yaptım diyorum ya!’ diye bağırdı. Kızım tepki göstermekte haklıydı, annesi
kendisine güvenmediği için onuru incinmişti. Ancak eşim mantıklı düşünmek
yerine otoritesini kullanmaya yöneldi: ‘Bacak kadar boyunla annene nasıl
cevap veriyorsun, gelirsem yanına o bağıran ağzını yırtarım!’ Çocuğun yanında
eşimi eleştirmek istemediğim için yumuşak bir sesle, "Hanım, kızımız yalan
söylemez, yaptım diyorsa yapmıştır, birbirinizi üzmeyin" dedim. Eşim aynı
kızgınlıkla bana döndü. ‘Bu çocuğu sen şımartıyorsun! Senden yüz bulduğu
için bana böyle cevap veriyor,’ dedi. Bu şartlar altında problemi çözmek
mümkün değildi. Ne yapacağımı bilemedim. Üçümüz de gergin bir gece geçirdik."
Çoğu anne babalar çocuğa nasıl yaklaşacaklarını
bilemiyorlar. Kaş yapayım derken göz çıkardıklarının farkında değiller.
"O ZAYIF ALIYOR, BEN ÜZÜLÜYORUM"
Çocuk ilkokula başladığı günden itibaren, sanki
okula başlayan kendileriymiş gibi, bütün sorumluluğu anne baba üstlenir.
Ödevini yapmadığı zaman anne baba huzursuz olur. Çocuğun tepesine dikilip
ödevini yaptırmadıkça içleri rahat etmez. Aslında çocuk adına sorumluluğu
üstlenme tâ bebeklikten itibaren başlar. Anne yedirir, anne giydirir, anne
tuvalete götürür. Çocuk adına herşeye anne baba karar verir. Çocuğa seçme
hakkı verilmez. Tok olduğu halde anne elinde kaşık çocuğun ağzına zorla
mama tıkıştırır. Üşümediği halde üstüste kazak giydirerek çocuğu terletir.
Çocuğa hediye verildiğinde, çocuktan önce anne baba atılır: "Amcaya teşekkür
et."
Her ihtiyacı anne baba tarafından karşılanan,
devamlı neyi nerede ve nasıl yapacağı kendisine hatırlatılan, yanlış yaptığında
azarlanan ve kınanan çocuklar gölge bir kişiliğe sahiptir. Anne babaya
sormadan bir iş yapamazlar, kendilerine güvenleri yoktur. Karşılaştıkları
bir problemi çözmekte güçlük çekerler. Böyle çocuklarda okul korkusu çok
yaygındır, okula uyum sağlamakta zorluk çekerler.
Sorumluluk duygusu kişilik gelişimiyle doğrudan
orantılıdır. Duygularını, tepkilerini rahatça ifade etmesine, gerektiğinde
‘hayır’ demesine izin verilmeyen çocuklarda bağımsız bir kişilik gelişmediği
için sorumluluk duygusu da kazanamazlar. Aşırı korumacı ve müdaheleci anne
babalar çocuklarında köle bir kişilik geliştirdiklerinin farkında değildir.
Kendi anne babalarından böyle gördükleri için çocuk yetiştirmenin doğru
yolu bu zannederler. Baskı ve yönlendirme ile büyüdükleri için kendi duygularıyla
bile nasıl başa çıkacaklarını bilemezler.
Yeni evlenen okuyucularıma derim ki, bari anne
ve babalarınızın düştüğü hatalara siz düşmeyin. Çocuk eğitiminde yapılan
hataları sonradan telafi etmek mümkün değildir, çünkü çocuğun kişiliğine
işlemiş bulunmaktadır. Aşırı koruma ve müdahele ile çocuklarınızın kişiliğini
öldürmeyin. Ölü kişilikli, köle ruhlu insanların ne kendisine, ne insanlığa
bir faydası olur. Köle zihinli insanlar, emir almaya ve aldıkları emri
yerine getirmeye alıştıkları için ancak dikta rejimlerinin işine yarar.
Zafer Dergisi alicankirili@hotmail.com
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |