ÖNSÖZ.. 5

GİRİŞ. 5

I- FETVA MÜESSESESİ. 5

A. Fetva ve Müfti: 5

B. Fetvanın Ehemmiyeti: 6

C.  Fetvanın şekli: 6

D. Fetvanın Devrin İçtimaî Özelliklerini Göstermesi Bakımından, Değeri: 6

II- ŞEYHÜLİSIAMLIK MÜESSESESİ. 7

III EBÜSSU’ÜD EFENDİ. 8

A. Ebussu'ûd Efendi Devrine Kadarki Osmanlı Pâdişâhları: 8

B. Ebussu'ûd Efendi'ye Kadarki Şeyhülislâmlar: 9

C. Ebussu'ûd Efendinin Hayatı: 9

D. Şahsiyeti: 9

IV- MECMU'A-Î FETAVÂ NÜSHALARI. 10

A. Metne Esas Alınan Nüshalar: 10

(A) Nüshası: 10

(B) Nüshası: 10

B. İstanbul Kütüphanelerinde Bulunan Ve Ebussu'ûd Efeudi'ye Ait Fetvaları İhtiva Eden Mecmualardan Hacimli Olanlar: 11

V- METNİN TERTİBİ. 11

VI- METNİN TESBİTÎ VE NEŞRİ HAKKINDA NOTLAR.. 12

1- AİLE.. 12

I. Çocuk Ve Neseb. 12

II. Ağırlık Ve Ergenlik. 14

III. Nikâh. 15

IV. Şartlı Nikâh. 16

V. Mehir 16

VI. Talâk. 18

VII.  Hal' 20

VIII. Îddet 20

IX. Şart 21

X. Hülle. 22

XI.    Aile Hayatı 23

2- İBÂDETLER.. 26

I. Namaz. 26

II. Oruç. 28

III. Zekât 28

IV. Hac. 29

V. Kurban. 29

VI. Nezir 30

3- DİNÎ VAZİFELİLER.. 30

I. İmam Hatîb Ve Nâib. 30

II. Müezzin. 33

4- DİNÎ MÜESSESELER.. 33

I. Cami', Mescid Ve Musalla. 33

II. Vakıf. 35

5- DİNÎ SINIFLAR.. 38

I. Seyyidler 38

II. Süfîler 38

6- GAYRİ MÜSLİMLER.. 41

I. Zimmiler 41

A. Müslüman Oluşları 41

B. Müslümanlarla Münâsebetleri 42

C. Haklarındaki Tahdidler 43

D. Haraç. 45

E. Şerî'at Huzurundaki Dâ'vâları 45

F. Rahîp Ve Keşişler 48

G. Kilise. 49

II. Harbî Kâfirler Ve Gaza. 50

III. Mürtedler 51

A. Kızıl Başlar 51

B. Küfür, İlhad Ve Zındıka İle Mürted Olanlar 53

C. Kâfire Benzeyenler 55

7- KÖLELER.. 56

I. Esir 56

II. Sâhib. 56

III. Câriye. 57

IV. Evlenmeleri 57

V. Müdebber 58

VI. Mükâteb. 59

VII. 'Itk (Âzâd) 59

VIII. Mu'tek (Atik, Âzadlı) 61

IX. Îbâk (Kaçış) 61

X. Satış. 62

8- KAZA MÜESSESESİ. 63

I. Kâdî 63

II. Şahitlik. 64

III. Yemin. 65

IV. Ehl-i 'Urf. 66

V. Beyt-ül-Mâl 66

9- SUÇLAR VE CEZALARI. 67

I. Hapis. 67

II. Borçlunun Habsi 67

III. Kötüler 67

IV. Faiz. 68

V. Afyon, Esrar, Berş Ve Ma'cun. 69

VI. Hamr. 69

VII. Boza. 70

VIII. Kahve. 71

IX. Sîrkat 71

X. Haramiler 72

XI. Katil 73

A. Kısas. 73

B. Diyet 73

C. Fa'îli Meçhul Katilde Diyet 74

D. Sulh. 75

XII. Zînâ. 76

10- TİCARET.. 77

I. Alış-Veriş. 77

II. Narh. 77

III. Müdârebe. 78

IV. Îcâre. 78

V. Şüf'a. 78

VI. Esnaf. 79

VII. Para Çeşitleri 79

11- MARAZ-İ MEVTTE HİBE.. 79

12- ARAZÎ MESELELERİ. 80

I. Arazî 80

II. Arazî Rüsumu. 81

III. Arazı-i Mukaddese. 82

13- ŞEHİD, CENAZE, MEZAR VE EVLİYA.. 82

I. Şehid. 82

II. Cenaze. 83

III. Mezar 83

IV. Evliya. 84

14- ÇEŞİTLÎ MES’ELELER.. 84

I. İmânı Mes’eleler 84

II. Hayattan Mes’eleler 85

III. Bulunan Mal 85

IV. Cerrar Ve Dilenci 86

15- İLİM... 86

I. Îlim Ve Âlim... 86

II. Tıb. 87

III. Îmlâ. 87

IV. Eser Ve Müellifler 88

16- KIYAFET.. 88

I. Saç Ve Sakal 88

II. Giyim-Kuşam... 89

17- YİYECEKLER VE AV.. 90

I. Yiyecekler 90

II. Av. 90

18- TARİHÎ VAK'A VE ŞAHSİYETLER.. 91

I. Şehzade Bâyezid. 91

II. Mansür (Hallacı) 91

III. İbrâhîm Gülşeni 91

IV. Bedreddin Simâî 92

V. Karamanlı Şeyh. 92

VI. Hakîm İshak. 93

VII. Oğlan Şeyh. 93

19- GARİP VAK'ALAR.. 93

I. Nazar 93

II. Hortlak. 94

III. Hilkat Garibesi 94

20- FAL VE EĞLENCELER.. 94

I. Fal 94

II. Satranç Ve Tavla. 95

III. Karagöz. 95

IV. Kıssahan. 95

V. Çalgı 95

VI. Güreş. 96

VII. Canbaz. 96

LÜGAT.. 96

METİNDEKİ ARAP HARFLİ İBARELERİN TERCÜMELERİ. 120

BU SAHADA ÇALIŞACAKLAR İÇİN KÜÇÜK BÎR BAŞLANGIÇ BİBLİYOGRAFYASI. 121


ÖNSÖZ

 

Bu kitap, İstanbul Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölü­münü bitirirken hazırladığım mezuniyet tezi ile ona sonradan yaptığım ilâvelerden meydana geldi.

Tezin konusu Prof. Fahir İz Bey tarafından seçilmişti. O sırada Tür­kiyat Enstitüsü müdürlüğünü de deruhte etmiş bulunan hocamız, bu gibi araştırmaların Türk yaşayışı tarihini aydınlatacağı kanaatinde idiler. Bu küçük çalışmanın, inancını teyit ettiğini sanırım.

Beni çok istifâde ettiğim bu sahaya sevk etmesi ve yardımları se­bebiyle sayın hocama, teşekkürlerimi tekrar etmeyi borç bilirim.

Tezimi hazırlarken, Şeyhülislâm Ebussu'ud Efendi'nin yazma halde bulunan fetva mecmualarından on binden fasla fetva okudum. Bunların bin beşyüz kadarını fişledim. Bin tanesini ise alarak ilgili bulundukları iç­timaî özelliklere göre tasnif ettim. Fetvaları aynen aldım, üzerlerinde de­ğişiklik yapmadım. Esasen yapılamazdı da...

Metnin baş tarafına ise “Fetva Müessesesi”, “.Şeyhülislâmlık” ve “Ebussu'ud Efendi'nin Hayatı” bahislerini “Giriş” olarak koydum. Bu sefer neşre hazırlarken de, yeniden tertip ve tashih ettiğim gibi, sonuna da indeks ve lügat kısımlarını ilâve ettim.

Osmanlı devlet idaresi ve cemiyet hayatında, “ilmiye sınıfı” ile onun başı bulunan “Şeyhulİslâm”ın ehemmiyeti herkesçe bilinir. Bütün halk, bu aydın zümreyi sayar, örnek alır ve verdiği kararlara “Şeriatin kestiği parmak acımaz” diyerek itirazsız uyardı.

Fetvalar, halkın bu aydın zümreye, en husûsî noktalarına kadar ve bütün samimiyetiyle sorduğu hayat meselelerini ve onların da hâkim olan Şeriat kanunlarına, örf ve âdete göre gösterdikleri çözüm yollarını ihti­va ederler.

Bu bakımdan fetvalar, gerek tarih ve sosyoloji gerekse halk bilgisi tetkiklerinde ihmâli imkânsız kaynaklar durumundadır.

Bu ehemmiyetlerine binâen, Ebussu'ud Efendi'nin ve öteki Şeyhülislâmların bütün fetvalarının diğer tarihî ve edebî vesikalarımızla bir­likte ve yakın bir gelecekte dikkatle tetkik ve neşr olunacağını ümit edebilmeyi ne kadar isterdik.

Bu çalışmalarım sırasında, muhterem hocam Mahir İz Beyefendinin emsalsiz yardımlarına mazhar oldum. Lise yıllarından beri talebesi ol­mak bahtiyarlığına erdiğim ve irşatlarından istifade ettiğim hocama teşekkürlerimi arz ederim. Cendb-ı Hakk'ın kendisini başımızdan eksik etmemesi duası, sayısız dostlarının vird-i zebanı olmaktadır.

Burada, baba olarak yaptığı fedâkârlıklardan dolayı babam Halil İbrahim Bey'e ve bu kitabın basılmasındaki yardımları sebebiyle de ka­yınpederim Ali Tokgöz Bey'e teşekkür fırsatı bulabildiğime çok memnu­num.

Ayrıca çocukları için pek çok tehlikelerle dolu olan bu samanda hayatım boyunca, elimden tutan, beni iyiye, hayra ve gayrete teşvik eden dostlarıma da, onlar için taşımakta olduğum samimî sadâkat ve sevgi do­lu hislerimi sunmalıyım.

Sayın okuyucularımdan ise, hatalarıma müsamaha ile bakıp, ihtar ve ikazlarını esirgememelerini halisane niyaz ederim.

Ocak 1972, Yeşilköy

 

GİRİŞ

 

I- FETVA MÜESSESESİ

 

A. Fetva ve Müfti:

 

Fetva, fıkhî bir Mes’elenin şer'î hükmünün beyanı manâsında bir ıs­tılahtır. Müşkil Mes’elelerin hal ve beyanı için sorulan suâlin cevabına denir. Fetva, fakîhin (İslâm hukuku âliminin) hüküm mahiyetinde ol­maksızın verdiği cevaptır. Fetvayı veren fakîhe “müftı” denir. Hüküm veren fskîhe ise “kâdî” denilir. Böylece müfti, şer'î kanunları, delillere dayanarak tedvin eder; kâdî, bu kanunlardan kendisine arz olunan ha­diseye ait olan hükmü bulup tatbik eder. Müftînin fetvasını tatbik edip etmemek serbest olup, kâdînin hükmü mecburîdir.

Kadılık ve hâkimlik resmî, yani tayin ile olduğu halde, müftîlik öy­le değildir. Fetva vermek iktidar ve ilmine sahip olan kimseye, etrafı “müfti” der. Müftîlik unvanındaki bugünkü resmîlik, delillere dayanarak bizzat hüküm çıkarılamayan ve geçmiş fetvaların örnek alındığı taklitçi­lik devirlerinde başlamıştır.

Fetva vermek dînen çok mes'uliyetli bir iştir. Çünkü bu suretle “Al­lah nâmına” dînî bir hüküm beyan olunmaktadır. Bu sebeple bir delile dayanmadan fetva verilmesi haramdır. Müftînin düşeceği bir hatâ hâkiminkinden çok daha mes'uliyetlidir. Çünkü fetva suretindeki cevaplar, hem sorana hem de başkalarına taallûk eden umûmî hükümlerdir ve Kur'an ile Sünnetin beyânı demektir. Hâkimin hükmü ise tamamen dün­yevî olacağı gibi ancak muayyen bir şahsa münhasırdır.

Erkek veya kadın, aşağıya sadece birkaç tanesi alınan şartlara sa­hip olan her müslim müftî olabilir:

1. Müftî müçtehid olmalıdır. Veya sözünün sıhhatine, Kur'an, Sün­net veya Kiyas'dan kuvvetli bir delil çıkarmağa kadir olmalıdır.

2. Müftî, âlim kimselerden tahsil etmiş ve fıkıh ilminde meleke sa­hibi olmuş bulunmalıdır. Fıkıh kitaplarını mütalaa etmiş olmak kâfi de­ğildir.

3. Müftî, sâlih bir kimse olmalıdır.

4. Müftî, halkın hîle ve desiselerine vâkıf olmalı; Böyle hallerde ha­sımları toplayıp sorguya çektikten sonra cevap vermelidir.

5. Müftî iyi huylu olmalı ve sağır olmamalıdır.

6. Müftî, kavliyle hüküm vereceği müçtehidin, fakîhin bilgi ve dira­yet derecesini bilip seçim yapabilmelidir.

7. Müftî, icâbında ilim sahipleri ile müşavere etmelidir.

8. Müftî kimseye muhtaç olmayacak kadar zengin olmalı, tesir al­tında bulunmamalıdır...

Osman Gâzî'nin, devletin ilk yıllarında kayınpederi Şeyh Edebâlî'yi müftî ve dâmâdı Dursun Fakîh'i hâkim tayin ettiği rivayet olunmakta­dır.

 

B. Fetvanın Ehemmiyeti:

 

Hukukî bakımdan; ilâhî kaynaklara istinâd ettiği için ehemmiyeti daha da artan, bir kanundur. Geçmiş hâdiseler hakkında verilmiş olan bu hükümler, daha sonra vuku' bulan ayni mahiyetteki vak'alar için ka­rar verilirken de esas tutulmaktadır. Bu sebeble hâkimler, meşhur müf­tî ve şeyhülislâmların fetva mecmualarını müracaat kitabı olarak yan­larında taşımaktadırlar.

Devrin hayatını aks ettirmesi bakımından ise:

O günün bir nevi “na­zarî mahkeme karar”ları olan ve vak'aların da zikr olunduğu fetvalarda, her çeşit hâdisenin görüleceği şüphesizdir. Üstelik, ilâhî menşe'li bir hu­kuku temsil ettiklerinden ve bunların hükmüne uygun hareket etmek ibâdet ve sevap sayıldığından, her çeşit fikir ve davranışın hükmü bura­dan sorulmaktadır.

Bu yüzden fetvalarda “pırasa yemenin, çalgı çalmanın, bir giyim şeklinin, garip bir hâdisenin veya mahrem bir hususun” hikâyesi ve hük­mü gibi çok çeşitli Mes’eleler bulunmaktadır. Değerin, dine uygun ol­makta görüldüğü ve dine uygun olmayana sultan emri de olsa itaat edil­mediği bu devirde “bir yasağın çıkarılması, harp ilânı, biri isyânın tenkîli, esirlerin vaziyeti bazan pâdişâha isyan” gibi hususlar da fetvala­rın tasvîbi ile mümkün olabilmekte idi... Bütün bunlardan fetvaların devrin hayatı için ne zengin bir kaynak olduğu kolayca anlaşılır.

 

C.  Fetvanın şekli:

 

Müftîye söz veya yazı ile bir husus sorulur ve cevabı alınır. Sual kıs­mı “sual, es-sual, Mes’ele, el-Mes’ele, ne buyurulur ki, süile... vb.”, cevap kısmı ise “cevap, elcevap, ücibe... vb” ibareleri ile baslar. Fetvanın ve bu iki kısmının uzunluğu sorulan şeye göre değişir. Sual ekseriya daha taf­silâtlı olup herşey anlatıldıktan sonra “olur mu?” diye sorulduğundan, cevap sadece “olur” veya “olmaz” dan ibaret bulunabilir.

İkinci kısmın sonunda müftîler, bu hükme varırken dayandıkları de­lil ve me'hazları zikr ederler. Şeyhülislâmlar ise etmezler... Aynı mevzu üzerine alâkalı birkaç su'al varsa, ikinciden itibaren umumiyetle “bu su­rette”, bazan da “sual-i ahar” şeklinde kayd olunurlar.

 

D. Fetvanın Devrin İçtimaî Özelliklerini Göstermesi Bakımından, Değeri:

 

“Sual” ve “cevap” olarak iki kısımdan müteşekkil olan fetvaya iki sebeple müracaat olunur. Birinci sebep, herhangi bir hususta dînin hük­münü merak etmektir. İkincisini ise bir söz, hareket veya bir olay teş­kil eder ve bunlara karşı alınacak tavır bir mesele olarak sorulur.

Bir “mesele”de sorulan husus dine uygun veya aykırı olacaktır. Her iki halde de, fetvanın bu kısmı cemiyetteki bir davranışı bize aksetti­rir... Burada bir noktayı zikretmek mecburiyeti vardır:

Bir fetvadan öğrendiğimiz bir husus hakkında “Bu, onaltıncı aşırda cemiyetimizin bir hususiyeti idi” diye hüküm verebilmek için, ayni meseleye dair öteki fet­vaları, kâdî sicillerinde bunların tatbik şekil ve yerlerini, tarihleri, halk rivayetlerini ve daha başka kaynakları tetkik mecburiyeti vardır.

Acaba şer'î hükümlere zıt hâdiselerin zikr olunduğu fetvaların han­gi parçası, “sual” i mi, “cevab” ı mı, cemiyetin hayat tarzını, yaşayış şek­lini göstermektedir.

Yani, bu fetvalar, “sual” lerinde anlatılan suçlar, yanlışlar ve şeriat dışı hâdise ve davranışlarla dolu bir cemiyeti “cevap” larının gösterdi­ği İslâmî nîzâma sokmağa çalışan bir devletin zorlayıcı kanunları mıdır? Yoksa “cevap” lara, yani şerîate tamamen uymuş ve onu benimsemiş bir cemiyette, bu nizâma aykırı olarak zuhur eden nâdir hâdiseleri cezalan­dıran, halkın da desteklediği kanunlarmıdır?

Tarihî gerçekler, birinci şıkkı reddetmemizi icap ediyor. Ancak ikin­cisi üzerinde de bazı mülâhazalarda bulunmak gerekir:

1- İslâm nizâmı esasen ferd ve cemiyet için ayrı kanunlar vaz' et­memiş, îmânı ve dünyevî kanunlarını “şeriat” adı altında toplamıştır. Bu sebebten her müslünları, İslâmın îmânî esaslarını fikren kabul ettiği an­da, dünyevî kaidelerini de kabul etmiş olmakta ve bunlardan herhangi bir mühim kaideyi reddetmekle ise îmânını da kaybetmektedir.

2. İslâm adına dünyaya harb ilân edilen, fetihler yapılan, idareci zümresi dindar olan, sultanı Allah adına hüküm süren, bütün idâri hu­susları şeriat gereğince halledilmeye çalışılan ve fertleri müslüman olan bir cemiyette, İslâm’ın hukukî hükümlerinin dinlenmemesi ve hoş karşı­lanmaması mümkün değildi.

3. Ayrıca cemiyet ferdlerinin doğumdan ölüme kadar hayatın her safhasında dînin gösterdiği şekilde kurulmuş müesseselere tabî olmaları ve bunun doğrudan doğruya imanları ile alâkadar bulunması da bu ni­zâma ve esaslara karşı inkâr ve mukavemet hâline imkân bırakmamak­tadır.

4. Ancak, bir îman olarak ve bütün hâlinde kabul edilmiş bulun­makla beraber, reddolunmadan da bir kısım emirlere uyulmayabilirdi. Bu hâl “günah” olmakta, insanı dinden çıkarmamaktadır:

Hamr içmek, zina, bir âsîye yardım, çalgı ve raks gibi... Böylece, yasak oldukları red­dolunmadan işlenen bu günahlara karşı muayyen cezalar tatbik olun­makta, fakat günahı işlerken veya işlemediği halde hükmü reddeden “mürteci” (dinden çıkan) ve cemiyet için zararlı sayılmakta ve tövbe et­mediği takdirde katline hüküm verilmektedir.

5. Böylece, zannımıza göre, meselâ “karısının ağzına söven adama, sopa cezası” hükm olunmasından, zevcelerin ağzına sövüldüğü değil, ka­dının hayattaki yeri, cemiyetin gaye edindiği hedef ve umûmî ahlâk te­lâkkisi anlaşılmalıdır. Ancak kadının hakkını bu kadar güzel muhafaza eden hükümlerin bile, cemiyetteki bütün kaba erkekleri yola getirdiğini hayal etmek de, hayatı ve insanı tanımamak olur.

6. Netice olarak, peşin bir kanaate saplanmadan ve hele katiyen bu ilmî konuyu hafife ve alaya alarak küçülmeden, çok geniş bir çalışma ge­rektiğini söylemek zorundayız.[1]

 

II- ŞEYHÜLİSIAMLIK MÜESSESESİ

 

“Şeyhülislâm” unvanı Osmanlılarda resmî bir sıfat olarak kullanıl­madan çok önce İslâm âleminde görülmüştür. “Fahrülİslâm, burhanülİslâm. hüccetülİslâm...” gibi ta'zim ifâde eden birçok vasıflardan biri olarak, büyük âlim ve fakihlerin bazılarına unvan olmuştu.

Osmanlı Devletinin kurulduğu yıllarda Anadolu'da da bu unvanı ta­şıyan zevat mevcud idi. Fakat bu kimseler, daha sonra bu unvanın ifâde ettiği ma'nâda, devlet tarafından resmen tayin olunmuş ve azl olunabilir şahsiyetler olmayıp, ilim ve kemâlleri dolayısile bu unvana hak kazan­mış idiler.

Henüz kat'ı bir şekilde bilinmemekle beraber “şeyhülislâm” tabirinin resmî unvan olarak kullanılmasına ikinci Murad devrinde başlanıldığı ileri sürülmektedir. Daha önceki yıllarda ise feth olunan yerlere kâdî, müftî, müderris ve büyük bir ihtimalle, bunların başı olarak bir de “baş müftî” gönderilmekte idi. Bir diğer rivayete göre ise bu hal Kânûnî dev­rine kadar sürmüş ve “şeyhülislâm” ta'biri o vakte kadar müftîleri ta'­zim için kullanıla gelirken, ondan sonra, “baş müftîlik” yerinde resmî bir unvan sayılmıştır.

İslâm hukukunun (fıkıh) en büyük bilgini olan şeyhülislâm, müftî, müderris ve kâdiler gibi, âlimlerin teşkil ettiği “ilmiye sınıfı”nın başka­nı idi... Bu sınıfı, dinin koyduğu esaslara dayanan devletin ve cemiyetin asıl idarecileri olarak kabul edebiliriz... Müftî ve kâdîler bulundukları, şehir ve kasabalarda îmânî ve hukukî Mes’elelerin son mercii idiler. Şeyhülislâm, ayrıca, devlet idaresi, harp ve sulh Mes’eleleri, çıkarılacak ya­saklar ve şâir mühim hususlarda söz sahibi ve bazan ilmiye ve asker sı­nıfları ile birleşerek pâdişâhı tahtından indirecek derecede nüfuzlu idî.

Bütün şeyhülislâmların ilim ve dirayet bakımından aynı derecede bulunmadığı muhakkaktır. Fakat, Kemalpaşazâde ve Ebussu'ûd Efen­diler gibi zatların değerleri herkesçe malûmdur. Bunlar gibi zatların fetvalarının ve diğer eserlerinin tetkîki çok faydalı olacaktır.

Osmanlı tarihinde katledilen sultan, şehzade ve sadrazam yekûnu­nun oldukça kabarık bulunmasına rağmen, adedleri yüz ellinin üzerinde olan şeyhülislâmlardan öldürülenlerin ancak üç tane oluşu da birşey ifâ­de eder.

Merhum Ali Emirî Efendi “İlmiye Salnamesi” ne yazdığı “Meşîhat-i İslâmiye Tarihçesi” nin sonuna, Teşrifat Kanunundan “Müftüenâm ve şeyhülislâm hazerâtının ulviyet-i mekâm ve celâdet-mesned-i bâihtirâmları” ın tarif eden kısmı şöylece nakl eylemektedir:

Kaanûn-i Teşrîfât-i Devlet-i Aliyye'de, müfti-1-enâm ve şeyhülislâm hazerâtının uviyet-i mekâm ve celâdet-mesned-i bâihtirâmları şu surette ta'rif olunuyor:

Bu makâm-ı sâmînin rütbe-i celîlesi gayet âlîdir. Zira bu rütbe-i aliye-i dîniyye ve vazîfe-i nazîfe-i ilmiyye sahibi, vâris-i ulûm-i elmme-i müctehidîndir. Ve asrında halîfe hazret-i bû-Hanîfe-i güzîndir. Selâtîn-i 'izam (Eyyedehumül-melikül-'dllam) bunlara ta'zîm ve kıyam, ederler ve mecâlis-i mülûkânelerinde kıyam ettirmeyip, mahsûs ihram ferş ettirip ve izn-i ku'ûd ile teşrif ve muvakkar buyururlar. Fî-asrinâ hazâ, merâsîm-i devlet muktezâsınca sâhib-i mühr-i vekâlet olan vekîl-i saltanattan gayri cümleye bunlar tekaddüm ve tesaddur ederler. Tarîk-i ilmiyye ve tarîk-i seyfiyye ricalinin) uzemâsı ale-l-umûm bunların dest-i şeriflerini takbîl ile iktisâb-i şeref etmek için makâm-i lâzım-ül-ihtiramlarına varırlar. Ve bu zât-i sütûde-sıfât, 'uzemâ ve kibardan bir ferdin ziyaretine varmazlar. Ba'zı umûr-i mühimme ve mesâlih-i mu'zama için mükâleme ve istişare iktizâ etse vezîr-i a'zam hazretleri bun­ları saraylarına da'vet ederler. Ve da'vetine dahi merâtib-i umûmiyede olan kimseler gönderilmeyip eşref-i menâsıb-ı kalemiyye olan riyâset-i küttâb makamında bulunan zat gönde­rilir. Ve da'vet olunur. Teşrif ettiklerinde istikbâl ve tesyilerinde bizzat sâhib-i devlet hazretleri kemâl-i ta'zim ve tevkîr ederler. Ve i'lâm ve işârâtına min gayri tereddüdin vaz'-ı kalem-i kabul buyurup re'y ve kavli savâblarını tenfîz ederler. Ve mu'zamât-i umurun cümlesinde bunlarla meşveret ve ümmehât-i dîn devlette rey-i fâzılâne ve içtihâd-i muhakkikâ-nelerinden istimdâd ve isti'ânet buyurmalarında dünyevî ve uhrevî nice fevâid-i 'azîme ve menâfi'-i cesîme olduğu muhtac-i beyan değildirler.

Yukarıya kendi lisânı ile aldığımız parçayı ana noktaları ile hülâsa edersek:

“Bu makamın rütbesi çok yücedir. Çünkü bu rütbenin sahibi müçtehid imamların ilimlerine vârisdir ve zamanında Ebû Hanîfe Hazret­lerinin halifelidir. Sultanlar ona ayağa kalkarlar ve meclislerinde onu oturtarak şeref ve vakar verirler. Zamanımızda, vezir-i a'zamdan başka herkese üstündürler. İlim ve askeriyenin büyükleri onu ziyaret ederler; o kimsenin ziyaretine gitmez. Bazı büyük ve mühim meselelerde kendisiyle müşavere etmek lâzım olunca, vezir-i a'zam kendisini sarayına davet eder. Fakat bu davet ancak başkâtip vasıtası ile yapılabilir. Geliş ve gidişinde vezir-i a'zam kendisini karşılar ve geçirir. Onun fikir ve reyle­rini yerine getirirler. Din ve devlete dair mühim meselelerde onlarla mü­şavere etmenin ve yardımlarını istemenin dünya ve ahirete ait nice bü­yük faydalar sağlayacağı beyâna muhtaç değildir”.

 

III EBÜSSU’ÜD EFENDİ

 

A. Ebussu'ûd Efendi Devrine Kadarki Osmanlı Pâdişâhları:

 

1. Osman Gâzî (1299-1324): Selçuklu Devletinin, Söğüt uçbeyi iken, devletin yıkılması üzerine, diğer on kadar beylik gibi istiklâlin ilâ­nı ve bazı Bizans kalelerinin fethi...

2. Orhan Gâzî (1324-1360): bursa'nın, marmara kıyılarının, karasi beyliğinin ve rumeli'de gelibolu ve civarının fethi... Devlet teşkilât­lanmış, para basılmış, ilk muntazam askerî teşkilât kurulmuş ve kanun­lar yapılmıştır.

3. Birînci Murad, Hudâvendigâr (1360-1389): Ankara'nın, Edirne'nin, Filibe ve Balkanlara Kadar Bulgaristanın Zabtı. “sırp sındı­ğı”nda ilk haçlı ordusu ile savaş (1363). Yine haçlılarla “Kosova” mu­harebesi (1389), zafer ve sultanın gehâdeti... Yeniçeri ve acemi ocak­ları kurulmuş, İstanbul ilk defa muhasara olunmuştur,

4. Bîrîncî Bâyezîd, Yıldırım (1389-1402): Sırbistan ile Eflâk'ın ve Malatya'ya kadar Anadolu'nun zabtı.    “Niğbolu” da Haçlılarla sa­vaş (1396)... Timur'la yapılan “Ankara” savaşının kaybedilmesi (1402), Bâyezid'in Esareti ve vefatı (1403).

“Fetret Devri (1402-1413): Yıldırım'ın şehzadeleri taht Kav­gasına tutuştular. Süleyman Çelebi (1402-1410), arkasından Musa Çelebi (1410-1413) Rumeli'de ve İsa Çelebi (1402-1404) Balıkesir'de saltanat sürdüler. Bu arada Süleyman Çelebi Macarlarla savaştı ve Musa Çelebi İstanbul'u muhasara etti... Nihayet Mehmet Çelebi hepsini mağlup ede­rek tahta geçti.

5. Birinci Mehmed, Çelebi (1413-1421): Fetret devrinde kaybe­dilmiş olan topraklar tekrar alındı. Şeyh Bedreddin gailesi halledilip, Ve­nediklilerle küçük bir deniz savaşı yapıldı.

6. İkinci Murad (1421-1444, 1446-1451): İstanbul Muhasara olundu. Anadolu'daki beylikler kaldırılarak birlik sağlandı. Macaristan'­ın fethi başladı. Haçlılarla “Varna” (1444) ve “2. Kosova” (1448) mu­harebeleri kazanıldı.

7. İkinci Mehmed, Fatih (1444-1448, 1451-1481): Kızdırmaktan Tuna'ya kadarki sahayı kaplayan Devletin toprakları arasında kalan İs­tanbul (1453) ile ayrıca devir boyunca 14 Devlet Ve 200 şehir fetih ve zabt olundu. Akkoyunlu hükümdarı uzun Hasan'la “Otlukbeli” (1473) sava­şı yapıldı... Yeni ihtiyaçlara göre kanunlar kondu.

8. İkinci Bâyezid, Velî (1481-1512): Cem Sultan gailesi ile uğ­raşıldı muharebeler devam etmekle beraber mühim zafer ve fetihler ol­madı. Nisbeten sakin bir devre geçti. Anadolu'da, Şah İsmail'in teşvik ettiği şiî propaganda ve isyanları büyüdü... Bâyezid, yeniçerilerin yar­dım ettiği, oğlu Selim tarafından tahttan indirildi.

9. Birinci Selim, Yavuz (1512-1520): Doğuda, Şah İsmail Safeî'nin başında bulunduğu şiî İran ile “Çaldıran”    da (1514)  savaşıldı. Anadolu'daki şiîler imha edildi. Mısır'a hâkim kölemenlerle “Merc-i Dâbık” (1516) ve “Ridâniye” (1517) savaşları yapıldı... Netice olarak: Do­ğu Anadolu, Mısır, Suriye, Filistin, Hicaz ile hilâfet hakkı Osmanlılara geçti.

10. Birinci Süleyman, Kânûnî (1520-1566): Batıda, Doğuda ve Denizlerde savaşılıp fetihler yapıldı. Batıda: Macaristan'ın ve birçok kalelerin zabtını netîce veren Mohaç (1526). Viyana muhasarası (1529), Alman seferi (1533) ve (1541) seferleri ile Avrupa içerlerine kadar uza­yan akınlar yapıldı... Doğu'da:

Tecâvüzlerde bulunan İran'lılara karşı İrâkayn seferi (1533-35), “1548-49” Seferi ve Nahçivan seferi (1553-55) açıldı. Denizden ise Yemen, Aden, Hindistan'da Diu kalesi, Cezâir ve' Trablusgarb zabt olundu. “Preveze”  (1538) İle Akdeniz “Türk Gölü” hâ­line getirildi... idarî sahada yaptıkları ile Kânûnî” lâkabını alan sultan, Orhan Gâzî ve Fatih devrinde yapılan kanun ve nizamları yeniden hazırlatmış, idarî taksîmâtı düzenlemiştir.

11. İkînci Selim, Sarı (1566-1574): İsyan eden Yemen tekrar (1567-71),  Tunus (1574) ve Kıbrıs (1570-71)   Feth olundu. Inebahtı (1571) deniz savaşında donanma büyük bir mağlubiyete uğradı... Sul­tan, Devlet idaresini daha ziyâde kudretli sadrâzam Sokullu'ya bırak­mıştır.

 

B. Ebussu'ûd Efendi'ye Kadarki Şeyhülislâmlar:

 

1. Mehmed Şemseddîn el-Fenârî (1424), İkinci Murad devri.

2. Molla Mehmed İbni Armağan (1431), İkinci Murad devri.

3. Fahreddîn el-Acemî (1436), İkinci Murad ve Fatih devirleri.

4. Molla Hüsrev Mehmed (1460), Fatih devri.

5. Molla Gürânî Ahmed Şemseddîn (1460), Fatih ve İkinci Bayezid devirleri.

6. Molla Abdulkerîm (1488), İkinci Bayezid devri.

7. Çelebi Alâeddîn el-Arabî (1495), İkinci Bayezid devri.

8. Efdal-zâde Hamîd Molla (1496), ikinci Bayezid devri.

9. Zenbilli Alâeddîn Ali el-Cemâlî  (1503), İkinci Bayezid, Yavuz ve Kânûnî devirleri.

10. Kemalpaşazâde Ahmet Şemseddîn (1525), Kânûnî devri.

11. Sa'dullah Sa'dî Efendi (1534), Kânûnî devri.

12. Çivi-zâde Muhyiddîn (1539), Kânûnî devri.

13. Abdulkâdir Çelebi el-Hamîdî (1542), Kânûnî devri

14. Fenârî-zâde Muhyiddîn (1543), Kânûnî devri.

15. Ebussu'ûd Efendi (1545-1574), Kânûnî ve İkinci Selim devirleri.

 

C. Ebussu'ûd Efendinin Hayatı:

 

Ebussu'ûd el-İmâdî 17 safer 898 (30 kânunevvel 1490) tarihinde, İs­kilip'te doğmuştur. “Hünkâr Şeyhi” diye tanınan Muhyiddîn Muhammed el-İskilîbî'nin oğludur.

Babasından, Müeyyed-zâde Abdurrahman Efendi'den, Mevlânâ Seyyidî Karamânî'den ve rivayete nazaran Kemalpaşa-zâde'den ders gör­dü... Babasından icazet aldı. Tahsili sırasında Sultan İkinci Bâyezid'in dikkatini celb etmiş ve yevmiye 30 akça “çelebi ulufesi” ile taltif olun­muştu.

922 (1516) da, İnegöl İshak Paşa medresesi müderrisliğine yapılan ilk tayininden sonra sırasıyla: 926 (1520)  de Davut Paşa, 928 (1522) de Mahmud Paşa, 931 (1525) de Gebze, 932 (1526) da Bursa Sultaniye medreselerine ve 934 (1527) de Sahn-i Semanın “müftî medresesi” deni­len kısmına tayin olundu, 939 şevval (1533) de Bursa ve 940 rebîulâhirinde İstanbul kadısı oldu. 944 (1537) de Kânûnî'nin Korfu seferi sıra­sında Rumeli kazaskerliğine getirildi. 8 yıl bu hizmette kaldıktan sonra; Fenârî-zâde Muhyiddîn Efendi'nin yerine 952 şaban'ında (1545) şeyhülislâm nasb olundu. Bu makamda 5 cemaziyelevvel 982 (23 ağustos 1574) deki vefatına kadar hicrî hesapla 30 yıl kaldı.

 

D. Şahsiyeti:

 

“Kaynaklar Ebussu'ûd Efendi'yi zayıf, uzun boylu ve uzunca sakallı, nûrânî yüzlü, vakur, mehib, gayet sâde giyinir, etrafındakilere rıfk ile mu'amele ettiği halde mehabetinden meclisinde kimse ağız açamaz, söz­leri hürmetle dinlenir, âbid ve zahid bir zat olarak tarif ederler. Mu'âsırları tarafından, Ebû Hanîfe-i sânî, Hâtemetül-müfessirîn, Mu'allim-i sânî (muallim-i evvel: Kemalpaşa-zâde) vasıfları ile yâd edilen bu zat, Osmanlı şeyhülislâmlarının tefsir ve fıkıh sahalarında en âlimlerinden biri sayılmaktadır. Adına yazılmış kasidelerden başka, tarihlerde, tez­kirelerde ve terâcim kitaplarında medhi için söylenen sözlere bakarsak, kendisinin zamanını aşan bir şöhret kazandığını anlarız”.

Devrinin en nüfuzlu adamlarından biri olmakla beraber siyâsete ka­rışmayan Ebussu'ûd Efendi'ye Kânûnî, büyük bir hürmet ve itimad bes­lemiş, mühim Mes’elelerde onun re'yine baş vurmuştur. Pâdişâhın, Zigetvar yolundan yazdığı “hâlde hâldaşim, sinde sindaşım, âhiret karında­şım, tarîk-i hakta yoldaşım...” diye başlayan mektup, aralarındaki rabı­tanın kuvvetini gösterir.

İkinci Selim tarafından da büyük saygı gören Ebussu'ûd Efendi, bu pâdişâhın zamanı ile 3. Murad ve 3. Mehmet devirlerinin başlıca ilmîye ri­calinin hocasıdır.

Arapça tefsiri ve şiirleri, arap âleminde meşhurdur. Türkçe nesirde ise en müzeyyen üslûbdan en sâde halk diline kadar her vâdîde kalem kullanmıştır.

Elhâsıl, Ebussu'ûd Efendi, sultanı Kânûnî, sadrâzamı Sokullu kaptân-ı deryası Barbaros, mimarı Sinan ve şâiri Bakî olan ebed-müddet bir devletin kendine lâyık şeyhülislâmı idi.[2]

 

IV- MECMU'A-Î FETAVÂ NÜSHALARI

 

Bu kitaptaki fetva metinleri, aşağıda haklarında etraflıca izahat ve­rilecek olan iki yazma [3] nüshadan alınmıştır. Bu iki yazma, İstanbul kütüphanelerinde bulunan otuz kadar [4] nüsha gözden geçirilerek se­çilmişti.

Âdet olduğu üzere nüshalar birer harf (A) ve (B) ile işaretlenmiş ve yaprakların birinci yüzü (a) ikinci yüzü (b) harfleriyle gösterilmiş­tir. Her fetvanın sonuna alındığı yer kayd olunmuştur. Meselâ (A. 40 b) : A nüshasının 40. yaprağının ikinci yüzü demek olup, bu ibareyi taşıyan, fetva oradan başlıyor demektir.

Yazma nüshalarda, bütün bu fetvaların sonunda ekseriya “Ebussu'ûd el-hakîr” veya sadece “Ebussu'ûd” kaydı bulunmakta ve arada bir bahsi tamamlamak için alınan, diğer şeyhülislâmlara ait fetvalar da ay­nı şekilde kendi imzaları ile kayd olunmuş bulunmaktadır... Fakat, met­nimize sadece Ebussu'ûd Efendi'ye ait fetvalar alındığı için sonlarına isim yazılmak lüzumlu görülmedi. Sadece, diğer iki şeyhülislâma ait bir­kaç fetva alınmış ve sonlarına isimleri kayd olunmuştur.

 

A. Metne Esas Alınan Nüshalar:

 

(A) Nüshası:

 

Fatih Kütüphanesi, Ali Emirî kitapları, Şer'iye bölümünde bulunan 80 numaralı yazmadır. Açık kahverengi, basma şemseli meşin cilt içinde­dir. Okunaklı güzel bir nesih ile yazılmıştır. Dış ölçüsü 134x218 mm, ya­zının eb'âdı (çerçevesiz) 75x137 ram dır. Varak sayısı 285 olup, asıl me­tin 277b'nin sonuna kadardır. Satır sayısı 27-30 arasında değişmektedir. Kitap, bap ve fetva başları kırmızı mürekkepledir. Eserin kâğıdında “kız-başlı kartal” markası vardır... Müstensihinin “Cezâirül-Mahrûse”-de mütevelli bulunan Mustafa bin Ali el-Hatib ve istinsah tarihinin 1041 (m. 1634) olduğu anlaşılmaktadır.

 

(B) Nüshası:

 

Bayezid Umûmî Kütüphanesi 2757 numarada kayıtlı yazmadır. Son zamanlarda yapılmış adî penbe bir mukavva cilt içindedir. Aynı şahıs”-tarafından yazıldığı zannedilmekle beraber, bazan başka eller karışmış hissini verecek kadar bozulan, fakat umumiyetle okunaklı bir ta'lik ile yazılmıştır. Dış ölçüsü: 187x300 mm., yazının eb'âdı (çerçevesiz) 98x215 mm. dir. Varak sayısı 341 ve satır sayısı 23 dür. Kitap, bap ve fetva baş­ları kırmızı mürekkepledir. Eserin kâğıdında “üç yapraktan aşağı uza­nan bir sapın iki tarafında A ve S harflerini hâvî” bir marka bulunmak­tadır... Eserin başındaki iki sayfalık mukaddimede mecmuayı derleyen, kimliğini ve yaptığı işi şöyle anlatmaktadır:

Ta… cenab-i cennet-mekan ve Firdevs-aşyan merhum ve mağfurunleh Sultan Süleyman Han (nevver-allahu teala merkadehu) hazretlerinin asr-ı şeriflerinde hazne-i amirlerine ihda buyurduklarında bu hakire… südde-i seniye mülâzımlarına il­hak buyurmağa inayet buyurulup lâkin... mansıb-ı kaza sem­tine bi-z zarurî rızâ lâzım geldi... Hak subhânehu ve te'âlâ hazreti fî-zamâninâ olan kudâttan ba'zı gibi tarîk-i dalâlete düşüp halik olmaktan saklaya, âmîn yâ Rabb-el âlemîn. El-kıssa mevlânâ-i mumâin-ileyh hazretlerinin... hergün çıkan fetâvâya el­bette bu hakîrin nazan müte'allik olmağla cevab-i bâ-sevabIarından işbu mecmû'a cem' ü tehzîb ve ... tertib edip ... husûsan fî-zamâninâ olan kudâtın ekserine nev'â hâzır helva şekli olup...”

Bu ifadeye göre nüshamız ilk nüshayı aynen nakil ve kendi ismini kaydetmeyen bir müstensihin eseri değilse Ebussu'ûd Efendi'nin “Tefsîr’ini tebyiz eden yakın bir talebesinin eseridir. Mecmua, Efendi'nin, sağlığında ve İkinci Selim devrinde bitmiş olup Sinan bin Ramazan bu sırada kâdî bulunmakta olmalıdır... Mukaddimede olduğu gibi, yazmanın başka bir yerinde de tarih kaydına rastlanılmadı.

 

B. İstanbul Kütüphanelerinde Bulunan Ve Ebussu'ûd Efeudi'ye Ait Fetvaları İhtiva Eden Mecmualardan Hacimli Olanlar:[5]

 

Sıra

Bölüm Adı

Kitap No.

Yaprak Sayısı

Bölümün Bulunduğu Kütüphane

1

Ali Emiri Efendi, Şer’iye

80

277

Fatih, Millet

2

Atıf Efendi

1120

452

Vefa, Atıf Efendi

3

Ayasofya

1543

230

Ayasofya

4

Beyazıt Umumi

2757

341

Beyazıt

5

Carullah

938

511

Süleymaniye

6

Çelebi Abdullah

151

422

7

Es’ad Efendi

1059

218

8

Es’ad Efendi

1097

309

9

Es’ad Efendi

1098

207

10

Es’ad Efendi

1099

322

11

Es’ad Efendi

3727

273

12

Fatih

2349

133

13

Fatih

2350

192

14

Fatih

3504

75

15

Hacı Mahmut Efendi

1217

517

16

Hacı Mahmut Efendi

1219

243

17

Hacı Mahmut Efendi

1236

90

18

Hamidiye

590

372

19

Hasan Hüsnü Paşa

423

324

20

İsmihan Sultan

223

323

21

İsmihan Sultan

224

495

22

İsmihan Sultan

226

282

23

Karaçelebi-zade Hüsameddin

200

337

24

Köprülü Mehmet Paşa

666

308

Köprülü

25

Murad Molla

1114

385

Fatih, Murad Molla

26

Nuruosmaniye

1968

177

Nuruosmaniye

27

Serez

1140

79

Süleymaniye

28

Serez

1158

152

29

Sultan I. Ahmed

95

235

30

Şehid Ali Paşa

1028

360

31

Şehid Ali Paşa

1071

259

32

Üniversite

1798

130

İst. Üniversitesi

33

Üniversite

2106

105

34

Üniversite

6527

30

35

Veliyüddin Efendi

1343

180

Fatih, Millet

36

Yeni Cami

624

478

Süleymaniye

37

Yeni Cami

625

445

 

V- METNİN TERTİBİ

 

Metnin tertibinde, “fetâvâ mecmuaları” nın klâsik tertip tarzı dik­kate alınmamıştır. Bu mecmualar, kâdîlere birer müracaat kitabı olarak tertip olunduklarından içlerindeki fetvalar dinî ve hukukî bir sıraya gö­re toplanmışlardır. Meselâ namaza (kitab-üs salât), nikâha (kitab-ün ni­kâh), hırsızlığa (kitab-üs sirka) dair fetvalar ayrı fasıllarda (kitaplar) bulunmaktadırlar.[6]

Bizim maksadımız ise, dînî veya hukukî bir Mes’ele sorulurken, fet­vada beliren içtimaî bir özelliği yakalamak ve bunlardan faydalanarak, o devrin hususiyetlerini tesbite çalışmaktır.

Bu sebeple fetva kitaplarının klâsik tertibi burada tamamen bozul­muştur. Kitabımızın tasnifinde sadece, fetvaların temas ettikleri içtimâi özellikler dikkate alınmıştır.

Çalışma sırasında, önce fetvalar okunup aradığımız özelliği belirten­ler fişlenmiş, sonra da ayni özelliğe dair olanlar bir araya getirilmiştir.

Fetvalarda, cemiyetimizin hangi meselelerine dair özellikler buldu­ğumuz, kitabın “İçindekiler” ve “İndeks” kısımlarında görülmektedir.

Bambaşka bir kasıtla verilen ve toplanan fetvaların her biri ekseriya birkaç içtimaî hususiyete de ışık tutmakla beraber, bu temas çok defa pek hafif olmaktadır. Öyle ki bazan, bir hususun iyice tesbit olunabilme­si için, bilgimizi azar azar tamamlayan belki yüz kadar fetvayı derlemek îcab edecektir.

Bu sebeble iyi bir netice alabilmek, hayat Mes’elelerine temas eden onbinlerce fetvanın seçilip işlenmesini gerektiriyor. Ayrıca, etraflı bir fıkıh, tarih ve halkiyat bilgisine de ihtiyaç vardır. Ancak bu halde bile, devrin, tarihleri, kâdî sicilleri ve diğer kayıtları ile birlikte mütâla'a olun­madığı takdirde bu gibi tetkiklerin eksik kalacağından şüphe yoktur.

 

VI- METNİN TESBİTÎ VE NEŞRİ HAKKINDA NOTLAR

 

1. Çalışma ayni zamanda bir  “dil tetkiki” olmadığından, o devir Türkçesini tesbit gaye olarak alınmamıştır.

2. Ayni sebeble transkripsiyon alfabesi de kullanılmamıştır. Zaten bu bizim imkânlarımız haricinde idi.[7]

3. Türkçe kelimelerin o devre has söylenişlerine, metni güç anlaşı­lır hâle getirmeyecek derecede riayet edilerek, ifâdede eski havanın mu­hafazasına çalışılmıştır.

4. Herhangi bir kelime değiştirilmediği veya çıkarılmadığı gibi, ilâ­ve de edilmemiştir. Ancak, düştüğü muhakkak olan kelime parantez iğin­de olarak ilâve edilmiştir. 300. fetvada olduğu gibi.

5. Yine, iyi okunamıyan kelimelerin, okunması mümkün olan diğer şekilleri de, yanında parantez içinde olarak gösterilmiştir.

6. Hiç okunmayan birkaç kelimenin yeri boş bırakılarak (..) ile gösterilmiştir. Bunlar tek kelimelerdir. 408. fetvada olduğu gibi.

7. İfâdesi, bozuk zannı veren cümleler aynen muhafaza edilmiştir. İfâdenin bu şekilde oluşu, o günkü söyleyiş tarzına veya bazen de müstensihin dalgınlığına verilebilir.

8. Metinde “ayın” ve “hemze” ler kesme virgülü ile gösterilmiş, an­cak ikisi için farklı virgül kullanılmamıştır.

 

1- AİLE

 

I. Çocuk Ve Neseb

 

1. Mes’ele Zeydin bulûğuna kaç yaşında olmakla hükm olunur?

Elcevap: İkrâr ederse on ikisin tamam edicek olunur, eylemezse on sekizin tamam edicek değin olunmaz. [8]

2. Mes’ele Nisada ibtidâ-i hadd-i bulûğ nerdendir?

Elcevap: İkrar edicek, on ikisin tamam ettikte bâligadır. [9]

3. Mes’ele İnâsdan olanların bulûğuna kaç yaşın tamam etmek­le hükm olunur?

Elcevap: On yedi yaşın tamam etmekle olunur. [10]

4. Mes’ele Zeydin mutallâkası Hind, Zeydden olan veled-i sagîrini kâdîye varıp nafaka takdir ettirse Zeyd kabul etmeyip veledi Hindden hizâneden müstağni değil iken almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [11]

5. Mes’ele Hind takdir ettirdiği akçayı ba'de zamanin taleb ettikte Zeyd te'allül edip vermeyicek, Zeydi habs ettirmeye şer'an kadire olur mu?

Elcevap: Olur, sagîrin helakine müeddîdir veled-i kebîr gibi değildir. [12]

6. Mes’ele Müddet-i hizâne kız çocuklarda şer'an ne zamana de­ğindir beyan buyurular?

Elcevap: Hizâneden müstağniye olucak dahi âdet-i nisayı ta'um için bir miktar almamak evlâdır, meğer müştemit ola. [13]

7. Mes’ele Zeyd-i ma'sûmun müte'ehhil olan kardeşi Amr ile ammi olan Bekr olsa, şer'an hakk-i hizâne kangısınındır?

Elcevap: Erin Mzânesi olmaz hakk-i terbiyet kardeşinindir. [14]

8. Mes’ele Hind-i sagirenin hakk-i hizânesi ebesi Zeynebin olup, Hind on yaşma girdikte babası Zeyd, Hindi Zeynebin elinden al­mağa şer'an kadir olur mu?

Elcevap: Müştehat olup Zeyneb zabtına kadir ölmayıcak olur. [15]

9. Mes’ele Zeyd-i müteveffanın zevci Hind, ecnebiden Amra nikâhla vardıkta, Zeydin sagir oğlu Bekri Zeydin anası mı alır yoksa Hindin anası mı alır?

Elcevap: Hindin anası alır. [16]

10. Mes’ele Zeyd-i müteveffanın oğlu Amr-i sagirin hakk-i hizânesi Hindin olup beslerken, Bekr-i ecnebiye   vardıkta, hakk-i hizâne Hindin anası Zeynebin olup Amra takdir olunan nafakayı alıp, geri Hinde verip, Hind "aldım" dedikte verese kabul etme­yip, Zeynebe "Hinde verdiğini isbat eyle" deyu "yemin eyle" de­meğe kadir olur mu?

Elcevap: Hakk-i hizâne Hindin olmayıcak, Artırın nafakası­nı Hind almak meşru' değildir. [17]

11. Mes’ele Hind fevt oldukta, üç yaşında oğlu Zeyd ve dokuz yaşında kızı Zeynebi, mezkurların babaları Amrdan, Hindin ana­sı Hatice alıp nafaka takdir ettirip nafaka-i mezbûre ile besle­meğe kadir olur mu?

Elcevap: Olur, müştehat ise Zeynebi alamaz. [18]

12. Mes’ele Zeydin zevcesi Hind-i mutallaka, Zeyd-i mezburdan yedi yaşında kızı Zeynebe yevmî ikişer akça takdir ettirip, Zeyd' kadir olmayıcak, anası Hatice nafakasız beslerim der iken al­mağa kadire olur mu?

Elcevap: Müştehat ise Zeyd alır. [19]

13. Mes’ele Zeyd zevci Hinde talâk verip, ahar vilâyette sâkin-olup, Hindden olan oğlu Amr-i sagîr dokuz yaşına girip hakk-i hizâne sakıt oldukta, Zeydin marifeti yok iken kardeşi Bekr "kar­deşim oğludur" deyu Amrı Hindden almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz.  [20]

14. Mes’ele Zeyd-i müteveffanın, zevci Hindden bir yaşındaki oğlu Amr ile üç yaşındaki oğlu Bekri, Hind ile Hindin anası Haticenin elinden cebren, Zeydin babası ve kardeşleri alıp evlerine ilettiklerinde, Bekr ocağa düşüp yanıp fevt olup, Amr dahi inek sütü ile beslendiği ecilden fevt olup ölse, şer'an Zeydin babası ile kardeşlerine ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd lâzımdır.  [21]

15. Mes’ele Zeyd memlûkesi Hind-i sagîre, Zeydin zevcesi Zey­nebi emse, Zeyd Hindi tasarruf helâl olur mu?

Elcevap: İki buçuk yaşın içinde ise olmaz.  [22]

16. Mes’ele Hind, kulu Zeydi müddet-i rezâ'da emzirse, ba'dehu bey'a kadire olur mu?

Elcevap: Olur, amma lâyık değil. [23]

17. Mes’ele Zeyd Hindi tezevvüc etmek diledikte, mahallesi ahâ­lisinden ba'zı "onu zevcin Zeyneb müddet-i rezâ'da emzirdi idi, alma" deyip, Zeyd dahi "kızım ise dahi alırım"  deyip alsa ne lâzım olur?

Elcevap: Emzirdiği sabit olur ise tefrik ve ta'zir-i şedîd lâ­zımdır. "Kızım ise dahi alırım" dediği hükm-i şer'i redden sâdır oldu ise kâfir olur, katli helâl olur. [24]

18. Mes’ele Zeydin zevcesi Hind, anası Zeynebin sagîr oğlu Anın emzirse, nikâha zarar var mıdır?

Elcevap: Yoktur aksi dahi caizdir. [25]

19. Mes’ele Sünnet olduğu zamanda mu'tâddan eksik kesilmiş olan Zeyd, tekrar sünnet olmak şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz. [26]

20. Mes’ele Diyâr-ı Arabda avretleri sünnet ederler bu fi'l sün­net midir?

Elcevap: Müstehabdır. [27]

21. Mesele: Hind, kızı Zeyneb-i sagîreyi Haticeye iyalliğe verip, Hatice Zeynebi besledikten sonra, Hind Zeynebi cebr ile Haticeden almağa kadire olur mu?

Elcevap: Olur, amma Haticenin hatırın ri'âyet etmek ge­rektir. [28]

22. Mes’ele Zeyd, oğlu Amr-i sagîri fakır olduğu ecilden iyal­liğe verip "her ne harcedersen ba'de zamanin ben vereyim" de­yip, Bekr Amrı altı yıl besledikten sonra, Zeyd Amrı almak is­tedikten, Bekr dahi harcım Zeydden ger'an almağa kadir olur mu?

Elcevap: Miktarını isbât edicek alır. [29]

23. Mes’ele Zeyd sagîre kızı Hinde, cihaz deyu ba'zı nesne ediverip, hibe ve teslim etmeden Zeyd-i mezbur fevt olsa, verese-i Zeyd zikr olunan cihazı taksime kadir olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar, sagîre olucak teslim lâzım değildir. He­men ana edivermek kifayet eder, onuncun kendi kabz etmiş olur. [30]

24. Mes’ele Zeyd yabanda bulduğu oğlana infak etmeyip kâdîye vermek istedikte, kâdî "yabanda bulduğuna  beyyine ikâmet eyle" deyip Zeyd dahi eylese, kâdî oğlanı ibkâ etmeğe şer'an ka­dir olur mu?

Elcevap: Yabanda buldukta almakla hıfzını iltizam etmiş­tir, kâdî muhayyerdir, amma evlâ budur ki, aczi ma'lûm olucak alıp âhara vere, sonra geri talep eder, kezâlik dilerse alır Zeyde verir dilerse sonrakide ibkâ eder. [31]

25. Mes’ele Zeyd sıhhatinde mevlidinden mechûl-ün-neseb olan kulu Amra "oğlumdur" deyip bu ikrar üzerine fevt olsa, Zeydin Amr misilli oğlu olmak kabil olmakla, Zeydin oğlu Bekr var iken, Amr dahi Zeyde vâris olur mu?

Elcevap: Amrın mevlidinde mechül-ün-neseb idüğü beyyine ile sabit olursa olur, ve illâ olmaz. [32]

26. Mes’ele Dâr-ı harbde esîr olan Zeyd halâs olup dâr-ı İslâma geldikte, Amra "babamsın" deyicek, Amr da Zeyde "oğlumsun". Bu vech üzerine birkaç yıl geçtikten sonra Zeyd kavlinden rücû' edip Amra "babam değilsin" deyicek, Amr "oğlum değil­sin" deyip, kavilleri sicil olunduktan sonra fevt olucak, oğulları ile Zeyd dahi vâris olur mu?

Elcevap: Ahar kimsenin oğlu olup Amrın değil idüğü ta­mam zahir olmağın kavillerinden rücû' etmiş değil ise olur. [33]

27. Mes’ele Zeyd Amra tezevvüç ettiği cariyesi Hindden olan Bekr, Zeyd-i mezbur fevt oldukta, "ben Zeydin sulbü oğluyum" deyu da'va edip, beyyine ikâmet eylese, müteveffâ-i mezbûrun vâ­risleri dahi "raezbûr Amra tezviç olunduktan sonra olup, Amrın oğlu idüğüne" beyyine ikamet eyleseler, Zeyd-i mezbur hâl-i sıh­hatinde meclis-i hâkimde "Bekr benden değildir" deyu selb-i neseb dahi etmiş olsa kangısı evlâdır?

Elcevap: Verese beyyinesi evlâdır. Zeyd, Bekr Amrın oğlu idüğüne bir defa ikrar etti ise sonra "bendendir" deyu ikrar ve da'vet ettiğine beyyine-i âdile bulunsa dahi asla istimâ' olunmaz. [34]

Cevâbülâhar: Hind Amrın nikâhında iken doğduğun, yahud Zeydin "veled-i mezbur Amrdandır" dediğin isbat edicek, Zeyd sonradan (veled-i mezbur bendendir" dediğine asla i'tibar olun­maz. Veled-i mezbur Zeydin andan sonra "bendendir" dediğin is­bat ederse dahi lağvdır. [35]

28. Mes’ele Zeyd zevcesi Hindle, nikâhlanmazdan evvel olan ettikleri zinadan hâsıl olan veled, Zeydle Hinde vâris olur mu?

Elcevap: Hinde vâris olur Zeyde olmaz. [36]

29. Mes’ele Zeyd zevci Hindin, ahar ile zinadan veledi olsa, mezkûr veled ahardan idüğü mukarrer iken Zeyd fevt olucak Zeyde vâris olur mu?

Elcevap: Li'ân edişip veled anasına ilhak olunmayıcak mu­karrer olmaz, öyle oldu ise vâris olamaz. [37]

 

II. Ağırlık Ve Ergenlik

 

30. Mes’ele Zeyd kızı Hindi, Amrın üç yüz akça ağırlığın ala­mayınca, Amra tezvic eylemese, Amr ba'd-et-tezvic üç yüzü Zeyd­den almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olur, vermediği takdirce tezvic etmemek mukarrer olucak, ağırlık olmaz rüşvet olur. [38]

31. Mes’ele Zeyd, Amrın kızı Hinde namzed olup, bir miktar akça ve ba'zı esbâb kaim gönderse, Amr mukabelesinde dondan ve gömlekten ve şâir levazımdan ana mu'âdil ba'zı esbâb gönder­se, ba'de zamanın ayrıldıktan, Zeyd kalın deyu peyverdiği akçayı ve esbabı almağa kadir olur mu?

Elcevap: Kalın mehr-i mu'acceldir. Hediye değildir ki muka­belesinde ‘ivaz-ı muâdil gönderile, vermek lâzımdır.[39]

32. Mes’ele Hind hîn-i tezevvücde Zeyde ergenlik bir bağ verip, Zeyd dahi 'ivaz bir kaftan vermiş olsa, bir yıldan sonra mufârakat ettikte Hind Zeydden ol bağı almağa kadire olur mu?

Elcevap: Olur, rüşvettir, ivazın Zeyde verir. [40]

33. Mes’ele Zeyd, kızkardeşi Hind-i müteveffanın kızı Zeynebi, Amra zevceliğe verdikte, ergenlik onbin akça verse, Zeyneb fevt oldukta, Zeyd akçayı Amrdan almağa kadir olur mu?

Elcevap: Zeyd vermiş olucak ergenlik olmaz, rüşvet ise alır, hibe ise almaz. [41]

34. Mes’ele Hind, zevci Zeyde ergenlik verdiğin, Hindin fevtin­den sonra şâir verese Zeydden almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olurlar, rüşvettir [42]

 

III. Nikâh

 

35. Mes’ele Nikâhta tesâmü' ile şehâdet kabul olur mu?

Elcevap: Fî-zamânınâ olunmaz. [43]

36. Mes’ele "Hâkim ma'rifetsiz nikâh olunmaya" deyu emr-ı pâdişâhı vârid olmuş iken, hâkim ma'rif etsiz nikâh sahih olur mu?

Elcevap: Olmaz, meğer niza' ve husûmet olmaya. [44]

37. Mes’ele Hind, izn-i kâdî yok iken, bir kaç kimse huzurunda "kızım Zeyneb-i sagîreyi, kardeşim Amrm oğlu Bekr-i sagîre ver­dim" deyip Amr "Bekr için Zeynebi alıp kabul ettim" dese nikâh olur mu?

Elcevap: İzn-i hâkimle olmak emr olunmuştur.  [45]

38. Mes’ele Zeyd, sagîre kızını, Amrm sagîre oğluna şühûd mahzarında tezvic edip, Amr dahi alıp kabul eylese, amma ma'ri-fet-i hâkim olmasa, nikâh-ı mezbur sahîh olur mu?

Elcevap: Velayetleri kâmiledir, olur, hâkim kabul etmemek olmaz. [46]

Bu Surette: Hind bâliga oldukta nikâhı feshe kadire olur mu?

Elcevap: Olmaz. [47]

39. Mes’ele Hind-i  nâ-bâligayı, Zeyd nikâh eylese sahih olur mu?

Elcevap: Olur, amma velî babası yahud dedesi değil ise, Myâr-i feshi vardır, hîn-i bulûğda. [48]

40. Mes’ele Zeyd, bâliga kızını Amra "senin oğluna verdim" deyip, Amr dahi "oğlum için aldım, kabul ettim" deyip, üç yıldan sonra kızını âhara tezvîc etmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Kızın rızâsı ve huzûr-i suhûd olmayıcak nikâh değildir.  [49]

41. Mes’ele Zeyd Hind-i bâligayı, babası Amr izinsiz nikâh ey­lese, Amr, razı olmasa, nikâhı feshe kadir olur mu?

Elcevap: Olur, [50]

42. Mes’ele Zeyd namzedi Hind-i bâliga, Zeydden ayrılıp âhara varmağa rızâsı yok iken, babası, Bekre nikâh eylese, ba'dehu Zeyd taleb edicek, Hind Bekre varmayıp yine Zeyde varmağa kadire olur mu?

Elcevap: Babasının nikâhını kabul etmediyse Bekr alamaz, babasının rızası ölmayıcak dahi Hind Zeyde varamaz, ittifak lâzımdır. [51]

Bu Surette: Bekre vardığı takdirce, Zeyd, Hinde ve Hind ak­rabasına geçen nesnesin almağa kadir olur mu? Elcevap: Olur.  [52]

43. Mes’ele Hind, kendüyü Amra nikâh eylemeğe Bekri vekîl ettikten sonra, yine kendüyü Zeyde nikâh eylemeğe Beşri vekîl etmiş olsa, birbirinin haberi olmayıp ikisi bile nikâh etmiş olsalar, kangısının nikâhı sahih olur?

Elcevap: Kangısı evvel nikâh ettiyse ol muteberdir, azl-i zım­nîde ilim mu'teber değildir. [53]

44. Mes’ele Evli barklı oğlu olan Hind, bir taze oğlana varmak­la, oğlu Zeyde ar lâhik olup, leyle-i zifafta anasının evine birkaç taş vursa, ehl-i 'urf dahi etmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Asla olmaz, Zeyd izinsiz nikâhı dahi sahih değildir. [54]

45. Mes’ele Zeyd Hindi filân tarihten beri menkûhası idüğüne beyyine ikâmet eylese, Amr dahi Hind tarih-i mezburdan beri kendinin menkûhası idüğüne beyyine ikâmet eylese, kangısı makbu­ledir?

Elcevap: Tarihleri bir olucak hiç biri olmaz, beyyineler tehâtir eder. [55]

46. Mes’ele Hindin Zeyd menkûhası olduğun isbat eyledikte, Zeyd talâk verip mezbûre Hind mehr aldıktan sonra, Amr mez-bûre Hindin bundan akdem menkûhasın olduğun isbat ettiği tak­dirce, Zeyd Hindin mehir deyu aldığı akçayı Hindden almağa kadir olur mu?

Elcevap: Eğer asla halvet-i sahîha olmadı ise, halvet-i sahıha olduğu takdirce olmaz. Meğer tesmiye olunan mehr-i misilden zâid olsa, öyle ise ziyâdesin alır. [56]

47. Mes’ele Zeydin zevcesi Hindi, Amr boş sanıp, ma'rifet-i hâ­kimle nikahlanıp, Hindden bir veledi olduktan sonra Zeyd taht-ı nikâhında idüğü sabit ve zahir olup, yine Zeyde hükm olunsa, Hindin Amrdan olan veledinin nesebi sabit olur mu, ve Amr fevt oldukta vâris olur mu?

Elcevap: Olur, eğerçi nikâhı sahih değildir, ettiği ikâb icâbı hakkında zinadır. Amma zahir nikâh sureti olmağın Amra had vurulmaz, veledin Amrdan nesebi kat' olunmaz. [57]

Bu Surette: Hind-i mezkûre dahi Amra vârise olur mu?

Elcevap: Zeyde hükm olunan mekrûhenin Amra ne alâkası kalır ki veraset da'vâ eyleye, dahi Zeydin nikâhı bakî idüğü zahir olmadan Amr fevt olup hakîkat-i hâl andan sonra zahir olsa dahi, mekrûhenin tereke-i Amrdan alacağı hemen mehridir, eğer mehr-i misli müsâ'ade ederse, eylemezse mehr-i mislin alır. Mehir sıhhat-ı nikâha mevkuf değildir. Zinada dahi bir mâni' ile had sakıt olsa 'ukr lâzımdır, zinanın mehr-i mislidir. Amma miras tamam nikâh-i sahih olmadan asla meşru' değildir. [58]

 

IV. Şartlı Nikâh

 

48. Mes’ele Zeyd Amra altı yıl hizmet etmek şartıyla, Amr Zeyde kızı Hindi nikâh edip, cem' olmuş değiller iken Zeyd fevt olup, Zeydin veresesi Amrdan, Zeydin hizmet ettiği zamanın üc­retin talebe kadir olur mu?

Elcevap: Nikâh -olunmadıysa olur, olunduysa ecr-i mislinin Hindin mehr-i mislinden ziyâdesi var ise anı alır. [59]

49. Mes’ele Zeyd Hinde nikâh eyledikte "eğer Hindin rızâsı ol­madan ben kendim avret alırsam yâhud câriye   iştira edersem Hind benden boş olsun" dese, ba'dehu Zeyd fuzûlî nikâh ile Fâtımayı alsa, yahud Zeydin vekili ediniverip, ya cariye aliverse, Hind boş olur mu?

Elcevap: Bizzat almak üzerine şart etti ise olmaz.  [60]

50. Mes’ele Zeyd Hindi nikahla aldıkta "gayrı yerde ahar av­retim yoktur" dese "eğer var ise benden Hind boş olsun" dese, ba'dehu gayrı yerde avreti zahir olsa, Hinde talâktan ne vâki olur?

Elcevap: Bu sözü ba'd-ed-duhûl dediyse ric'i talâk boştur, ric'ine kadirdir, iddet içinde. Kablehu dedi ise iddet yoktur, bâin olur, tecdîd-i nikâh lâzımdır. [61]

51. Mes’ele Zeyd, Amnn kızı Hind-i bâliga İstanbulda olup, ba'­dehu alıp Mısıra gitmek şartı ile, hîn-i akidde iki yüz altın mehir takdir olunup, Hind dahi râziye olsa, ba'd-et-tezevvüc gitmemeğe kadire olur mu?

Elcevap: Olur, amma iki yüz altın mehr-i misilden ziyâde olup Mısıra gitmek şartı ile etti ise, mehr-i misilden ziyâdesi sakıt olur. [62]

52. Mes’ele Zeyd Hindi, şehirde sakin olmak şartıyla nikahlan­dıktan sonra, karyeye iletse, Hind-i mezbûre   "karyede olmayıp şehre giderim" demeğe kadire olur mu?

Elcevap: Mâbeyn mesâfe-i seferce yok ise olmaz. Amma şart-ı mezbur üzerine mehr-i mislinden bir miktar eksik mehr ile ni­kahlandı ise karyeye çıkarmak ile tamam olur. [63]

53. Mes’ele Zeyd Hinde nikâh ederken, Hind Zeyde  "sen beni koyup gidersen boş olayım mı" dedikte"ol" deyu  şart eylese, ba'd-en-nikâh Zeyd, Hindi dört yıl koyup gitse, ba'dehu Hind Amra varıp sekiz yıldan sonra ehl-i mahalle Amra "sen Hindi aldığın zaman Zeydden boş idüğün isbat etmedin" deyu dahle şer'an kadir olur mu?

Elcevap: Zeydin şart-i  mezbûru  muhakkak ise olmazlar. [64]

Bu Surette: Zeyd gâib olup, hayatı ve memâti ma'lûm olma­yıp, meclis-i kadide Hind, şart-ı mezbur muhakkak idüğüne ehl-i mahalle üzerine beyyine ikâmet eylese, istimâ' olunur mu?

Elcevap: Olunur, hâli üzerine ibkâ olunup, Zeyd gelince de­ğin ta'arruz olunmaz. [65]

 

V. Mehir

 

54. Mes’ele Zeyd Hinde namzed olup, bir miktar akça ve altın ve gümüş yüzük mehr-i mu'accel gönderse, ba'dehu kabl-en-nikâh, Zeyd feragat eylese yahud fevt olsa, mehr-i mu'accele rücû' olunur mu?

Elcevap: Olunur. [66]

55. Mes’ele Zeyd Hindi nikahlanır oldukta, vekîli Amra "üç bin akçadan artık razı değilim" dediğinden sonra, Amr altı bine-nikâh edip Zeyd işittikte "razı olmazdım" deyip, amma yine Hind ile cem' olsa, Zeyde altı bin lâzım olur mu?

Elcevap: Altı bin ettiğin kabul etmeyip cem' olucak, zina etmiş olur. Mehri kabul etmemek nikâhı kabul etmemeyi müstelzimdir. [67]

56. Mes’ele Zeyd, kızın Amra verdikte beş bin akça mehr-i mu'­accel kavi eyleyip, Zeyd akçayı almadan nikâh edip kızı Amra tes­lim eylese, ba'dehu Amr, zikr olunan beş bin akçayı vermemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz, vermeden kız yanına getirtmemeğe kadire­dir. [68]

57. Mes’ele Hind tezevvüc için Amrı vekîl edip "sen ne mikdar mehir re'y edersen anın üzerine nikâh olsun" deyip, Amr dahî Hindi Zeyde vekâlet ile üç bin akça mehr-i müeccel üzre nikâh edip, Zeyde gelip haber verip sükût edip, Hind ile halvet-i sahîha olup, duhûl ettikten nice zaman sonra Hinde talâk verdikte, "zamân-ı nikâhta üç bin akça mehre ben razı olmadım idi" deyu üç bini vermemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [69]

58. Mes’ele Hind mehr-i misli, anası mehriyle ma'lûm olur mu, ne ile ma'lûm olur?

Elcevap: Babası canibinden olan nisa' mehrine kıyas olunur.

Cevâb-ı Ahar: Hemşirelerine mukayese ile bilinir. [70]

59. Mes’ele Birkaç kimse "Hind gelin oldukta cümle mehrin hibe etti" deyu şehâdet edip, mehri ne mikdar idüğün bilmeseler, şehâdetleri makbul olur mu?

Elcevap: "Bağışladım" dediğine şehâdet ederler ise olur, "bağışladı" diye şehâdet ederlerse olmaz. [71]

60. Mes’ele Zeyd gerdeğe girdiği gece, ba'zı müslümanlar mah­zarında zevcesi Hind yengesi olan Zeyneb "Hind mehrinin bir mik­tarın Zeyde hibe eyledi" deyicek müslümanlar "hibesin andan bile­lim tapunsun" dediklerinde tapunsa, vech-i meşrûh üzre hibe sahîha olur mu?

Elcevap: Olmaz. [72]

61. Mes’ele Hind Zeyde mehrin hibe ettikten sonra Zeyd Hindi boşasa, Hind hibesinden rücû'a kadir olur mu? Elcevap: Hüsn-i mu'âşeret etmek şartıyla hibe etti ise olur. [73]

62. Mes’ele Zeyd Hinde nikahlanıp, halvet-i sahîha olmazdan evvel fevt olsa, Hind tamam mehrin almağa şer'an kadire olur mu?

Elcevap: Olur. [74]

63. Mes’ele Hind zevci hayatta iken mehr-i müeccelin talep edip almağa şer'an kadire olur mu?

Elcevap: Bu diyar âdeti üzre ecel ta'yîn olunmuş değil ise, mevtten talâktan evvel talep edemez. [75]

64. Mes’ele Zeyd Hindi üç bin akça mehr ile alıp, cem' olduktan sonra boşayıp, iki bin akça ile geri nikâhlansa, Hind Zeydden ev­velki üç bini almağa kadire olur mu?

Elcevap: Olur,  [76]

65. Mes’ele Hind Zeydden on iki bin akça mehir talep edip isbât eylese, Zeyd iki bin idüğün isbât eylese kangısı evlâdır?

Elcevap: Mehr-i misil Hinde müsâ'ide ise Zeyd beyyinesi ev­lâdır, Zeyde müsâid ise Hind beyyinesi evlâdır.  [77]

66. Mes’ele Sabıkan Cezayir paşası olan ağanın mu'tekası ve Hayreddin Paşa oğlu Hasan Paşanın menkûhası olan Hind "nikâ­hım bin altındır" deyu da'va edip, veresenin "nikâhın on dirhem gümüştür" dediklerinde bir hüccet ibraz edip, amma hüccet Cezâyirde olup, müddet-i medîde mürur etmeğin İstanbulda beyyineye kadire olmayıp, Cezâyirde beyyineye kadire olsa, ayniyle bin al­tın mehrin almağa kadire olur mu?

Elcevap: Mehr-i misil müsâid ise olur, ve illâ şâhidlerin şe­hâdetleri nakl oluncaya değin alamaz. Amma Hasan Paşa merhu­mun sânından on dirhem ile nikâh ba'îddir. [78]

Bu Surette: Hindin mehr-i  misli  ser'le  ne  makûle  kimseye kıyas olunur?

Elcevap: Hasan Ağanın şanına kıyas, eshâb-ı vukuf ta'yîn ve ittifakları ile olunur. [79]

67. Mes’ele Zeydin mutallâkası Hind, Zeyd fevt olduktan son­ra "üzerinde beş bin filori mehrim vardır" deyu Zeydin ağzı ik­rarına beyyine ikâmet eylese, Zeydin veresesi "mehrin beş bin akçadır" deyu beyyine ikâmet eylese, kangısının beyyinesi evlâdır?

Elcevap: Hind beyyinesi evlâdır. [80]

68. Mes’ele Zeyd-i medyun fevt olup, terike deynine vefa etme­se, zevcesi mehrin almağa kadire olur mu?

Elcevap: Şâir guremâ gibidir. [81]

69. Mes’ele Zeyd Hindi, her yükü otuz batman olmak üzere, yüz yük misk ve yüz yük zaferan ve yüz kul ve yüz câriye ve yüz deve mehr ile nikahlanıp, fevt olucak mümkün olmamağın, ve-rese-i Zeyd Hinde mehr-i mislinden ziyâde nesne vermemeğe ka­dir olurlar mı?

Elcevap: Olurlar, mikdâr-i kıymet meçhuldür. [82]

 

VI. Talâk

 

70. Mes’ele Zeyd  "helâlim haram olsun"  dese, niyet eylemese, talâk vâki' olur mu?

Elcevap: Olur.  [83]

71. Mes’ele Zeyd   "küllemâ-i şer'iyenin mefhûmu üzerime ol­sun" demekle (1) ma'nâsını olmağı zu'm edip telâffuz edicek, talâk vâki' olur mu?

Elcevap: "Ol sözden niyetim ol idi" der ise i'tirâfı ile olur. [84]

72. Mes’ele Zeyd, talâk tezekkür etmeden "ihtiyarın elinde ol­sun" demek ile şer'an zevcesi Hind boş olur mu?

Elcevap: Hind nefsini boşadıysa olur, ve illâ olmaz. [85]

73. Mes’ele Zeyd Hinde gazab arasında üç kere "boş ol, boş ol" dese Hind-i mezkûreye şer'an ne veçhile talâk vâki' olur?

Elcevap: Üç talâk lâzımdır.  [86]

74. Mes’ele Zeyd,  meclis-i şer'de “zevcem Hindi iki üç, defa boşadım idi" dedikten sonra "üç defa dedikte kâzib idim" deyu yemin eylese, tasdik olunur mu?

Elcevap: Olunmaz, yalan ise dahi üç talâk boş olur. [87]

75. Mes’ele Zeyd-i ümmî "inşâ'allah avretim üç talâk boş ol­sun" dese, inşâ'allah demenin ma'nâsın bilmese, talâk vâki' olur mu?

Elcevap: Olmaz, ma'nâsın bilmek lâzım değildir. [88]

76. Mes’ele Zeyd üç talâka şart ettikte, nefsi işitecek kadar "inşâ'allah" dediğine, yemini ile tasdik olunur mu?

Elcevap: Kulağı işitti ise olunur, hâkim tasdik edicek. [89]

77. Mes’ele Hind zevci Zeyde "eğer bir yıla değin sıladan gel­mez isen, irâdetim elde olsun mu" dedikte Zeyd dahi "olsun" dese, ba'dehu Zeyd-i mezbur bir yıla değin gelmediği takdirce, Hind kendi kendin üç talâk boşamağa kadire olur mu?

Elcevap: Olur, bir yıl tamam oldukta te'hîr etmeyicek. [90]

78. Mes’ele Zeyd ahar yere gider oldukta, zevci Hinde "altı aya dek gelmezsem irâdetin elinde olsun" deyip gidip, dört yıl geçip gelmeyicek, Hind nefsini boşamak ile Zeydden boş olur mu?

Elcevap: Olmaz altı ay tamam oldukta kadiredir.  [91]

79. Mes’ele Zevci nâbedîd olan Hind, nafakaya aczi olucak teşeffu' edip, şâfi'î kâdîsi tefrik edip zevc-i âhara varsa,  ba'dehu Zeyd gelse zevcesin geri alabilir mi?

Elcevap: Alamaz. Ahmed. [92]

Cevâb-ı Ahar: "Teşeffu' hususu Diyâr-ı Kûmda carî olma­ya" deyu men'-i sultanî vâki" olmuştur. Ebussu'ûd. [93]

80. Mes’ele Zeyd-i sancak beyi, Arara îzâ' edip avreti Hinde talâk verdirse, ikrahla talâk vâki' olur mu?

Elcevap: Olur, talâk makûlesinde ikrah zarar eylemez, he­men eseri bunda zahir olur ki Hind medhûlün bihâ olsa, Amrın üzerine lâzım olan nısf-i mehri ikrah eden zâmin olur idi. [94]

81. Mes’ele Zeyd zevcesi Hinde "benden boş ol" demekle hilâl-i iddette kâdî izin verip tekrar nikâh-ı cedide muhtaç olur mu?

Elcevap: Olmaz, ric'ate kadirdir. [95]

82. Mes’ele Zeyd zevci Hindi talâk-i ric'î ile bogayıp, Hind tekmîl-i iddet edip, Amra varmak istedikte, Zeyd men'e kadir olur mu?

Elcevap: Kadir olmaz, ha'd-el-idde hâindir. [96]

83. Mes’ele Zeyd zevcesi Hinde "anam ve kızkardeşim ol" dese, şer'an Hind Zeydden boş olur mu?

Elcevap: Haram olmak niyeti ile deyicek hâin talâk boş olur, "onlar gibi sevgili ve hürmetli ol" demek murad ise olmaz, makam karînesiyle murad ma'lûmdur. [97]

84. Mes’ele Zeyd zevci Hinde  "senden gayri aldığım alacağım üç talâk boş olsun" dese her avret tezevvüc ettikçe talâk-ı selese vaki' olur mu?

Elcevap: Olur. [98]

85. Mes’ele Zeyd, Amrdan nakil tarîki ile "Amr, aldığım alaca­ğım boş olsun dedi" demek isterken "Amr aldığım alacağım boş olsun" deyu lâfzın teneffüs mikdarı kat' eyleyip sonra dese, şer'an Zeyde nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Olmaz, sadr-ı kelâmda Amrı zikir hikâyet ve nak­le delildir. [99]

86. Mes’ele Zeyd düşünde, zevci Hind ile çekişip Hinde "benden boş ol, üç talâk" dese, boş olur mu?

Elcevap: Uyanıkla demekten sakınsın. [100]

87. Mes’ele Zeyd, bene yiyip ve boza içip, akıl-zâil iken avre­tin üç talâk boşasa, talâkına i'tibar olunur mu?

Elcevap: Yeri göğü bilmez idi ise olunmaz. [101]

88. Mes’ele Sara zahmetine mübtelâ olan, meşruluğu hâlinde avretin boşayıp, ifâkat bulduktan sonra asla boşadığmdan haberi olmasa, şer'an avreti boş olur mu?

Elcevap: Olmaz, akıl olmayıcak. [102]

89. Mes’ele Zeyde cünûn galebe edip, zevci Hinde talâk verse, talâk vâki' olur mu?

Elcevap: Değildir. [103]

90. Mes’ele Zeyd, zevci Hindi bî-günâh yerde döğerken, Amr "şer'î değildir, niçin döğersin" demeğin "ben şer'i bilmezim" de­se ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfir olur, Hind bâin olur, mehrin alır, dilediği müslime varır. [104]

91. Mes’ele Zeyd, zevcesi Hindin ağzına ve dînine cima' lâfzı ile şetm eylese, şer'an Hind Zeydden boş olur mu?

Elcevap: Firkat vaki' olur. [105]

92. Mes’ele Zeydden kelime-i küfr sâdır olsa, tecdîd-i nikâh olunmak lâzım gelip, zevcesi Hind, Zeyde yine nikâh olunmağa râziye olmayıcak nikâha icbar olunur mu?

Elcevap: Güçle nikâh lâzım değil, küfür kendinden sâdır ol­mamış ki icbar oluna. [106]

93. Mes’ele Zeyd üç defa şer-i şerife muhalif ba'zı kelimât edip, üç defa tecdîd-i nikâh olundukta, zevcesi, zevc-i âhara varmadan Zeyd almak caiz olur mu?

Elcevap: Hind rızasıyla olunur, irtidadla vâki' olan talâk değildir, fesihdir. [107]

94. Mes’ele Zeyd-i müslimden hatâen elfâz-i küfr sâdır olsa, zev­cesi haram olduğu takdirce boş olur mu?

Elcevap: Ol vech ile vâki' olan firkat fesh-i nikâhladır, ta­lâk ile değildir, kaç defa vâki' olduysa, hülleye hacet yoktur. [108]

95. Mes’ele Zeydin zevcesi Hind, elfâz-ı küfr söylemek ile Zeyd­den boş olur mu?

Elcevap: Olmaz, nikâh münfesih olmadan bâin olur. [109]

96. Mes’ele Hind, Zeyd-i ehl-i 'ilme "ben zevcim Amrdan boş olma­ğa tarik nedir" deyu su'âl ettikte, Zeyd dahi ba'zı kimseler huzu­runda "kâfire oldum de" deyu ta'lîm eylese, ol dahi dese, ne lâzım olur?

Elcevap: Hindden evvel ol me’un kâfir olup katli mubah olur, Hind yine îmâna getirilip, cebr ile Amra nikâh olunur. [110]

97. Mes’ele Hind zevci Zeyde, bî-huzûr olup "bir gün senden boş düşmek için küfür söylerim" dese, Hinde ne lâzım olur?

Elcevap: Küfür söylemeğe azm ettiği gibi kâfire, olur, Zeyd­den bâin olur. Amma yine cebr ile iman getirtilir, tecdîd-i nikâh olunur. [111]

Bu Surette: Hind nikâha râziye olmadığı takdirce ne vech ile olunur ?

Elcevap: Kâdî meclis-i şer'e getirip iki şâhid mahzarında ni­kâh eder. [112]

98. Mes’ele Zeydin zevci Hind, kasıtla küfür söyledikte, Zeyd talâk vâki' oldu zannedip, esbabından ba'zm alıp  gitse, talâk-ı bâin vâki' olmuş olur mu?

Elcevap: Küfür söylemek ile talâk vâki' olmaz, fesh-i nikâh ile bâin olur. Amma yine ta'zîr-i beliğ ile İslama getirdikten sonra, Zeyd cebrile tecdîd-i nikâh edip alır. [113]

Bu Surette: Hinde cebir ne mertebede meşrû'dur?

Elcevap: İslama cebr-i şedîd ve habs-i medîd ile olur. İsla­ma geldikten sonra, hâkim iki şâhid mahzarında Zeyde nikâh et­mekte Zeydin menkûhası olur, cebrile evine alır gider. [114]

99. Mes’ele Zeyd "zevcim Hindin evine varmıyayım tevbe-i nasûh olsun dese" varmağa tarîk nedir?

Elcevap: Varsın, nesne yoktur, helâle tevbe olmaz.  [115]

 

VII.  Hal'

 

100. Mes’ele Zeyd zevci Hind "beni boşa" dedikte Zeyd dahi "eğer sabah namazı vaktinde, mehrinden ve  nafakadan ve sâir-hukûkundan feragat edersen, bâin talâk ve üç talâk ve yüz talâk, ve bin talâk boş ol" dedikten sonra, vakt-'i mezbûrda Hind feragat etmiş olmayıcak, mezbûre Hind Amr-i imama varıp Amr "nice oldu" deyicek "bin talâk ol dedi, mehrimden ben de geçtim" de­miş olmakla, üç talâk olmuş olup, Zeydden tefrik olunmak caiz olur mu?

Elcevap: Nafakasından ve şâir hukukundan geçtiğine dahi ikrar ettiyse olur. [116]

101. Mes’ele Zeyd, zevci Hindi iki defa bâin talâk ile boşâyıp yine alsa, Hind sonradan, mehrinden ve nafaka-i iddetinden geç­mek şartı ile Zeyd ile hal' eyleyip, ba'dehu Hind mehrin ve nafaka-i iddetin talep eyledikte Zeyd Hinde "ben seni mehrinden ve nafaka-i iddetinden geçmek şartı ile boşandım" deyip, geri almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz, ve Hind talebe dahi kadire olmaz. [117]

102. Mes’ele Hind, zevci Zeyd ile mehrinden ve nafaka-i idde­tinden feragat edip ve Zeydden olan bir yaşındaki sagîresin na­faka takdir ettirmeyip, kendi yanından yedi yıla değin beslemek üzere hal' okuştuktan sonra Hind "fakirim" deyu sagîre-i mezbûreye nafaka takdir ettirip nesne almağa kadire olur mu?

Elcevap: Olur amma kudreti oldukta yine Zeyde öder. [118]

103. Mes’ele Hind veled-i sagîrinin yedi yıllık nafakasın kendi yanından vermek üzere zevci Zeyd ile hal' edişip, hâkim-ül-vakt sıhhat-i hal'a hükm edip, hüccet verse, ba'dehu veled-i sagîr fevt olsa, Zeyd-i mezbûr Hindden sagîrinin yedi yıllık nafakasın talep edip almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olur.  [119]

104. Mes’ele Zeyd Hinde verdiğinden, sonra ziyâde bedel-i hal' almak caiz olur mu?

Elcevap: Lâyık olmaz, etmemek gerektir. [120]

 

VIII. Îddet

 

105. Mes’ele Zeyd hâtûnu Hindi boşayıp, iddet içinde Zeyd fevt olsa, Hind dört ay on gün iddet-i vefat mı çeker yoksa iddet-i talâk mı?

Elcevap: Talâk-ı ric'î ise iddet-i vefat lâzım olur. [121]

106. Mes’ele Hind, iddeti tamam olmadan, iddet tamam oldu sa­nıp, Zeyde tezevvüc eylese caiz olur mu?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd lâzımdır, sanmak özür değildir. [122]

107. Mes’ele Talâk veren zevc-i evvelin gayrı olan Zeyd, Hindi iddet içinde nikahlanıp, iddet tamam olunca halvet olmasa, nikâh sahih olur mu?

Elcevap: Olmaz. [123]

108. Mes’ele Zeyd, zevci Hind-i müteveffiyenin hemşiresi Zeynebi iddetsiz nikâhlansa, iddeti çıktıktan sonra tekrar, nikahlan­mak ile helâl olur mu.?

Elcevap: Bu surette iddet lâzım olmaz, nikâh sahihdir, talâk gibi değildir. [124]

109. Mes’ele Zeyd Hindi boşadıktan sonra, Hindin iddeti içinde hemşiresi kızını tezevvüc etmek şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz, Hindin mevti gibi değildir. [125]

110. Mes’ele Zeyd fevt olup, zevci hurretül-aslı Amr nikahlanıp, ba'dehu "senin nikâhın sahih değildir, iddet içinde olmuştur" deyu, Bekr beyyine ikamet edip kendi nikâhlansa, Âmr "Hindin iddeti, iddet-i vefattır Zeydin fevti gününden dört ay on gün geçtikten sonra nikahlanıp dururum, müslümanlar bilir" deyu beyyine-i 'âdi­le ikâmet eylese, kangısının beyyinesi evlâdır?

Elcevap: Amrın beyyinesi evlâdır.  [126]

111. Mes’ele Zeyd "eğer filân fi'li işlersem avretim üç talâk boş olsun" deyip, ba'dehu ol fi'li işleyip, altı ay miktarı zevcesi ile ev­velki üslûp üzere mu'âşeret edip, müslümanlar muttali' olup, tefrik olundukta, avretin iddeti talâk vâki' olduğu zamandan mı i'tibar olunur, yoksa tefrik zamanından mı?

Elcevap: Talâka inkâr üzerine mu'âşeret ettiyse yevm-i tef­rikten iddet çeker, ve illâ yevmi vukûi şarttır. [127]

112. Mes’ele Zeyd zevci Hinde talâk verip, sonra iddet içinde Zeyd fevt olup, Hind Zeyde vâris olur mu?

Elcevap: Talâk-ı ric'î ise olur. [128]

113. Mes’ele Zeyd zevci Hindi bâin talâk boşayıp, iddeti içinde fevt olsa, Hind Zeyde vâris olur mu?

Elcevap: Sıhhatinde iken boşadı ise, yahud marazı olursa da avretin talebi ile boşadı ise olmaz, ve illâ olur. [129]

 

IX. Şart

 

114. Mes’ele Zeyd "eğer zevcim Hinde simden geru cima' eder­sem, benden üç talâk boş olsun" dedikten sonra cima' etmeden bâ­in talâk boşayıp ba'd-el-iddet nikâhlansa sahih olur mu?

Elcevap: Hâdır buna çare yoktur. [130]

115. Mes’ele Zeydin kızı Hindi Amr nikahlandıktan sonra, mezbur Amr "eğer Hind-i mezbûreyi kabul edersem benim anam ve hemşirem olsun" dese şer'an mabeynlerinde tefrik lâzım olur mu?

Elcevap: Bu sözden hergiz niyet eylemediyse nesne lâzım ol­maz, eğer talâk niyet ettiyse zihâr olur, ya bir esir azad eyleye, kadir değil ise altmış gün mütetâbvan oruç tuta, kadir değil ise altmış miskin doyura [131]

116. Mes’ele Zeyd, kızı Hindi Amra namzed ettikten sonra, "al" dediği mukabelede "bu günden sonra Hindi alırsam, anam kızım kardeşim olsun" dese Hindin yine Amra nikâhı sahih olur mu?

Elcevap: İhtiyaten iki defa nikâh olmak gerektir, meclis-i vâhidde olur ise caizdir. [132]

117. Mes’ele Zeyd "Anın dört çeyrek edip kati etmez isem, av­retim üç talâk boş olsun" dese, Amrı kati etmeğe kadir olmadığı takdirce şer'an avreti boş olur mu?

Elcevap: Âdeti bu ise, Zeydin ya Amn ya Hindin her han­gisi evvel fevt olursa, âhir nefeste boş olur. [133]

118. Mes’ele Anasına ve babasına muvacehelerinde "eğer ikinizi de kati eylemezsem avretim üt talâk boş olsun" deyip Zeyd kati etmeyicek, talâk ne vakit vâki' olur?

Elcevap: Ya kendinin ya avretinin ya babasının ya anasının âhir nefeslerinde vâki' olur. [134]

Bu Surette: Avretin âhir nefesinde vukû'-i talâkın vechi ne­dir?

Elcevap: Mezkûrların katline zaman ta'yin etmeyicek, tâ ka­tillerinden ye's vâki' olmayınca talâk vâki' olmaz. Niteki mel'ûnun yâ ehad-i ebeveyninin âhir-i ömründe, katilden ye's muhakkak olup hür' muhal ve hins mukarrer ve talâk vâki' olur. Avretin âhir-i hayatında dahi ye's mukarrer olup, hür' muhal ve hins mukar­rer ve talâk vâki' olup, mel'un avretine vâris olmaz. [135]

119. Mes’ele Zeyd "Amra kızım verirsem, avretim üç talâk boş olsun" dese, hâlen vermek isteyicek, avreti boş   olmadan  ver­meğe tarîk-i şer'i var mıdır?

Elcevap: Kendi mehmâ emken men' edip, kızı şâir akraba­sı vericek nesne olmaz. Avretin hâin talâk boşayıp, ba'd-el-idde kendi verse dahi nesne olmaz. [136]

120. Mes’ele Zeyd-i mücerred "eğer ben Hindi bizzat ve bi-l-vasıta nikâhlanıcak olursam, her aldıkça benden üç talâk boş olsun" dedikten sonra fuzûlî nikâh edip verseler, şer'an tefrik lâzım olur mu?

Elcevap: Olmaz, nikahlanmak bizzat yâhud vekil ile olan akde ıtlak olunur. [137]

121. Mes’ele Zeyd-i serhoş iki yakasın yırttıkta, zevci Hind "ni­çin böyle edersin" deyicek, Zeyd "bir daha senin gömleğin giyer­sem üç talâk boş ol" dese, ba'dehu keten satın alıp, Hind eğirip. Zeyd dokutma akçasın verip, Hind biçip dikip, ol gömleği Zeyd giyse, talâk-ı selâse vâki' olur mu?

Elcevap: Yakasın yırttığı gömlek bu makûle idi ise olur, izafet ednâ mülâbese için olur. "Senin mübaşeretinle hâsıl olan gömleği giyersem" demiş olur. [138]

122. Mes’ele Zeyd "eğer filân nesneyi edersem, her aldığım avret boş olsun ve fuzûlî dahi edersem boş olsun" dese Zeyd nikâhla avret almak caiz olur mu?

Elcevap: İki baştan fuzûlî nikâh olunup avret kabul etme­den Zeyd kabul edip avret sonra kabul edicek nesne olmaz. [139]

123. Mes’ele İki avreti olan Zeyd "eğer filân firli işlersem avre­tim üç talâk boş olsun" dese, ba'dehu ol fi'li işlese, iki avreti üç; talâk boş olur mu?

Elcevap: Biri olur, ta'yinde muhayyerdir. [140]

124. Mes’ele Zeyd Amra "bir dahi bu san'ati senin ile işlersem, avretim Hind üç talâk boş olsun" dedikten sonra, Hind talâk-i bâin verip, ba'dehu yine Amr ile işlese, geri Hindi tezevvüc eylese, sonra Amr ile işlediği takdirce talâk vaki' olur mu?

Elcevap: Ba'd-et-talâk Amr ile işlediği iddet içinde ise üç talâk boştur, hullesiz nikâh mümkün değildir. Eğer iddet tama­mından sonra işledi ise andan sonra nikâh sahihtir, andan sonra işlemekle talâk vâki' olmaz. [141]

125. Mes’ele Zeyd tecridi hâlinde "eğer filân fi'li işlersem, alıp alacağım üç talâk boş olsun" deyip, ba'dehu ol fi'li işleyip, ba'de zamanin Zeydin haberi yok  iken,  Amr Hindi tezvîc edip Zeyde i'lâm ettikte, Zeyd sükût edip, amma Hinde bir mikdar meta' gön­derse, akid sahih olup Hindi tasarruf kadir olur mu?

Elcevap: Olur, mehrin gönderdi ise.  [142]

126. Mes’ele Zeyd zevci Hinde "eğer seninle bir döşeğe girip ya­tarsam üç talâk benden boş ol" dediğinden sonra. Zeyd Hindi bir döşeğe girmeden halı üzerinde yahud minder üzerinde etmekle, Hind Zeydden üç talâk boş olur mu?

Elcevap: Olmaz, ebedî döşeğe girmemek gerektir.  [143]

127. Mes’ele Hind "zevcim Zeyd ile bir döşeğe yatarsam, babam Amr ile zina etmiş olayım" dese ba'dehu geldikte Hind ne eylesin?

Elcevap: İstiğfâr-ı kesîr eylesin. [144]

 

X. Hülle

 

128. Mes’ele Zeyd zevcesi Hindi hatâ ile üç talâk boşayıp, bir­birini isteyip, dileyip, müsâhabet eyleyip, hullesiz  almak dilese, şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Ne'ûzübülâhi te'âlâ, mümkün müdür [145]

129. Mes’ele Zeyd zevcesi Hindi üç talâk boşayıp, ba'dehu hülle olunmadan nikâh ettirip tasarruf eylese ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır. [146]

130. Mes’ele Zeyd menkûhası Hind üç defa bâin talâk boşayıp, ba'dehu hullesiz yine tasarruf eylese, Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Had ikâmet olunur, [147]

131. Mes’ele Zeyd üç talâk boşadığı Hindi, hullesiz tekrar ken­dine nikâh sahih olmadığın bilip, hullesiz kendine nikâh ettirse şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: İmam-ı A'zam katında darb-i şedîd ile ta'zîr olunur, İmâmeyn katında had ikâmet olunur. [148]

Bu Surette: Zeyd, hullesiz Hindi nikahlandıktan sonra Hindden velet zuhur eylese veled-i zina olur mu?

Elcevap: "Gâyetül-Beyan"da e(ba'z) ashabımız, ademi sübût-i nesebi men ettiler" deyu mezkûrdur. [149]

Bu Surette: Zeyd Hindi hullesiz alıp tasarruf ettiğin bilip sükût eden kimselere şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Vülât-i emre i'lâm eylemek lâzımdır. [150]

132. Mes’ele Zeyd zevci Hindi boşadıkta üç talâk, hülle ihtiyar etmeyip, nâib olan Amr, Zeyde "kâfir ol, yine müslüman ol" deyip, Zeyd dahi el-iyâzü billâh kâfir olup yine müslüman olduktan son­ra, Amr, Hindi, Zeyde nikâh eylese ettiği nikâh sahih olur mu?

Elcevap: Nâib Zeydden evvel kâfirdir, ikisinin dahi katli mubâh-ı sahih olmak mümkündür.  [151]

133. Mes’ele Zeyd zevcesi Hindi üç talâk boşadıktan sonra, cimâ'a kadir olmayan pîre, yâhud on iki yaşında oğlancığa hülle etseler, ba'dehu Zeyde nikâh caiz olur mu?

Elcevap: İnzal lâzım değildir, idhâl mukarrer olucak olur, il­lâ olmaz. [152]

134. Mes’ele On iki yaşın tamam edip, bulûğuna i'tiraf etmeyen oğlana, hulle-i sahîha olur mu?

Elcevap: Bulûğuna ikrar etmeyicek talâkı sahih olmaz. [153]

135. Mes’ele Hind-i mutallâkayı Zeyd-i nâ-bâliğe hülle eyleseler, Zeyd vat' ve tatlîka kadir olmasa, Hind südün emmek ile talâk vâki' olur mu?

Elcevap: Müddet-i rezâ'da emdi ise olur, amma hülle değildir, lağvdır. [154]

136. Mes’ele Zeyd zevcesi Hindi üç talâk boşayıp, Zeyd bir kul iştira edip, Hinde tezvîc edip, ba'dehu kulu Hinde hibe eylese, boş oldukta hülle olur mu?

Elcevap: Olur, eğer daha hibe etmeden kul Hinde idhâl etti ise. [155]

 

XI.    Aile Hayatı

 

137. Mes’ele Altı yaşındaki Hind-i yetime, Zeydin menkûhası olup, Zeyd "nafakasın ben veririm, malından nafaka takdir olun­masın" dedikte, Hind anası, yevmî iki akça takdir ettirip, malın­dan almağa kadire olur mu?

Elcevap: Zeyd verir ise olmaz.  [156]

138. Mes’ele Zeydin menkûhası Hind-i bakire, daha ana evinde iken Zeydin üzerine nafaka takdîr ettirse, ba'dehu ecr-i misil üzre takdir olunan nafakayı Zeydden almağa kadire olur mu?

Elcevap: Evinde kalıp Zeydin yanına varmaması, Zeydin ih­mâli için olup, Hind tarafından olmayıp, hâkim istidâne emr etti ise dahi olur. [157]

139. Mes’ele Zeyd zevcesi Hind ile, Hindin anası Zeynebin evin­de bile olurlarken, Zeyd Zeyneb ile zindegâne edemeyip çekişseler, Zeyd Hindi evinden çıkarıp, mahalle aşırı kendi mülk evine alıp gitmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olur. [158]

140. Mes’ele Zeyd, mülk cariyesi Hind bey'  eylemek istedikte, zevcesi Hatice "elimde sagîrim var, ben tenhâ evin cümle hizmetin edâ etmeğe kadir değilim" deyu cariyeyi sattırmamağa kadire olur mu?

Elcevap: Olmaz, amma hizmet etmemeğe kadire olur. [159]

141. Mes’ele Zeyd câriyesiyle cem olup, avreti havfmdan sabah abdest alıp, namaza öykünse, rükû'un ve   sücûdun sahih eyle-mese, Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Tevbe ve istiğfar lâzım olur. [160]

142. Mes’ele Zeyd, zevcesi Hind ile sakin oldukları şehirden Hin­din rızâsı yok iken, Zeyd Hindi ahar şehre alıp gitmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Hilaf vardır, eğer Zeyd sâlih kimse ise, Hindi diyâr-ı gurbete iledip bî-huzûr eylemek ihtimâli yok ise, hâkim izin verir ise olur ve illâ olmaz [161]

143. Mes’ele Zeyd zevcesi Hindi, Galatadan mülk evinden, hazret-i Ebi Eyyûb Ensârîye alıp gitmek istedikte, nafaka vermeme­ğe şer'an kadir olur mu?

Elcevap: Eğerçi kadir olur, amma bahane ile ta'cîz etmek meşru' değildir, bir tarîk ile irzâ etmek lâzımdır. [162]

144. Mes’ele Zeyd zevcesi Hinde envâ'-i îzâ edip kâdînin malûmu olsa, Zeydden tefrika kadir olur mu?

Elcevap: Ezadan ne tarîk ile mümkin ise men' eylemeğe ka­dirdir. [163]

145. Mes’ele Zeyde cebr ile "eğer zevcen Hindi bir dahi döğersen, sancak subaşına bin akça nezrin olsun mu" deyip "ol­sun" dese, ba'dehu döğse bin akçayı vermek lâzım olur mu?

Elcevap: Kefâret-i yemin ile halâs olur. [164]

Mes’ele Se'âdetlû sultânım "ehl-i  'urfe nezir lağvdir" deyu buyurulmuş idi.

Elcevap: Avretin döğmeğe izin verilmiş olmasın. [165]

146. Mes’ele Zeyd Hinde "göçüp ev ile validen yanına varırsan, üç talak boş ol" dedikte, mezbur şartı "unutma" deyu bir kâğıda yazıp, evinin duvarına yapıştırdıktan sonra, ba'de zamanın hacca gider oldukta, Hind-i mezbûreyi hamama ve düğüne varmaktan ve nâ-mahreme görünmekten men' edip, tenbîhan, "unutma" deyu bunları dahi mezbur kâğıda yazıp gittikte, Hind Zeydin kendini men'en yazdığı nesneleri işlemekle, Zeyd   "mezburları şart et­medim" deyu yemin, ederken, şer'an Hinde talâk vâki' olur mu?

Elcevap: Olmaz, şart ettiği sabit olmayıcak. [166]

147. Mes’ele Zeyd hacca gider oldukta, zevcesi Hinde "eğer ben gelince, hamama, düğüne varırsan ve nâmahreme görünürsen üç talâk benden boş ol" dese ve zikr olunan şürûtu bir kağıda yazıp evi­nin duvarına yapıştırıp gitse, Zeyd hacda iken Hind şürût-i mezkûreyi işlese, talâk-i mezkûr vâki' olur mu?

Elcevap: Olur.  [167]

Bu Surette: Şürût-i mezkûreyi kâğıda yazıp yapıştırdığın ikrar edip, kavlen dediğin inkâr eyleyip, yalnız Amr kavlen dediğine şehâdet eylese Hind Zeydden tefrik olunur mu?

Elcevap: Telâffuz etmeden yazdığına bir sebeb-i şer'î beyân etmeyicek, inkârına i'tîbar yoktur. Eğer "Hindi tahvîf için ettim" der ise, zahirdir ki "yazılana muhalefet edersen boş olursun" de­miştir. Tefrik olunur. [168]

148. Mes’ele Hind zevci Zeydden izinsiz, babası evine vardığı için, Zeyd Hindi darb eylese ne lâzım olur?

Elcevap: Çok nesne lâzım olmaz. [169]

149. Mes’ele Zeyd, zevcesi Hindi döğüp evinden koğsa, Hind-i mezbûre anası evine varsa, Zeyd üzerine nafaka takdir ettirme­ğe kadire olur mu?

Elcevap: Olmaz, eğer Zeyd taleb edip gelmezse. Amma Hind Zeydin evine gelmek isteyip, Zeyd razı değil ise, hâkim takdîr-i nafakaya kadirdir. [170]

150. Mes’ele Hind zevci Zeyde "yine gelirim" deyu kardeşlerin görmeğe izin alıp, nice zaman gelmeyip, kardeşleri katında sakin olup, Zeydden bu kadar zamanın nafakasın almağa kadire olur mu?

Elcevap: "Gel" deyip gelmedi ise nafaka lâzım olmaz, ve illâ otuz günden ziyade oturdu ise yine sakıt olur. [171]

151. Mes’ele Zeyd, zevcesi Hindi yevmî yirmişer akça nafaka tak­dir edip, ol diyardan beş yıl sefer edip, gâh yılda gâh iki yılda bin veya iki bin akça gönderse, Zeyd zikr olunan nafakaya kudreti yeter kimse olsa, Hind takdir olunan nafakanın bakîsin dahi al­mağa şer'an kadire olur mu?

Elcevap: Madem ki hayatta olalar ve nikâh kâim ola, kadire olur. Zeyd fevt olsa ya talâk verse, istidâne emr olunduysa yine kadire olur. [172]

152. Mes’ele Zeyd-i gaibin mevti haberi gelmeden, zevci Hind âhara varmağa kadire olur mu?

Elcevap: Olmaz. [173]

Bu Surette: Hind Amra varıp, Amrın Hindden veledi olsa, veled-i zina olur mu?

Elcevap: Olmaz, Zeyd gelir ise dahi nesebi Amrdan sabittir. Anasını Zeyd alır. Sübût-i neseb sıhhat-i nikâha mevkuf değildir. [174]

153. Mes’ele Karye ehlinden maslahatın kendi görüp, pınar­dan su getiren Hind, muhaddere olur mu?

Elcevap: Olmaz. [175]

154. Mes’ele Hamama ve kuraya giden Hind, muhaddere olur mu?

Elcevap: Olur, ırz ü vakarla ve hadem ü haşem ile giderse. [176]

155. Mes’ele Hamama ve düğüne ve ahar mahalleye seyrâna va­ran Hind, muhaddere olur mu?

Elcevap: Olur, eğer haşmetle varır ise. [177]

156. Mes’ele Babası 'utekâsına ve evlâd-i  'utekâ ve hemşireleri zevcine görünen Hind, muhaddere olur mu?

Elcevap: Muhadderelikte mu'teber olan, hudûd-i şerîat-i şerifeyi ri'âyet değildir. Onuncun kâfirelerde dahi muhaddere bu­lunur. Ele görünüp mesâlihine bizzat mübaşeret eder değil ise, mukadderedir. [178]

157. Mes’ele Zeydin Hind-i muhaddere ile husûmeti olup, Hindin zevci, Hindi mecüs-i kâdîye ihzara mâni' olup,  "ben vekil olma­zım ve ahar kimse tevkil etmeğe razı değilim" demeğe şer'an ka­dir olur mu?

Elcevap: Hind muhaddere ise vekil nasb etmemeğe kadir ol­maz. Zira hukuk zayi' olmak caiz değildir. Bi-nefsihâ gelmese, ehl-i şer' vekil nasb etmek ile emr edip, bir kimseyi vekil ettireler. [179]

158. Mes’ele Hindin zevci, Hindin taşra çıkdığm istemeyip, Hin­din validesi olup, validesini görmek istese, validesi Hindin evine varmağa razı olmasa, şer'an Hinde validesin görmeğe, ne zaman­da bir kere görmeğe izin verilir?

Elcevap: Hindin atası anası, cum'adan cum'aya gelip kızların ziyaret için görüp yine gitmeğe icâzet-i şer'iye vardır. [180]

159. Mes’ele Zeyd, zevcesi Hindin valideynin, cum'adan cum'aya gelip Hindi ziyaret eylemekten men'e kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [181]

160. Mes’ele Avretler, yüzüne üstüpeç ve kızılca gibiden sürmek helâl midir?

Elcevap: Ziyneti eri için ederse haram değildir. Ahmed [182]

161. Mes’ele Zeyd, zevcesi Hinde "cariye bahasından sende şu kadar akçam vardır ver" dedikte, Hind Zeyde "sana deynim yoktur. Gel meclis-i şer'a varalım, bende akçan var ise al" dese, Zeyd "ben meclis-i şer'a varmazım" dese, Hind boş olur mu?

Elcevap: Muradı mudeğilim dernek ise hâindir, "hak­tan geçerim, varmazım" demek ise değildir. [183]

162. Mes’ele Zeydin zevci Hinde olan deyni için, Hind Zeydi habsetmek diledikte, Zeyd dahi "sen beni habs ettirmekten muradın, hılâf-i şer' işe sâlik olmaktır. Bu takdirce seni dahi avretler zin­danına habs etsinler, nafakanı vereyim" demeğe kadir olur mu?

Elcevap: Hıfz eder kimsesi olmayıcak, re'y-i hâkimle, kendi ile, bir müstakil mahhes var ise habs ettirmeğe kadirdir. [184]

163. Mes’ele Hindin zevci Zeyd, Hindi hacca alı gitmek razı ol­mayınca, Hind anasının kardeşi oğlu ile hacca gideyim dese git­meğe kadire olur mu?

Elcevap: Mahrem olmayınca olmaz, mahrem olucak Zeydin icazetine hacet yoktur. [185]

164. Mes’ele İki avretli olan Zeydin zevceleri, bir evde sakine ol­maktan imtina' eyleseler, her birine müstakil ev lâzım olur mu?

Elcevap: Lâzımdır, avluları dahi ayrı olmak lâzımdır. [186]

165. Mes’ele Zeyd üç avretli olup, dâima Hinde varıp gayrilere varmasa, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Cümlesin ri'âyet etmek lâzımdır, her birinde bir gece olmak gerektir. [187]

166. Mes’ele Zeyd zevcesi Hinde, tenbîh ve te'kîd ve gâh darb ile namaz kıldırmağa kadir olurun, olmadığı takdirce âsim olur mu?

Elcevap: Kıldın görmek gerek. [188]

167. Mes’ele Zeyd, ümm-i veledi Hindi, şurb-i hamr etmekten men'e kadir olmayıcak, Hindden olan sagîre kızını alıp Hindi red eylemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Men' edegörmek gerektir. [189]

168. Mes’ele Zeyd, avreti Hinde "ben seni nikahlanmazdan evvel sen fahişe imişsin" deyip talâk verse, mehrini vermemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [190]

169. Mes’ele Zeyd zevci Hinde "kaşın kıblem, yüzün nûr-i ilâhi, eşiğin dil-rübâlar secdegâhi" dese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Darb-i şedîd ile ta'zîr lâzımdır. [191]

170. Mes’ele Zeyd zevci yanma, evine bazı yaranını getirip, şurb-i hamr eylese, Zeyde ve Hinde ne lâzım olur?

Elcevap: Had ve ta'zîr ve hapis lâzımdır. [192]

171. Mes’ele Zeyd zevcesi Hindi, nâ-mahremden kaçırmayıp, bir yerde şurb-i hamr eylese, Zeyde ve Hinde ne lâzım olur?

Elcevap: Had ve ta'zîr-i habs lâzımdır. [193]

172. Mes’ele Zeyd evine nâ-mahrem getirip, avreti yanında şurb-i hamr edip, fısk u fücuru zahir olsa, ehl-i mahalle Zeydi mahalle­den gidertmeğe kadir olurlar mı?

Elcevap: Mübaşeret ettiği kabâyihi giderirler.  [194]

173. Mes’ele Zeyd cima' lâfzı ile zevcesi Hindin ağzına ve dînine şetm eylese, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd ve tecdîd-i îman lâzımdır. Hind dile­diği kimseye varır. [195]

174. Mes’ele Zeyd, zevci Hindin cima' lâfzı ile ağzına söğse, kâ­fir olup avreti boş olur mu?

Elcevap: Olmaz, ta'zîr lâzımdır. [196]

175. Mes’ele Zeyd cima1 lâfzı ile, zevcesi Hindin ağzına ve dîni­ne şetm eylese, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd ve tecdîd-i îman lâzımdır. Hind dile­diği kimseye varır. [197]

176. Mes’ele Zeyd, zevci Hindden olan oğlancıklarına "haram­zadelerdir, benden değildir" deyip nefy-i neseb etse, Zeyde ne lâ­zım olur?

Elcevap: Ta'zîr lâzımdır. [198]

Elcevap: Sübût-i nesebde süphe-i nikâh kifayet eder. [199]

177. Mes’ele Zeyd, oğlu Amra "tonguz oğlu tonguz" dese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Vâki' ise kendi tonguz olmak lâzım gelir. [200]

178. Mes’ele Zeyd, oğlu Amrı, ev kayıtmayıp, namaz kılmayıp, şurb-i hamra musir olduğu için döğüp, Amr ol darbdan fevt olsa, Zeyde nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Mercûdur ki uhrevî dahi olmaya, dünyevî nesne lâzım değildir. [201]

179. Mes’ele Zeyd, âkil ve dânâ olup, her veçhile tedbîr ve ta­sarrufa mâlik olsa, Zeyd-i mezbûre kendine enfa' ba'zı tedbîr isdikte, babası Amra muhalefet eylese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Re'y-i âbâya hüâf eyleyen ebnâ-i zaman, her ne di­lerse olur, âkil ve dânâ olmaz. [202]

180. Mes’ele Zeyd, üvey oğlu Amra bir kıt'a bahçe hibe edip, Amr dahi 'ivaz bir destmâl verse, ba'dehu Zeyd rücû' edip, hâkim Zey­de hükm eylese hükmü nafiz olur mu?

Elcevap: Amr, Zeyde "destmâl bahçeden ivazdır, kabul et" deyip, ol dahi kabul etti ise, yeri mülk olduğu takdirce nafiz ol­maz, ve illâ olur. [203]

181. Mes’ele Zeyd, kızı Hindle çarşıya varıp, Hind Zeyde "bana bir kaftan alıver" dedikte Zeyd alıverip akçasın verse. Sonra yine Hindden taleb edip almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz, "kaftan alıver, akçasın ben sana vereyim" demedi ise. [204]

 

2- İBÂDETLER

 

I. Namaz

 

182. Mes’ele Ba'zı müslümanlar "çıbanlarım vardır ba'zı dahi "yaralarım vardır" deyu i'tizâr edip namaz kılmasalar, şer'an özür olur mu?

Elcevap: Namaza özür olmaz, kanı akarken dahi kılınmak lâ­zımdır. [205]

183. Mes’ele Bir mahallenin cema'atinden musallî olanlar bî-na-mazları mirâren cema'ate da'vet edip  getiremeyicek,  ehl-i  hük­me ta'zîr-i belîğ ettirip, anınla dahi getiremeyicek sükût etmekle -'indallah- musallî olan ahâlî-i mahalle-i mezbûre mes'ul olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar. [206]

184. Mes’ele "Kırk gün miktarı namaz kılmayan Zeyd kâfirden kötüdür" diyen Amra şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Nesne lâzım olmaz. [207]

185. Mes’ele Bî-namazı konuk edip yemek yedirenlere sevap hâ­sıl olur mu?

Elcevap: Katı muztar ise hail değildir. [208]

186. Mes’ele Bî-namaza ve  'âmile 'âdil denilir mi?

Elcevap: Ne'ûzübillâh, diyen kimselerden (küfürden) havf olu­nur. [209]

187. Mes’ele Zeyd-i müslim bî-namaz olsa, ana şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd lâzımdır. İstihlâlen terk ederse katil lâzımdır. [210]

188. Mes’ele Kâdî, târik-üs-salât olanları ta'zîr-i bilmâl eyleyip ahz eylediği mal kâdîye helâl olur mu?

Elcevap: Helâl değildir bade zamânin yine sahibine vermek gerektir: salata mülâzim olduktan sonra. [211]

189. Mes’ele "Münyet-ül müftî" adlı kitapta deyu vâki olan nakil sahih midir?

Elcevap: Terk-i salât ile ma'rûf olup, şâir vücûh-i ta'zirle ıslâhı mümkün olmayan kimseleri, hâkim bu veçhile ta'zîr eylemek ca­izdir. [212]

190. Mes’ele Ehl-i hıreften bir hirfete kedhüdâ olan Zeyd salât-i vakt oldukta re'îs olduğu taifeden târik-üs-salât ve cemâ'at olan­larına "geliniz, cemâ'atle salâtı edâ edip ba'dehu kesbe mürâca'at ediniz, ve illâ bizim hırfetimize dâhil olmamız" demeğe şer'an kadir olur mu?

Elcevap: Olur, berhurdâr olsun. [213]

191. Mes’ele Bir karye halkı cemî'an târik-üs-salât olup, terk-i sa­lât üzere musir olsalar, mezburlara ne lâzım olur?

Elcevap: Tecdîd-i îman ve tecdîd-i nikâh lâzımdır. [214]

192. Mes’ele Zeyd, Amr’ın tarlası veya çayırı üzerinde, Amr ica­zeti yoğken namaz kılmak şeran câîz olur mu?

Elcevap: Mülk ise mekruhtur, duyucak razı olmadığı mukar­rer ise. [215]

193. Mes’ele Tarîk-i âm kurbunda, kefereye mahsus haraba müs­rif kilisenin içinde, ebnâ-i sebil namaz kılmak caiz midir?

Elcevap: Değildir, ashabı râzîler olmayıcak. [216]

194. Mes’ele Zeyd, Amr’ın sirka ettiği feraceyi bilirken satın alıp, bir kaç gün anı giyip, anınla namaz kılmış olsa, kıldığı namazı sahih olur mu?

Elcevap: İâde lâzım değildir, amma gayet münkerdir. [217]

195. Mes’ele Zeyd, mahallesinde câmi'-i şerif var iken, bilâ sebeb-i şer'î cum'a namazın kılmayıp, ahar câmi'de kilsa âsim olur mu?

Elcevap: Kıldığı câmi'in hatibinin yâhud devirhanlarının elhâ-nın dinlemek için ise âsimdir. [218]

196. Mes’ele Ba'zı kasabalarda avretler cânıi'e cum'a namazın kılmağa varsalar, şer'an men' lâzım olur mu?

Elcevap: Gençler olucak olur. [219]

197. Mes’ele Hamamda gusle muhtaç kimseler yanında çıplak, namaz kılıp cehr ile Kur'an okuyup Kur'anda ifratla Zeydin na-mazı caiz olur mu?

Elcevap: Vâde olunmaz. [220]

198. Mes’ele Hamamda ba'zı kimseler gusl ederler iken, ba'zı da­hi cemâ'atle namaz kılıp, cehrile Kur'an-ı azîm tilâvet eyleseler, namazları caiz olur mu?

Elcevap: Olur, meksüf-ül-avret kimse olmayıcak kerahet yoktur. [221]

199. Mes’ele Namazın kesbi helâl olur mu, şer'an?

Elcevap: Ne'ûzü billahi te'âlâ. [222]

200. Mes’ele Zeyd-i ganî fevt olup, imam dahi var iken, evliyası namazın bir şeyhe kıldırsalar, salât-ı mezbûre mekruh olur mu, olmaz mı?

Elcevap: Olmaz. [223]

201. Mes’ele Leyle-i Regâibde ve Beratta ve Kadirde salât-i 'işâyla vitir arasında, imam cema'at on iki rek'at namaz, her rek'atta bir sûre-i İnnâenzelnâ ve üç İhlâs okuyup kılmak caiz olur mu yoksa salât-i teşbih mi kılmak evlâdır?

Elcevap: Cemâ'atle ol vech üzerine 'âmme-i nâsın itibarları vardır, men' etmek olmaz. Vech-i sânıde meşakkat-i hârice var­dır. Vallâfıu a'lem. [224]

202. Mes’ele Recebin evvel cum'a gecesi salât-i Regâib, ve şehr-i Şa'bân’ın onbeşinci gecesinde Berat namazın ve Ramazan-ı şerifin yirmi yedinci gecesinde Kadir namazın veyahut teşbih namazın, imam cemâ'ate kılı vermek caiz olur mu?

Elcevap: Caizdir, mu'tad üzerine kılıverip, secdede teşbih çok etmek cemâ'ati tazyiktir onu etmemek gerektir. [225]

203. Mes’ele Mahalle mescidlerinde, cemâ'at-i ûlâdan sonra cemâ'at-i saniye ile namaz kılmak caiz olur mu?

Elcevap: Cemâ'at-i saniye mahalleden ise memnû'dur [226]

204. Mes’ele Zeyd-i imama mahallesi halkı "salât-i teravihi tez kılıver ve illâ mescide gelmeziz "deyu  müttefikan hücum edip, vâcibat-i salâtı imam-ı mezbûra ri'âyet etmeğe manî oldukların­da, imâm-i mezbûr dahi her iki rek'atte salâtın tekbîrinden sonra kabl-el-Fatiha Subhâneke okumayıp ve rükû'a vardıkta üç kere "subhâne   rabbiy-el-a'lâ" diyecek zaman geçmeden ve rükû'dan baş kaldırıp tekrar kıyam etmeden ve sür'at üzere rükû'dan sec­deye varıp ve sücudda dahi tekmü-l tesbîh etmeden kıyama varıp, salât bu vech üzere olsa, kılman salât nice olur, cemâ'at-i mezbûreye varanların muktezâsınca olan imama ne lâzım olur?

Elcevap: Mercûdur ki Hak te'âlâ hazreti settâr-ul-'uyubdur kabul buyura, kâffe-i eimme bundan dahi   Subhâneke terkine mübtelâlardır, amma rükûdan sonra ve secdeteyn mabeyninde istikâmet lâzımdır. Vallâhu a'lem. [227]

205. Mes’ele Iskât-ı salât, kütüb-i mu'teberâtta mestur olup, Zeyd "ne farz ne sünnettir" deyu inkâr eylese, şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfir olmaz, ıskât-ı salât akçasına mütehâlik olan mühmelâtın hırsları mukabelesinde söylemek anlanır. Ne ol ha­bisler cîfe-i dünyâya hırs göstersin ne bir câhil böyle desin. [228]

206. Mes’ele Hünsâ-i müşkil cenazesi namazına "er kişi niyeti­ne" mi denilir ve erlere mahsus olan du'â mı okunur, yoksa ha­tunlara mahsus olan du'â mı okunur?

Elcevap: Cemâ'ate "insân-ı mü'min" deyu tenbih olunur, za­mirler dahi ana göre tezkîr olunur. [229]

 

II. Oruç

 

207. Su'al: "Gurre-i Ramazan Zeyd-i kâdînin huzurunda sabite oldu" deyu ba'zı kimseler gelip Amr-i kâdîye şehâdet ettikle­rinde, Amrın ma'rifetiyle Ramazan-ı şerif tutulup, otuz gün ta­mam olup, yevm-i gaym olmağın ay gö'rünmeyip, Amr "bayram­dır" deyu hükm edip, ertesi bayram namazı kılınmağa çıkıldıkta, Bekr-i hatib hükm-i mezbûra râziye olmayıp, tevâbi'in alıp gi­dip, kılmayıp, ol gün zevalden evvel gurre-i Şevval sabite olup, mezkûr Bekr bayram namazını varıp ertesi kılsa, Bekr-i mez­bûra ger'an ne lâzım olur?

Cevap: Azil lâzımdır. [230]

Mes’ele Bu surette ba'zı kimseler "biz Amrın hükmüne ra­zı değiliz" deyu Bekre tâbi' olup, kılmayıp, ertesi Bekr ile kılsalar mezburlara nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Lâzım olur. [231]

208. Mes’ele Zeyd-i müslim Ramazan ayını bi-gayri özrin yese, Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Müslim olan öyle eylemez [232]

209. Sual: Zeyd-i nâib, meclis-i şer'de Ramazan günü alâ mele'i-n-nâs ta'âm ekî edip "niçin eki edersin, özür yok iken" de­nildikte "Ramazan hadistir, düzme koşmadır" deyip sözü üzeri­ne musir olsa, Zeyde ne lâzım olur?

Cevap: Elbette kati olunmak vâcibdir. [233]

210. Mes’ele Daima savm üzerine olan Zeyd, öyleden sonra Amrin da'vetine hâzır olup, anda ta'âm yemek lâzım olucak, şâir kimse­lere bi-1-ittiba' yemek mi evlâdır yememek mi?

Elcevap: Nezr etmiş olucak yememek lâzımdır, ve illâ sâhib-i da'vet olup yemediği takdirce incinirse yemek evlâdır. [234]

211. Sual: Zeyd, Amr-i sâimi Ramazanda eki ederken görse, sâim idüğüne Zeyd üzerine tenbih vâcib olurmu?

Cevap: Eğer Amr şâb olup savmı itmama kadir ise vâcibdir, eğer şeyh-i za'îf olup itmama kadir değil ise ba'd-el-ekl ten­bih eylemek lâzımdır. [235]

212. Mes’ele Bir câmi'in yâ mescidin içinde olan hucurâtta ve büyük pencerelerde imama iktida edip namaz kılmak mümkün ol­sa, anlarda i'tikâf caiz olur mu?

Elcevap: Olur. [236]

213. Mes’ele İ'tikâf,  sünnet-i müekkede olan on günün cümlesi midir, yoksa üç gün yâhud bir gün etmekle dahi sünnet-i müekke­de edâ olunmuş olur mu?

Elcevap: Olur, amma cümlesinde etmek ehabdır, bari yedi yâ üç. [237]

 

III. Zekât

 

214. Mes’ele Zeyd havâic-i asliyesinden fazla sekiz yüz akçaya kadir olsa, üzerine yıl geçmek ile zekât lâzım olur mu?

Elcevap: Sekiz yüz kırk olucak olur. [238]

215. Mes’ele Zeyd evinden zekât niyetine, fukaraya bal yağ ve çiğ et verip lâkin "zekâttır" deyu tasrîh eylemese, zekât için olur mu?"

Elcevap: Temlik edicek olur, ifâm edicek olmaz. [239]

216. Mes’ele Tüccar taifesi gümrük deyu verdikleri akçayı ze­kât niyet edip verseler zekât yerine geçer mi?

Elcevap: Geçer. [240]

217. Mes’ele Zeyd, zekâtı lâzım olan koyunlardan mîrî canibin­den alman akça koyunların zekâtı için olur mu?

Elcevap: Ol niyetle vericek olur. [241]

218. Mes’ele Donanmâ-i hümâyûn, sabıkan hezîmet-i azîmeye uğrayıcak, gayret-i dîn için tekrar donanmâ-i hümâyûna, ağniyâ-i müslîmin, ve guzât-i mü'minînin teçhizine sarf ettikleri malı, sabı­kan lâzım olup edâ olunmayan ve hâlen edası lâzım olan ve bundan sonra lâzım olacak zekâtlarına niyet edip dahi sarf eyleseler zekât-i mezbûre yerine geçer mi?

Elcevap: Geçer, makbul ve meşrû'dur. [242]

219. Mes’ele Zeyd, bir altın kıymetli bir nesneyi, iki altına ya yüz akçaya tutup zekât için Amra verse, Amr dahi kabul edicek ol miktar zekât sakıt olur mu?

Elcevap: Olmaz. [243]

 

IV. Hac

 

220. Mes’ele Zeyde hac farz olsa, hacca gitmeği mi evlâdır, yok­sa sarf edeceği akça ile gayet muhtaç olan yere su götürmek mi evlâdır?

Cevap: Hacca gitmek farzdır. [244]

221. Mes’ele Zeyd ganî olup bir defa hacc-i şerîf ettikten sonra Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)   vâki'asında görmek ile yine hacc-ı şerife gitmek istese, tekrar hacc-ı şerif etmek mi efdaldir, yoksa neylemek efdaldir?

Elcevap: Gayetle muztar olmuş sulehâ-i fukaraya, ve kemal mertebede muhtaç olan erâmü-i eytâma sarf etmek efdaldir. Tarîk-i hacda havf-i münkerât nakl olunur. [245]

222. Mes’ele Zeyd, hacca kudret miktarı malı tahsil edip gitmek istedikte, Amr Zeyde "malı tezevvüce hare eyle, avretim boş ol­sun eğer tezevvüc hacca gitmekten evlâ değilse" dediği mukabe­lede, Bekr dahi "avretim üç talâk boş olsun, eğer hacca varmak tezevvücden evlâ değil ise" dese kangısının avreti boş olur?

Elcevap: Zeyd şedîd-üş-şebak kimse olup, tezevvücü te'hîr et­tiği takdirce fücura düşmek mütevakkı' ise, Bekrinki boştur. Asla devâ-i nikâhtan nesnesi olmayıp, tezevvüc ettiği takdirce dahi hüsn-i mu'âşeret mutasavver olmayıp, ve haccın fevâtı dahi gâlih bel mütehakkik ise, Amrın boştur. Hâli mültebis ise, ikisinin bile boşluğa hükm olunmaz. Madem ki sözlerinin üzerine musir olalar. [246]

223. Mes’ele Zeyd Amra "benim için hac ediversin" deyu üç bin akça vasiyet eylese... [247]

224. Mes’ele Zeydin helâl akçası olmayıp, Amrın helâl akçasıyla istibdâl edip hacca gitmek caiz olur mu?

Cevap: Amrdan karz alıp sonradan vericek olur. [248]

225. Mes’ele Hind li-ebeveyn kardeşi Amr ile, zevci Bekr izinsiz hacca gitmeğe kadire olur mu?

Cevap: Hac farz ise olur. [249]

226. Mes’ele Âl-i Resulden olup hacc-ül-haremeyn olan Zeyde, Amr "bre kelp, hac eylemek ile merteben ziyâde mi oldu sanırsın, bir merkep dahi varır Mekkeye" dese Amra ne lâzım olur?

Elcevap: Re'y-i hâkimle ta'zir olunur. [250]

 

V. Kurban

 

227. Mes’ele Zebh olunacak hayvanın, zebh olunmalı oldukta, kaç ayağı bağlanıp kangısı boş kalmak caiz olur?

Elcevap: Üç ayağı bağlanıp, kıç ayağının sağı boş konup sol yanı üzerine yatırılır. [251]

228. Mes’ele Zeyd kurban bayramında, fakir komşusu Amra kur­ban akçasını verse, üzerine lâzım olan kurban sakıt olur mu?

Elcevap: Caiz olmaz, meğer eyyâm-i nahir geçe, andan son­ra caiz olur. [252]

229. Mes’ele Zeydin rizâen lillâh olmayıp, belki garaz-i fâsid için ziyafet niyetine boğazladığı davar Allahu teâlâ hazretinin kelâm-ı şerifi tahtında dahil olup, haram olur mu?

Elcevap: Amrı ta'zîmen boğazlayıcak olur. [253]

230. Mes’ele Zimmîler, bed-namlarında, kadîmden kurban ede gel­mişler iken, ba'zı müslümanlar men' etmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Kâfirin kurbanı meyyitedir hâkim men' etmeğe ka­dirdir. [254]

 

VI. Nezir

 

231. Mes’ele Zeyd bilmeyip, nezr ettiği kurbanın etin yiyip ve kendi üzerine nafakası lâzım olan kimselere kurban hissesi verse kurbanı i'âde lâzım olur mu?

Elcevap: Kıymetin tasadduk etmek lâzımdır. [255]

232. Mes’ele Zeyd "eğer filân nesneyi edersem fukaraya bin akça nezrim olsun" dese sonra ettiği takdirce nezir lâzım olur mu?

Elcevap: Olur, amma cebr ile alınmaz. [256]

233. Mes’ele Zeyd "filân fi'li edersem emirlere beş yüz akça nez­rim olsun" dese sonra ahdine muhalefet eylese,  cebren Zeydden beşyüz alınır mı?

Elcevap: Alınmaz kefâret-i yemin ile halâs olur. [257]

234. Mes’ele Zeyd "filân fi'li işleyecek olursam nakîb-i eşrafa yüz filori borcum olsun" deyip fi'l-i mezbûru işleyicek, nakîb yüz filoriyi Zeydden almağa kadir olur mu?

Elcevap: Bâtıl sözdür nezir değildir, duyûn ve temlîkât ta'lika kabil değildir. [258]

235. Mes’ele Zeyd Amra "sen vakıf karyeleri mukâta'a ile alma­ğa seyyidlere beş yüz altın nezr eyledin" deyu kendinin kefillerin­den ve sairlerden beyyine ikâmet eylese, Amr mukâta'a ile aldığı takdirce seyyidler ol miktar nesneyi almağa kadir olur mu?

Elcevap: Refâret-i yemin ile halâs olur, re'y-i hakimle almağa da kadir olurlar. [259]

236. Mes’ele Zeydin ba'zı kimselerde deyni olup, Amr Zeyde "bu diyardan çık git, senin bunda olduğun istemezim" deyip Zeyd dahi Amrdan havf edip "eğer gitmeyecek olursam nakîb-ül-eşrâfa yüz altın nezrim olsun" deyip çıkıp gitmek kasd ettikte dâinleri salıvermeseler bu takdirce nezr-i raezbur şer'an Zeyde lâzım olur mu?"

Elcevap: Olmaz, dâinleri men' etmeseler dahi kefâret-i yemin ile halâs olur. [260]

237. Mes’ele Zeyd "eğer filân nesneyi etmezsem, emirlere bin akça nezrim olsun" dese sonra ma'hûd olan  nesneyi etmese, ol akçayı Zeydden almağa kadir olur mu?

Elcevap: Re'y-i hakimle altılar, kefaret-i yemîn ile dahi halâs olur [261]

238. Mes’ele Fakîr-ül-hâî olan Zeyd "eğer filân zamana dek mülfc evimi bey'  etmezsem nakîb-ül-eşrâfa nezrim olsun" dese ol za­mana dek ev bey' olunmasa nakîb-ül-eşrâf canibinden ev taleb olun­sa Zeyd zikr olunan evi şer'an vermemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Kefâret-i yemin verdiyse olur, evi alınmaz [262]

239. Mes’ele Zeyd "eğer Amrın evine varıp Amr ile musâhabet edersem, yüz bin akça nezrim olsun" ba'dehu Amrın evine varıp Amr ile musâhabet eylese yüz bini vermek lâzım olur mu, yoksa kefâret-i yemin ile halâs olur mu?

Elcevap: Halâs olur. [263]

240. Mes’ele Zeyd "filân zamanda şu kadar akça getiresin" deyu Amr-i subaşı bir miktar akçaya nezr ettiği, akçayı ol zaman va­rıp teslim etmediği takdirce subaşı almağa kadir olur mu?

Elcevap: Asla kadir olmaz, zalemeye nezir olmaz, fukaraya-nezr ettiyse  on  miskin  ifam etmekle kefaret etmek  gerektir.. [264]

 

3- DİNÎ VAZİFELİLER

 

I. İmam Hatîb Ve Nâib

 

241. Mes’ele Zeyd-i hatib, küfür lâzım gelip, tecdîd-i îman ve tecdîd-i nikâh ettikten sonra, izn-i sultanî olmadan Zeyde iktidâ' caiz olur mu?

Elcevap: İzn-i cedîd lâzımdır. [265]

242. Mes’ele Câmi'in hatibi olan Zeyd fevt olup, kâdî hitabeti Amra tevcih edip eline arz verse, hitabet pâdişâha arz olunmadan hatib hitabet eylese caiz olur mu?

Elcevap: Olur. [266]

243. Mes’ele Zeyd-i hatib hitabetinden feragat edip, ahar yerde mütemekkin olmağa gider oldukta Amrı yerine hatib nasb etmek ile, Amr izn-i sultansız hatîb olup cum'a namazın kılmak, ve bir hatib fevt olup yâhud celâ-i vatan edip hâkimül-vakt yerine hatib nasb edip izn-i sultansız cum'a namazı kılmak, şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Bu makûle umurda hâkim izni, izni sultân vâki olmuştur, berat oluncaya dek ruhsat vardır. [267]

244. Mes’ele Pâdişâh izniyle hatib olan Zeyd hutbe okuyup, bilâ-özür kendinden a'lem kimseye teklif edip namaz kıldırsa, ger'an caiz olur mu?

Elcevap: Be'is yoktur. [268]

245. Mes’ele Zeyd-i imam sakalın kırar olsa, azle müstehak olur mu?

Elcevap: Kabzadan eksik ise olur.  [269]

246. Mes’ele Zeyd-i imamın mecrûhe cariyesi fevt oldukta, hatun­lar gasilden ibâ edip, Zeyd kendi yusa şer'an Zeyde iktidâ' caiz olur mu?

Elcevap: Olur, zaruret olucak sütre ve hırka ile teyemmüm ettirmek gerek idi, cehli özürdür, sütre ile yuyucak özrü daha akvâdır. [270]

247. Mes’ele yerine ieyu dâima vird edinen Zeyd-i hatibe ne lâ­zım olur?

Elcevap: Talim ve tenbih olunmak lâzımdır, inad ederse azil lâzımdır. [271]

248. Mes’ele Zeyd-i imam kizble ma'rûf olup, meelis-i şer'de dahi kizbi zahir ve sabit olsa, mezkûr Zeydin imam olması şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Azle müstehak olur. [272]

249. Mes’ele Hemmâz ve gammaz olanın imameti ve hitabeti şer'­an caiz olur mu?

Elcevap: Azli vâcibdir. [273]

250. Mes’ele Bir câmi'in mahallesi halkı imam hatib olan Zeydin "nâ-mahrem avret ile mu'âmelesin ve haramdan ve kizbden ictinâb etmediğine bizim ıttılâ'ımız oldu, amma isbâta kadir değiliz, istikrah ettik iktidâ etmeziz" deseler azl ettirmeğe kadir olurlar mı?

Elcevap: Olurlar, mahallenin eslehâsı istikrah edicek [274]

251. Mes’ele Zeyd-i imamın ehl-i beyti üzerine nâ-mahrem kimse­ler girip çıktığına Zeydin vukufu olup, mezburları men' eylemese şer'an imam-ı mezbur azle müstehak olur mu?

Elcevap: Avreti genç ise re'y-i hâkimle olur. [275]

252. Mes’ele Zeyd-i imam yirmi beş yıl miktarı vatanına varıp sıla eylemese azle müstehak olur mu?

Elcevap: Ganî olup, vatanı ba'îd olmayıp, anası yâhud atası var ise olur. [276]

253. Mes’ele Köylük yerde ehl-i kuranın avretleri hizmet eyle­mek mu'tâd olup, mezburların imamı olan Zeydin avreti dahi suya ve bağa ve sığır iledip getiricek, "avretini taşra çıkardın" deyu imametine mâni' olur mu?

Elcevap: Olmaz. [277]

254. Mes’ele Akçasını, onun onikiye mu'âmeleye veren imam ve hatib şer'an azle müstehak olur mu?

Elcevap: Olur. [278]

255. Mes’ele İmam ve hatib olan Zeyd yirmi beş yıldan beri nâib olduğundan gayri ribâhor dahi olsa Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr ve azl olunur, kılıverdiği namazlar iade olu­nur, ribâhor olucak. [279]

256. Mes’ele Haram eki eden imamın azli vâcib olur mu?

Elcevap: Olur. [280]

257. Mes’ele İmamın haram eki ettiğini bilip, kabul edip, cemâ'ati iktidâ eyleseler, namazları fâsid olur mu?

Elcevap: Vâde lâzım olmaz, amma namazları Hak te'âlâ ka­tında makbul olmak isterler ise min ba'din ol edal kimseye iktidâ etmemek lâzım olur. [281]

258. Mes’ele Zeyd-i hatib dükkânda oturup bey' ü şirâ etmekle azle müstehak olur mu?

Elcevap: Olur, daha ciyef-i dünyâya rağbet etmez kimse olu­cak. [282]

259. Mes’ele Ehl-i bâzâr olan Zeydin amma adaleti olucak imam ve hatib olması caiz olur mu?

Elcevap: Zaruret olucak olur. [283]

260. Mes’ele Çarşıda ta'âm eki eden imamın azli lâzım olur mu?

Elcevap: Mu'tadı ise olur [284]

261. Mes’ele Zeyd-i imam sırren ve 'alâniyeten bene ve berş ve afyon yemeyi âdet edinip, gâh bengî ve gah tiryâkî olsa imameti caiz olur mu?

Elcevap: Azli vâcib olur. [285]

262. Mes’ele Keyfiyet ile mübtelâ olan imam, cehr ile imamet ederken nefesi tutulup, Kur'an-ı azîmi bir hâl ile tilâvet eylese ki cema'at ardında namaz kılmağa istikrah ettiklerinden gayri, gâh gâh eline tüfenk alıp köyde ve gayride av avlasa, Zeyd-i mezbur azle müstehak olur mu?

Elcevap: Olur. [286]

263. Mes’ele Zeyd-i imam "ashâb-ı cahîm nâra mu'tâd olup, asla müteellim olmamalarına" i'tikad etse ne lâzım olur?

Elcevap: İ'ükâdının butlanın anda vancak göre, iktidâ' olun­maz. [287]

264. Mes’ele Zeyd-i hatib-i âlim, sebâvette fi'l-i kabîh ile meşhur olup, ba'd-el-bulûğ gelip hatîb olsa, müslümanlar bu hâli bilip is­tikrah edip ardında namaz kılmasalar azl ettirmeğe kadir olurlar mı?

Elcevap: Olurlar. [288]

265. Mes’ele Zeyd-i imamın kizbi ve ilhâdı meşhur olsa, lâkin sâbit olmasa, azle müstehak olur mu?

Elcevap: Olur. [289]

Mes’ele Zeyd mahsûs-i merkumdan ötürü azl olunup, yeri Amra tevcih olduktan sonra "üzerine nesne sabit   olmadı" de-yu, kâdî imameti yine Zeyde tevcih eylemek caiz olur mu?

Elcevap: İlhadla şöhret-i sabıkası olucak olmaz.  [290]

266. Mes’ele Nâib nasb eylemek şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Mu'tâd ise azl olunur. [291]

267. Mes’ele Zeyd-i hatib, nâib nasbına me'zün değil iken, hut­beye ve ibtidâ-i salât-i cum'aya nâib nasb  eylemek  şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Olur, (hams ve erba'în ve tis'amie) tarihinde izn-i 'âm olmuştur. [292]

268. Mes’ele Zemâne nâibleri imamete ve hitabete lâyık olur mu?

Elcevap: Olmaz.  [293]

Mes’ele Zemâne naibi olan Zeyd imamete ve hitabete lâyık olmayıcak, Zeyd-i mezbur hatib olduğu takdirce mütevelli vazi­fesin vermemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Hitabete lâyık olmadığı der-i devlette ma'lûm olup azl olucak kadir olur. [294]

269. Mes’ele Zeyd, imam ve hatib ve kâdî naibi olmak caiz mi­dir?

Elcevap: Üçünün bile hizmetin kemâyenbagî ikâmet edip, asla bir vakte halel vermez ise olur. [295]

270. Mes’ele Zeyd bir câmide devirhan olup, kurbunda olan câmi'de hatîb olup, ikisinin hizmetini kemâyenbagî edâ eylese birin­den azli vâcib olur mu?

Elcevap: Olur, kemâyenbagî edâ mümkün değildir. Devirhan namazı gayri câmi'de kılmak olmaz.  [296]

271. Mes’ele Zeyd-i vâ'iz “ehl-i ilm ve sâdâttan fâsıkları ve âsîleri sevmezim, fıskları için, müslümanlar siz dahi sevmen, bu'z eylen, zîrâ Allahu te'âlâ 'âsîleri bu'z eder" dese, Zeyd-i vaiz ve nasihatleri ile mütenassıh olanlar müsâb olurlar mı?

Elcevap: Olurlar. [297]

272. Mes’ele Zeyd-i hatib "kâdî müslüman olmaz, müslüman kâdî olmaz" dese hitabeti caiz olur mu?

Elcevap: Hasseten zaleme-i kudât-i zaman için dediyse olur, 'umûmen kudât-i müslimîn için ise azli lâzımdır. [298]

273. Mes’ele Bir müslimin helak olmasiyçün En'âm okuyan ima­mın ardında namaz kılmak caiz olur mu?

Elcevap: Ol kimse zâlim değil ise azil lâzımdır. [299]

274. Mes’ele Zeyd-i hatib, bayram hutbesini tamam ettikten son­ra minberden inmeden "müslümanın îmansız gitmesine" duâ edip, cema'at dahi "âmin" deseler Zeyde ve âmin diyenlere, şer'an nes­ne lâzım olur mu?

Elcevap: İmansız gideceğine ba'zı 'alâim müşahede edip, zu­lümde mübalâğası ve 'umûr-i dîne müsâhelesi olmağın ettiler ise küfür lâzım olmaz. [300]

275. Mes’ele Bir câmi'-i şerife imam olan Zeydin kapısına, nâ-ma'kûl nesneler sürülüp ve boynuzlar ve şebek asılmak ile azli lâzım olur mu?

Elcevap: Olur, re'y-i hâkimle. [301]

 

II. Müezzin

 

276. Mes’ele Zeyd bina ettiği mescidin te'zînini hüsn-i savta ka­dir kimseye şart eylese, hüsn-i savti olmayan Amr müezzin iken hüsn-i savtı olan Bekr te'zîni almağa şer'an kadir olur mu?

Elcevap: Zeydin hüsn-i savttan muradı zemâne mu'tâd olan hılâf-i şer'-i şerif tegannî ve terennüm ise ol şart lağvdir, Amrın savtı mekruh ve menfur ve münker olmayıp tamam edeb-i şer'-i şerif üzerine okursa ibkâ olunur.[302]

277. Mes’ele Zeyd vakf eylediği mescidine Amrın evine havale minare bina ettikte, müezzin üç vakitte minareye çıkıp ezan okumak kavi eylese, beş altı yıldan sonra kavle muhalefet eylemeğe ka­dir olur mu?

Elcevap: Müezzin çıkacak vakit Amra tenbîh edip, gizlene­cekler gizlenip, müezzin dahi sünnet üzerine tizcek ezan okuyup zamane müezzinleri gibi nâ-meşrû ve nâ-ma'kûl lahnler etmeyip, tizcek inmek lâzım olur. [303]

278. Mes’ele Ezan okunurken tilâvet-i Kur'an-ı azîm şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Zamane müezzinleri ezanı vaktinde caizdir, sünnet üzerine okunursa istimâ' evlâdır. [304]

279. Mesele: Zeyd salât-i  'îşâyı câmi'-i şerifte cemâ'atle kıldıktan sonra, müezzin tesbîh okurken namaz kılmak mı evlâdır, yok­sa teşbih istimâ' etmek mi evlâdır?

Elcevap: Zamane teşbihi ise nafile evlâdır. [305]

280. Mes’ele Zeyd-i müezzin merkeb üzerinden ezan okuyup, na­maza tevakkuf etmeyip maslahatına gitse, Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zir ve azil lâzımdır. [306]

281. Mes’ele Zeyd-i müezzin ezan okurken kilâb cem' olup ürüseler, şâir müezzinler ezanında ürümeseler, Zeydin mahallesi halkı Zeyde "bize gerekmezsin" deyu azl ettirmeğe şer'an kadir olurlar mı?

Elcevap: Fitne müeddî olucak, hâkim âhara tevcih edip anın dahi hâline münâsip bir cihet tevcih eylemek ile kalbini tatyîb etmek gerektir. [307]

 

4- DİNÎ MÜESSESELER

 

I. Cami', Mescid Ve Musalla

 

282. Mes’ele Ba'zı müslümanlar karyelerinde asla mescid olma­yıp, ahâlîsi cemâ'atle namaz dahi kılmasalar, hâkim-i şerî'at-i şe­rife mezburlara cebr ile mescid yaptırıp namaz kılmaktan ihmâl edenleri ta'zir lâzım olur mu?

Elcevap: Olur, öyle olan kuranın ehline cebr ile mescid bina' ettirip salata müdâvemet ettirmek için, vülât-i memâlik-i mahmiyeye sene (erba' ve erba'in ve tis'amie) târihinde müekked ahkâm-ı şerife vârid olmuştur, mücebi ile camel olunmak lâzımdır. [308]

283. Mes’ele Bir şehrin taşrasında, otuz yıldan ziyâde bayram na­mazı kılını gelen musallada hâlen bayram namazı izn-i sultan ile-kılını geldiği ma'lûm olmayıcak, yine kılınmak caiz olur mu?

Elcevap: Caizdir sene (erba'a ve erba'în ve tisamie) tarihin­den umûmen musallası olan bilâdın musallalarında, cami'lerinin kebirinin hatibi, kihvermege izn-i sultânı vaki' olmuştur, amma sonra ihdas olunan musalla izne muhtaçtır. [309]

284. Mes’ele Sultan Mehmed (tâbe serâhu) ruhu için bina olu­nan musallada on yıl namaz kılındıktan sonra, Zeyd zaruret yoğiken cedîd musalla bina eylese, namaz kangıda evlâdır?

Elcevap: Evvelkide kılmak lâzımdır, izn-i sultansız musallada salât-ı ıyd kılınmak meşru' değildir, sultan Mehmed musallası du­rurken gayrı musallaya izin verilmek mümkün değildir. [310]

285. Mes’ele Bir kasabada vâki' olan câmi'-i atik harab olup, Zeyd mezkûr câmi'in yerine bir dahi bina etmeğe istizan edip, izin veril­dikten sonra kasabanın ehli kesîr olmağın Zeyd vâsi' bina etmek murad edip, lâkin eski  câmi'in yerinde müsâ'ade olmayıp  kurbunda bir ahar yere bina eylese meşru' olur mu?

Elcevap: İzn-i sultansız olmaz, amma eski cami' yerinin dar­lığı, etrafında evler olmak ile ise, ol evler bahası verilip cebr ile alınmak meşru'dur. [311]

286. Mes’ele Ağaç ile bina olunan cami' kârgîr yapıp tevsî' olun­mada izn-i sultan lâzım olur mu?

Elcevap: Çok tevsi' edicek olur. [312]

287. Mes’ele Bir kasabada vâki' olan câmi'de cemâ'at olmama­ğın vakit namazı kılmmasa, cum'a günlerinde etrafında vâki' olan ahâlîsi cem' olup câmi'-i mezburda cum'a kılsalar şer'an câiz olur mu?

Elcevap: İzn-i sultan olucak ba'zı meşâyıh tecviz eylemişler­dir. [313]

288. Mes’ele Bir karyenin kadîmi mescidi olup, ahâlî-i karyeye kifayet eylerken, içlerinden Zeyd kurbunda bir mescid daha ihdas etmek istedikte, mezburlar "kadîmî meseid battal olur" deyu Zeydi men'e kadir olur mu?

Elcevap: Kifayet edicek, bir dahi yapmak günahtır. [314]

289. Mes’ele Bir kimse evin mescid eyleyip minare bina eyle­mek istedikte, ehl-i mahalle "evimize havaledir" deyu bina ettir­memeğe şer'an kadir olur mu?

Elcevap: Cemâ'at ezam işitirlerse minare lâzım değildir, riya iğin ise asla caiz değildir. [315]

Bu Surette: Ehl-i mahalleye ne lâzım olur?

Elcevap: Riyadan men' ederlerse müsâb olurlar. [316]

290. Mes’ele Bir kasabada bir camiin taşrasındaki sofanın mih­rabı olup, yaz günlerinde sabah namazı ile akşam namazı altı yedi ay miktarı taşrada kılıp yatsı namazı dahi üç ay taşrada, bu mik­tar zaman çırağcı mum yakagelmeyip, yirmi yıldan beri bunu âdet eyleseler namazlarında kerâhat olup men vâcib olur mu?

Elcevap: Olur, sofa mihrabı cemâ'at-i saniye için vaz' olun­muştur. [317]

291. Mes’ele Bir mahalleni halkı kıs günlerinde mescidlerinin içinde namazlarını kılıp, yaz günlerinde mezbur mescidin kapısın kilidleyip avlusunda kılsalar, namazları caiz olur mu?

Elcevap: Hayır yoktur. [318]

292. Mes’ele Yaz günlerinde imam bir câmi'in taşrasında imam olup cemâ'atle namaz kılmağa, ve cum'a  günlerinde  cum'a  na­mazını câmi'in içinde yer var iken taşradan iktidâ caiz midir?

Elcevap: Etmemek evlâdır,   [319]

293. Mes’ele Taşları ve ağaçları zulümle alınıp zulümle bina olu­nan câmi'in içinde kılınan namazın i'âdesi lâzım olur mu?

Elcevap: Kerahet vardır. [320]

294. Mes’ele İlm-i hendese bilen kimseler ba'zı câmi'lerin ve mescidlerin "mehâribleri inhirâf-ı fahiş ile münhariftir" dediklerini ol mihraba kılman salâtin i'âdesi ve mihrabları doğrultmak lâzım olur mu?

Elcevap: Mehârîh-i müstakime muhalif mehârîbe kılan kimse mehârîb-i müstakîmenin istikâmetine ve muhalif olanın muhale­fetine mu'tekid ise, muhalif olan mihraba kıldığı salât i'âde olun­mak lâzımdır. [321]

295. Mes’ele Bir kasabanın câmi'inin ve mesâcidinin mihrabları, zemâne müneccimleri ta'yin ettikleri kıbleye muhalif olup cânib-i garba mail olsa, mesâcid-i mezbûrenin mihrabların zemâne mü­neccimleri ta'yin ettikleri kıbleye tevkif lâzım olur mu?

Elcevap: Âlât-ı sahıha ile istikâmeti muhakkak olan mehâ­rîb-i sahiha muhalefeti ma'lûm olucak, mehdrîb-i sahîhamn isti­kâmetine  mu'tekid musallînin o kasabada  mihrablarına  doğru kıldığı salât sahiha olmaz. [322]

296. Mes’ele Zeyd-i kâdî, kâdî olduğu beldede "benim içtihadım üzre kıble filân semtedir" dedikten sonra yine cemâ'at ile namaz kıldıkta, halk kadîmden teveccüh edegeldikleri semte müteveccih olup, bile kılsa, amma   sahih semte eylediği ma'lûm olmasa, hâriçten Amr, Zeyd-i mezbûra "sen kıbleyi ahar semte hükm ey­ledikten sonra dönüp onlara tâbi' oldun, kâfirsin, hükmün nafiz değildir" de;e Amra ne lâzım olur?

Elcevap: Vâkı'a Zeydin i'tikâdı cemâ'at kıldıkları semt kıble olmamak üzere ise hılâf-i cihet-i kıbleye kasd ve secde etmek kü­fürdür,  eğer Zeydin içtihadı muhavvel olup kıldı ise ta'zîri lâzımdır. [323]

297. Mes’ele Sahrada namaz kılan kimse mücerreb kıblenüma­larına ittibâ' etmeyip, teharrî ile kılmaları caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz, teharrîye ittibâ' olunmak, daha akvâ delil olmayıcak olur, Mücerreb kıblenüma delîl-i akvâdır.[324]

298. Sual: Ehl-i İslâm, İstanbul kiliselerinden birini fetihde mescid ittihaz edip, ezan okuyup namaz   kıldıklarından sonra, yine nasârâ elinde kalıp, hâliyâ cemi' ceyânibi müslüman evleri olup, mescide kemâl-i  ihtiyaçları ve civarında olan kâfir evleri meyhane ve enva'-ı fücura bahane olmakla müslümanlara kavî zararları olup, ol kilisenin mescid olup ikâmet-i salât olduğun gö­rüp ma'lûmları olan pirler mürûr-i eyyamla fevt olmuşlar bulunup, lâkin nice müslümanları bid-defe'at işhâd edip, vakt-i ihtizârlarında 'lâzım olursa bizim ağzımızdan şehâdet edesüz" deyü vasiyyet edip vefat etmiş olsalar, hâlen şâhid ağzından şehâdet eden müslümanların şehâdetleri mesmû'a olup, sâbık-uz-zikr mescide ittihaz olunan ma'bed-i nasârânın şer'an mescid-i müslimîn olmasına hükm olunur mu?

Cevap: Olunur. [325]

Bu Surette: Kefere "bizim milletimize vakf olmuştur, elimiz­de vakfiyemiz vardır" deyu da'vâ eyleseler vakfiyeleri ma'mûlün bihâ olup, ol kilise ellerinde ibkâ olunur mu?

Cevap: Hîn-i fetihte mescid ittihaz olunduğu şehâdet eale-ş-şehâde ile sabit olucak olmaz. [326]

 

II. Vakıf

 

299. Mes’ele Bîr kimse emlâkinden ba'zi nesneyi vakf etmek is­tedikte, ne veçhile etmek gerektir vakıf lâzım ola?

Elcevap: Vakf edip, mesârif-i müebbede ta'yîn edip, ve mü­tevelliye teslim edip, andan sonra hâkime varıp, vakf edip mesârifini ta'yin ettiğin ve mütevelliye teslim ettiğin tafsîl eyleyip, mü­tevelli dahi tasdik ettikten sonra, "îmam-ı A'zam katında vakıf değildir yine rücû ettim emlâki alırım" deyu mütevelliden talep edip, ol dahi "îmâmeyn katında lâzımdır" deyu vermeyip, hâ­kim dahi "vakfın sıhhatine ve lüzumuna hükm ettim" demek gerektir ki artık dönmeye. [327]

300. Es-Su'al: Eshâb-i hayrattan Hindin bazı evkafı nukûd olup, "mâdâme ki hayatta olsa tebdil ve tağyire kadire olmaya" deyu vakfiyesinde kayd ettirip, lâkin (mütevelli) şart-i vâkıfı ri'âyet etmeyip müflise ve tahsili mümkün olmaz yerlere verip, ve med­yunların ba'zi ahar yerde bulunmakla her sene tecdîd-i akd müyes­ser olmayıp, cânib-i vakfa küllî gadr ve zarar olmak mukarrer olup, 'akara tebdil olunmak vakfa enfa' olmağın, "nukûdu tah­sil edip bir miktarına 'akarına alınıp bakîsine münâsip düştükte alına" deyu şart edip cümle nükûdu 'akara tebdil etmeğe kadire olur mu?

Elcevap: Kadiredir. [328]

301. Su'al: Zeyd-i medyun, hâl-i sıhhatinde dâinlerinden kaçırıp cümle emlâkini vakf eylese, şer'an vakfı sahîh olur mu?

Elcevap: Sahîh ve lâzım olmaz. Kudât tescilden memnunlar­dır. [329]

302. Mes’ele Zeyd câmi'-i şerîf ve 'imaret bina edip vakfiyesinde "bir sâlih ve müstakim ve muhâsib kimse nazır ola" deyu şart edip...  [330]

303. Mes’ele Zeyd-i vâkıf, bina eylediği medresenin tedrisin, evlâdına ve evlâd-i evlâdına şart eylese, Zeydin oğlunun oğlu mü­lâzım olup, iki yıl mülâzemet edip, medreseye istihkakı olup, tâlib iken, medreseyi ecnebiye vermek caiz olur mu?

Elcevap: İstihkâk-i ilmîsi, erbâb-ı hail ü akd meclîsinde za­hir olucak ecnebiye verilmez. [331]

304. Es-Sual: Yılda iki yüz kırk akça mukâta'a olup, evlâda ve evlâd-i evlâda vakf olan yerde meyva ağaçları olup, ma'mûr olup, mukâta'ası sâl-besâl edâ olunurken, Zeyd ta'assuben ecr-i misil­den ziyâde bin akça eylese, şer' an caiz olur mu?

Elcevap: Olur. [332]

305. Mes’ele Bir vakıf zaviyenin tasarrufu eslah evlâda meşrut olup, evladdan Zeyd vakfın mesâlihine sâ'î ve hizmetine kâim olup, evladdan Bekr sâlih ve mütedeyyin ve musallî olup umûr-i vakıfta mühmil olsa, zaviyeye kangısı müstehak olur?

Elcevap: Bekr min ba'din ihmâli terk ederse ol müstehak olur, ve mütedeyyin olan umûr-ı vakıfta ihmâl eylemez, ihmâl ey­leyen mütedeyyin olmaz. Eğer Zeyd dahi, min ba'din sâlih ve musallî ve mütedeyyin olursa ol müstehak olur. Eğer Zeyd salâhı ihtiyar etmeyip ve Bekr ihmâli terk eylemezse, ecnebiden bir mü­tedeyyin ve umûr-ı vakıfta sâ'î kimseye verilir. [333]

306. Su'al: Ruhu için cüz'-i şerif tilâvet vaz' eden Zeyd nice etmek gerektir ki sahîh ola?

Cevap: Tilâvet ve cüz'-i teşrif bir mahall-i (muayyende) olmak şart edip, "tilâvet edenler ol mahalle varıp, abdest ile eczâ-ı şerîfeyi kemâl- hudû'la, sevabı ruhuma vâsıl olmak niyeti ile, ibadeten tilâvet edeler, ta'yîn olunan vazife mukabelesinde 'ivaz olan" deyu niyet ve şart etmek gerektir. [334]

307. Mes’ele Zeyd-i vâkıf 'ulemâdan ba'zı kimselere, "düşenbih ve pencşenbih günlerinde, mezarım üzerinde   tîlâvet-i Kur'an-ı 'azîm eylesinler" deyu şart edip, hâlen ulemâdan tilâvet eden kim­seler, mezarlar üzerinde mahalle davarları gezip televvüsleri ol­mağın, evlerinde tilâvet eyleseler, aldıkları vazîfe şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Olmaz. [335]

308. Su'al: Zeyd mülk evini, ruhu için cüz'-i şerîf tilâvet olunmak için vakf eylemeği mi evlâdır, yoksa Medîne-i münevverede olan fukaraya vakf etmek mi evlâdır?

Cevap: Medîne-i münevvere fukarasına icâresi sıhhat üze­rine vusul bulmakta şüphe var ise, tilâvet-i eczâ-i şerife evlâ­dır. [336]

309. Mes’ele Zeyd bir ahar kadılıkta tilâvet olunmak üzre bir cüz'-i şerif vaz' eylese, yirmi otuz yıl ol kadılıkta tilâvet olunsa hâliyâ verese kendi kadılıklarında okutmağa kadir olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar, şart-ı vâkıf tağyir olunmaz. [337]

310. Mes’ele Sultan-i zaman, Ayasofya vakfının zevâidinden, Zey­de bir miktar akça tayin eder olsa Zeyd dahi   gâh gâh  va'z eder olsa, ger'an ol akça Zeyde helâl olur mu?

Elcevap: Olmaz, şart-i vakfa muhalif ise. Beyt: [338]

311. Mes’ele Zeyd-i vâkıfın misafir için bina eylediği tekkeye misafir gelmez olucak, misafir için ta'yin olunan ta'âm yerli fu­karaya verilmek şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Olur, fukara olucak. [339]

312. Mes’ele Zeyd, Amra bir dükkân vakf eylese, Zeyd ve Amr fevt olduklarından sonra, mezbur dükkân şer'an fukaraya mı in­tikâl eder yoksa vereseye mi?

Elcevap: Müseccel ise, Amra bilâ-hizmete vakf ettiği takdirce fukaraya intikâl eder. Hizmet ta'yin etti ise, yine o hizmetle müstehak olanlara tevcih olunur. Amma tevcih olunan fukara fa­kir olmak evlâdır. [340]

313. Mes’ele Sulehâya hizmetsiz vakıf bir mezre'ayı, Zeyd-i müs­tehak mutasarrıf iken ... [341]

314. Mes’ele Sulehâ-i 'ulemâdan Zeyde, berât-i sultaniyye ile tev­cih olunan hizmetsiz vakıf mezre'a ... [342]

315. Mes’ele İstanbulda Gedik Paşa hamamı demekle ma'rûf ha­mam, yetmiş seksen bin akça icâreye verile gelmiş iken, mütevel­lisi olan Zeyd garaz-i fasidine binâen elli bin akça icâre ile vermiş olsa, hâlen mütevelli olan Amr "vakfa gadirdir, yine evvelki icâ­reye veririm ve hem bunun icâresi Mahmûd Paşa ve Sultan Bâyezid hamamı ile beraberdir onlara kıyas oluna gelmiştir, ecr-i misli ol hamamların icâresidir" deyip ziyâde ile talep eden kimselere vermek istedikte, bilfi'il hamamcı olan Zeyd "sene tamamından sonra ver" deyip icâreyi fesh etmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Kıyâs-i mezbûr şer'î değildir. Amma kadimden ni­ceye verile geldiyse ecr-i misli ol olur bilfi'il. Zeydin elli bine ver­mesi bâtıldır. Mutasarrıf olan hamamcıdan, yetmiş bin midir sek­sen bin midir ecr-i misil üzerine tasarruf ettiği zamanın kıstul-yevmi bî-kusûr alınıp, hamam ecr-i misli ile talip olana verilmele-lâzımdır. [343]

316. Mes’ele Sultan Mehmed aleyh-ir-rahmeti ve-r-rıdvan asrın­da beri olan mütevelliler, vakıf serhânelerden şehr-i Ramazanda kira alıgelmeyip, halen mütevelli olan almağa kadir olur mu?

Elcevap: Ol sefirde dükkân ellerinde olucak, ecr-i misil lâ­zımdır. Nihayet işlediği ile kirasından kasır ola. Bir kimse bir de­ğirmen icâreye alıp işlerken bir miktar zaman suyu kesilirse, ol zaman için değirmenin ücreti alınmaz, amma değirmenin evinde esbabı durucak, evinin ecr-i misli lâzım olur. Kütüb-i fetâvâda mes­turdur. [344]

317. Mes’ele Bir vakıf dağda, ba'zı kimseler, mütevelli izinsiz ağaçlar kesip, ol ağaçlar ile çatmalar ve evler ve anbarlar ve ara­balar yapıp bey' eylese, vakfın mütevellisi akçanın öşrün almağa kadir olur mu?

Elcevap: Ağaç vakfın olucak, dağda iken bahası ne ise onu alır. [345]

318. Mes’ele Zeyd, vakıf yeri nice yıllar tasarruf ederken, müte-vellî-i vakf sebeb-î şer'îsiz alıp âhara vermeğe kadir olur mu?

Elcevap: Vakfı çok tasarruf etmek şer'î değildir. [346]

319. Mes’ele Hind-i mütevelliye, mâl-i vakıftan kardeşi Zeyde bir miktar mal verse Zeydin kavî rehinin alsa. Ba'dehû Zeyd Hin­din haberi yok iken bir suret ile rehini Hindden alsa. Ba'dehu Zeyd mâl-i vakfı vermeye kadir olmayıp müflis olsa, Hind zâmin olur mu?

Elcevap: Olur. Mâl-i vakfın mukâbelesindeki rehini muha­faza etmemek mûcib-i zımândır. [347]

320. Mes’ele Batnen ba'de batnin evlâda meşrut olan tevliyete vâ­kıfın iki kızı iştirak üzre tasarruf edip, ikisi dahi fevt olup, hâliyâ, vâkıfın oğlu kızı Hind ile kızı oğlu Zeyd kalsa anlar dahi tevliyete iştirak üzre tasarrufa müstehak olurlar mı?

Elcevap: Olurlar, ve batnen ba'de batnin tertibe delâletten gayri evlâd-ı evlâda, daha esfeline tevliyet meşrut idüğüne delâ­let eder. [348]

321. Mes’ele Zeydin bina eylediği medresenin müderrisine yevmî onbeş akça ta'yîn iken ... [349]

322. Mes’ele Bir câmi'-i şerifin vakfiyesinde "her senenin mah­sûlünden hums mütevelliye ve yüzer akça huffâz ve elli kayyime ve bakîsi imam ve hatibe verile" deyu şart olunmuş olup, defter-i hâkânîde dahi böyle mukayyed olup, yetmiş sekiz yıl bu minval üzere tasarruf olunduktan sonra, Zeyd-i kâdî "vakfın vüs'ati var­dır" deyu yevmî birer akça almak üzere ellerine 'arz verip, berat alınıp bir kaç yıl tasarruf ettiklerinden sonra, Amr-i kâdî "vakfa gadr olmuş" deyu, ziyâdeyi ref'e arz gönderip hüküm getirse. İmam ve hatip ve huffâz ve kayyimden güzeşte aldıkları ziyâdeyi yine almaya kadir olur mu?

Elcevap: Olmazlar. [350]

323. Mes’ele Menâsib-ı cihât babında, sadaka ve sıla, ki zikr olu­nur, mâbeynlerinde fark var mıdır, ve zikr olunanlarda müsama­ha mümkün, müdür, beyan buyrula?

Elcevap: Sadaka, fukaraya mahsusdur. Hizmet-i evkâf-ı âmme ol kabiledendir ol asıl cihâtın gailesi ağniyâya haramdır. Sıla, atiyyedir. Ol ağniyâya helâldir. Vakf-i evlâd ve akraba ol kabileden­dir, ağniyâ olurlarsa dahi helâldir. Ve ba'zı menâsıb ve cıhâtın ki, tedris ve tevliyet ve hitabet ve imamet gibi, bunların vazifesi ne sadakadır ne sıladır, belki hizmetleri mukabelesinde ücrettir. Eğer mütekaddimîn teta'lîm-i ilm ve hitabet ve imamet ibâdet u tâ'ât makûlesindendir, anın mukabelesinde ücret alınmak caiz de­ğildir, anlara verilen sıla ve atiyye kabilinden olmak gerektir" demişlerdir. Amma müte'alihirîn, ücretsiz kimse ta'lîm ve hitabet etmediğini müşâhade ettiklerinde ücreti tecviz etmişlerdir. Cem-i vakıflar vakıflarım ücret olmak üzerine tertip eylemişlerdir. Menâsıb-i cihât beratlarında "kemâ yenbagî hizmeti edâ ettikten son­ra vazifesin ala" deyu ta'yîn olup, asla müsamaha mümkün değil­dir. Hizmet etmeden ücret alınmak mümkün değildir. Husûsan sılanın bir hükmü daha budur ki:

Hizmeti tamam eylese vazifeyi cebr ile alamaz, zîrâ ücret değildir 'atadır, verilmese dahi caizdir. Bir müderris bir yıl hizmet edip yıl başında sılası verilmeden fevt olsa sakıt olur, verese bir habbe alamaz. Zira sıladır âtadır ücret değildir. [351]

324. Es-Su'al: Emr-i pâdişâhı ve re'y-i hâkim ile rakabe var iken, mütevelli vazife verse mütevelliye zaman lâzım olur mu?

Cevap: Olur, rakabe cemi’ mesâriften mukaddemdir. [352]

325. Es-Su'al: Zeyd bir mekteb-hâne bina edip, "mu'allime üç akça, ve yedi akça ile yedi ecza okuna" deyu şart edip, otuz bin akça vakf edip, 'akara tebdil şart eylese. Ba'de zamanın 'akara tebdil olunsa, mahsûl ba'd-et-tebdü masrafa vefa eylemese, şer'an rakabe olunmak mı lâzım yoksa tevzî' mi olunur?

Cevap: Rakabe ile vefa etmek mümkün değil ise rakabe olunur. [353]

326. Mes’ele Bir medreseye müderris-i sabık zamanında rakabe lâzım olsa, müderris-i lâhık zamanında rakabeye hükm-i şerif vârid oldukta, termîm kime lâzım olur?

Elcevap: Tekmil-i rakabeye hacet var iken müderris-i sabık vazifeye müstehak olmaz. Kendi zamanında olan harabın ta'mîrine kifayet miktarı aldığı vazifeden alınır. Ta'mir olunup, lâzım olursa cümlesi alınır. Kifayet eylemezse müderris-i lâhik sa­manı gailesi ile tekmil-i rakabe olunur. [354]

327. Mes’ele Bir vakfın vakıf-nâmesine "vakf-i mezbur rakabe oldukta mütevellinin ve kâtibin ve câbînin vazifeleri rakabe ol­masın" deyu mestur olsa, mezburlar hâriç olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar, sart-ı mezbur nâmeşrû'dur, lağvdir. [355]

328. Mes’ele Meremmetci, rakabe-i vakıfda dâhil olur mu?

Elcevap: Zaruret olucak dâhil olmak caizdir. [356]

329. Mes’ele İmaretin hademesi, ta'yin olan aştan ve ekmekten gayri, 'imaretin aşından ve ekmeğinden yese helâl olur mu?

Elcevap: Olmazlar. [357]

 

5- DİNÎ SINIFLAR

 

I. Seyyidler

 

330. Mes’ele Elinde "Bahr-ül Ensâb" dan menkûl, mühürlü şece­resi olan Zeydin eben 'an ced emîr idüğüne kâdî huzurunda, ma­hallesi hatibi ve imâmı ve nice müslümanlar şehâdet eyleseler, kâdi dahi şehâdetlerin kabul edip sicil olunduysa, Zeydin siyâdeti sa­bit olmuş olur mu?

Elcevap: Da'vâ-i sahîha-i şer'iyeye binâen sabit oldu ise olur.. [358]

331. Mes’ele Sâdâttan olan Zeyd, akrabasından Amr-i fakire zekât ve sadaka vermek caiz olur mu?

Elcevap: Zekât verilmez, gayri sadakat verilmek meşrû'dur. [359]

332. Mes’ele Zeyd, âl-i Resulden olup, fakır olup deyni olsa, deyni kadar yâ dahi ziyâde zekât verilmek caiz olur mu?

Elcevap: Zekât verilmek yoktur. Meğer bir gönlü ganî bir fakire verile, ol dahi üyb-i Hatır ile Zeydin deynini ö'deye. [360]

333. Su'al: Evlâd-i Resul, sair re'âyâ gibi tasarruf ettikleri çiftlik rüsumun vermek şer'an lâzım olur mu?

Cevap: Olur. Rüsûm-i mezbûr yere mütealliktir, mutasarrıf olana müteallik değildir. [361]

334. Mes’ele Zeyd, Amr-i seyyide "bre haramzade şerîr" dese şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr lâzımdır. Harem-i Muharremde doğmuş" ma'nâsı fehm olunmaz. Mütebâdir haramzade  ma'nâmdır. [362]

335. Mes’ele Zeyd-i âl-i Resul (sallâllâhu aleyhi ve sellem) bir vakıf hamamı icâre ile tutup içinde dellâklık edip, bi-hasebiş-şer" ta'zîr lâzım olsa, ne veçhile ta'zîr olunur?

Elcevap: Şâir dellâklar ta'zîri ile ta'zîr olunur. [363]

336. Mes’ele Zeyd, emîr olan Amrdaki hakkın talep ettiği için, Amr bilâ sebeb-i ger'î Zeyde bir kaç yumruk vurucak, Zeyd dahi Amra bir kaç yumruk vursa, şer'an nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Kendine Amnn yumruğundan ziyade vurmadıysa nesne lâzım olmaz, bâdî azlemdir, Amr zulm etmiş, Zeyd hakkın almış. [364]

337. Mes’ele Sâdâttan ba'zi, "bize hukûk-i ibâd zarar eylemez, biz âhirette hukûk-i ibâddan mes'ul olmazız, âlâ külli hâl, biz cen­nete dâhil oluruz" deseler, mezburlara ne lâzım olur?

Elcevap: Bu i'tikâd üzerine musir olup, İslâma gelmezler ise, zındıkları mukarrer olup, katilleri vacip olur. [365]

 

II. Süfîler

 

338. Mes’ele Tekkelerde münzevî olup "ehl-i tevekkülüz" diyenlerin şer'an hal­leri makbul müdür?

Elcevap: Değildir. [366]

339. Mes’ele Zeyd ref'-i savtla kaimen ve kaiden zikrullah etmek şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Edeb ve vakar ve ta'zîm üzerine edicek olur. [367]

340. Mes’ele Birkaç sûfîler zikr edip yolda giderlerken rast gel­dikleri tabi ü zurnayı paraladıkları için halk üşüp "urun kızıl baş­ları, biz kâfir olduğumuzdan bunlara ne" deseler anlara şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd lâzımdır. [368]

341. Mes’ele Bir cemâ'at halka olup ku'ûden zikrullah ederler­ken galebe ile ayak üzerine kalkıp, raks ü devran etmeyip, ara­larına emred dahi karmayıp, ellerin birbirlerinin boyunlarına yahud kuşaklarına berkitip ayakların hareket ettirmeyip zikrullah eyleseler caiz olur mu?

Elcevap: Otururken etmek efdaldir. [369]

342. Mes’ele Evkât-i hamseye müdâvemet ve envâ'-i nevâfile müvâzıbet edip, sûfiyyeden olan ba'zı kimseler, zikrullah ederlerken zevk şevk gelip kıyâmen ve ku'ûden ayakları hareket etmeyip, amma belleri ve başları hareket eylese, bu makûle zikrullah eden kimselere şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Eğer belleri tahrik etmeyip başların tahrik ile ik­tifa eyleseler, dahi evlâ idi. Edeb-i zıkr-i şerife evfak idi. Amma muhafaza edip edicek be'is yoktur, sabit kadem olucak. [370]

343. Mes’ele Zâkirin tevhîd ederlerken başların sağ yanından sol yanına tahrik etmekle fâsık olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar, amma niyetleri emri tevhidi tahkik ve takrir etmek olup, başlarını sağ canibe tahrik ettiklerinde kal­binden mâsivâyı tarh ve sol canibe tahrik ettiklerinde tevhîd-i hakkı idhâl kasd etmek gerektir. Rüsûh-i tevhidde dahl-i euzmâ vardır. Bu niyet olmayıcak lağ ve abes olur, şer'an mekruh ve haramdır. [371]

344. Mes’ele Zeyd kaimen zikrullah ederken baş ve belin ve aya­ğın tahrik edicek, Arar Zeyde "bu hareketi ibâdet deyu edersin" yâhud "fi'l-i abesdir" dedikte, Zeyd "ibâdet deyu etmeziz, amma bu hareket mu'tâddir, zikre lâzım bir haldir, şevk gelir ederiz" dese, Amr "hele bu vaz'ı etmek haramdır" dese, Amrın sözü mak­bul olur mu?

Elcevap: Olur, bel ayak hareketi zikre nice lâzım olur. Raks ve devran eden süfehâ dahi ol mertebeye bu mertebeden varmış­lardır. Memmâ emken sekînet üzerine ve vakar ve mürâ'ât etmek gerektir.  [372]

345. Mes’ele Tevhîd-i Bârî'  ederken vecd-i hâl galebesinden bî-ihtiyar kalkıp döne döne zikr etmek şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Dönüp yıkılmayan bî-ihtiyâr olmak yoktur. [373]

Bu Surette: Tâife-i mutasavvifenin fî-zamâninâ eylediği ha­reket ve devranlarına dahi olundukta "ehline mubahtır, ihtiyarımız yoktur, iztırârîdir ederiz" deyu iddi'â ederler, hareket-i iztırâriyye ki ehlinden sâdır olucak ibâhatine hükm olunur mu,  anın 'alâmeti nedir (beyan buyurula) ta ki sâlih tâlinden mümtaz ola.

Elcevap: Cezbe-i ilâhiyye ile âlem-i tekliften münselih olanla­rın (âlem-i şehâdete müte'allik umura asla şu'urları kalmaz, nefs-i zekiyyeleri, âlem-i ruhanîde olan şu'ûn mutâla'asında müstağrak olup, tedbîr-i bedene müştegil olmaz, hatta ba'zı a'zâ kanatılsa duy­maz, onlardan hareket ve ıstırap vâki' oluncak harekât-i mürte'iş gibi gayri muntazam vâki' olur. Bu halle muttasıf olanların ha­rekâtı hürmet ve kerahet ile vasf olunmaz, mukabelesinde ne 'ikâb vardır ne sevâb. Amma ol taifeden sâdır olan harekât-i mevzû'a ve evzâ'-i masnû’a ehl-i salâhtan sâdır olmak mümkün değildir. İhtiyâriyyedir,  ıztırâriyye" demek ma'siyet-i ahardır. Bu makûle işinde gücünde gezip, tegannî ile usulle ettikleri evzâ'-i masnû'a "ihtiyarî değildir" demek mü'minden sâdır olur mânâ değildir. [374]

346. Mes’ele Fî-zamaninâ olan mutasavvifenin, tevhîd idüğün dev­rânına mubah i'tikâd eden kimseler, şer'an kâfir olurlar mı?

Elcevap: Gerçi mubah i'tikâd edenin küfrüne fetva vermişlerdir, lâkin ibâdet idüğün i'tikâd etmeyicek, küfründe tevakkuf olunmak ihtiyât-i akrab ve ensebdir. [375]

347. Mes’ele Zeyd "Halveti taifesinin şeyhi ve müridi, ve bunlar ile müsâhabet eden kimseler kâfirlerdir" dese, Amr Zeyde "niçin" deyu suâl ettikte, "bunlar devran ile zikrullah ederler" dese Zey­de ne lâzım olur?

Elcevap: Kizb ü iftiradan, ve bilmediği yerde mücâzefe et­mekten tamam ihtiraz etmek lâzımdır. Ol taifede yarar kimseler vardır. Mahzâ iztırarsız ettiklerinin.......ma'siyet irtikâbdır.

Anın ile küfür lâzım gelmez. Müsâhabet edenlere mücerred mü­sâhabet etmekle nesne lâzım olmaz. "Kâfirdir" demekle Zeyde ta'zîr lâzımdır. [376]

348. Mes’ele Sûfî adına olan Zeyd zikr ederken devran edip, ettiği devrânı ibâdet addeylese, nikâhı sahih zebîhası helâl olur mu?

Elcevap: Devranı ibâdet addeyleyicek mürteddir, asla müslimeden zimmiyeden avret nikahlamak mümkün değil, zebîhası meyyitedir. Amma ibâdet addetmeyip, mubah i'tikâd edip devran ederse mürted değildir. Tâ'atten hâriç fâsıktır. Şâir feseka gibidir, menkûhası tefrik olunmaz, zebîhası yenir. [377]

Bu Surette: Devranı ibâdet addetmek ile küfür lâzım gelip, mubah addetmek ile olmadığının vechi nedir? Elcevap: Mubah me'mûrun bih değildir, ibâdet me'mûrun bihâ olmak muhakkaktır, mubah addeden, Hak te'âlâ hazretine "emr etti" deyu iftira eylemez ki kâfir ola, amma ibâdet addeden ol lehv'ü lu'b ve abes olmak ile hürmeti mukarrere olduğundan gayrı, ke­ferenin küfr-i meşhurlarına kemâl-i müşabehet ile müşabih olan fi'l-i kabîh ümünkeri, "Hak te'âlâ hasretinin emridir" deyu if­tira etmek ile kâfir olduğundan gayri, mukabelesinde sevab ricâ etmek ile tekrar kâfir olur, haram akçayı sadaka edip sevap recâ eden kimse gibi. [378]

349. Mes’ele Tâife-i mutasavvifenin muktedâlarından Zeyd-i va­iz câmi'lerde ve kürsülerde çıkıp âlâ melein-nâs çağırıp "halka-i zikirde ibâdet niyetine raks ve devran etmek helâldir ve bunun hilli âyetle ve hadisle sabittir, âyetinin ma'nâsı Allahu te'âlâ hazretini her halde zikr edin de­mektir, raks dahi hâl-i kıyamda dâhildir" deyip ve dahi hadîsi mûcebince hâvâlî-i Arşta devran eden melâikeye teşebbühdür ve dahi Resûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem) raks etmiştir, hattâ mübarek ridâsı arkasından düşmüştür ve dahi ashâb-i kibardan, meşâyih-i 'izamdan imam Şâfi'î ve Muhammed Gazâlî ve anın emsali kimselerden sâdır olup ilâ yevmi-nâ hazâ devran olunca gelmiştir" deyip Arar-i âlim dahi "bunun hürmetine müftîler kerratla fetvalar vermişlerdir" deyicek Zeyd dahi "bu bir zevk hâlidir demişlerdir, ha­ram deyen desin Milimiz terk etmeziz" dese Zeydin bu delâil-i mezkûre ile istidlali sahîh olup, kavline i'tibâr caiz olur mu, ve illâ sa­hih olmadığı takdirde Zeyd-i mezkûra ne lâzım olur? İhsân-ı tâm edip âlet-i-tafsîl ve-t-tatvîl beyan buyurulmak diriğ olunmaya tâ ki mubtil ve muhik mümtaz olup hak gün gibi zuhur ede mahal-i ilbastan halâs oluna.

Elcevap: Ol âyet-i kerîmede raksın cevazına kafa işaret yok­tur. Ol efâl-i kabîhanın Miline anın ile- mütemessik olana tecdid-i îman ve tecdîd-i nikâh lâzımdır. Zîrâ ki Kelâmullah ma'nâsını tah­rif edip kendi hevâsına tâbi etmiş. Ve ol hadis-i mezkûre sahihtir, lakin benî Âdem melâike ettiği fi'le teşebbüh etmek me'mûr de­ğildir. Amma şimdiki zaman sûfîleri ettikleri raks fil-hakîka kâ­firlerin horos tepmesidir ve bunların fi'illeri kefereye teşebbühdür. Ve Resul (aleyhisselâm) hazretine raks isnâd etmek küfür­dür. Zîrâ raks ef'âl-i süfehâdır, enbiyâdan birine sefeh isnâd etmek küfür idügü kütüb-i fetâvâda mesturdur. Ve eshâb-i kibardan bu fi'l-i kabîhin sudûruna kavil kizibdir ve iftiradır. Ve imam Şâfi'îden sâdır olduğu sahih değildir. Hiç bir müctehid raks helâl de­memiştir, ihtilâfları semâ'dadır. Mesâil-i ictihâddiyede müctehid-den gayrı imam Gazâlî ve anın emsali kimselerin kavillerine itimad caiz değildir. Ve bu makûle tesvîlât ve tezvîrât ile teşeytun edip halka va'z eden kimseler dâller ve mudillerdir, bi-icmâ-İl-müctehidîn tekfir olunmuştur. Eşedd-i ta'zîr ile ve hapisle men' lâzımdır. Eğer memnu' olmayıp "ulemâ ehl-i zevkin esrarına mut­tali' değildir" demek iddi'âsı üzerine fi'l-i şenî'a israr ederse zın­dıktır, elbette kati olunmak vâcibdir. Ba'd-el-ahz tevbesi makbul değildir. Neûzü billahi min zâlik. [379]

350. Mes’ele Tâife-i mutasavvifenin muktedâlarına, "zikrullah ederken devran ve raks haram olup müstehil olanların küfrüne kütüb-i fetâvâda tasrih olunmuştur ve hem müftî-i zaman dahi öyle fetva vermiştir, niçin terk eylemezsiz" denildikte, "şurb-i hamrdan ve bunun emsali müfsidden alıkor, ba'zi fesekamn ku-lûbun istihâl  eder, tevbe edip zikrullah eylemesine sebeb olur" deyu cevap verirler, vâkı'â öyle olucak, bu evzâ' ol niyet ile şer'an murahhas olur mu?

Elcevap: Olmaz, vesâvis-i şeytaniye makûlesinden bir telbîstir, ma'siyet tâ'ate sebeb olmak mümkün değildir, kulûb-i feseka meyi ettiği zikrullah değildir, amma mukârin kıldıkları emirdir ki ma'siyet-i uhrâdır, derekât-i nârın birinden birine intikâl ile ehl-i nâr müsterih olmazlar, saniye ehven ise dahi. [380]

351. Mes’ele Raks ve devran eden taifeyi, valiler ve hâkimler men' etmek üzerine vâcib midir?

Elcevap: Vâcibdir, vazifeleri emr-i ma'rûf ve nehy-i münkerdir, etmeyicek, bir imamet eder müteşerri' kimse nasb olunmak lâzımdır. [381]

352. Mes’ele Zeyd varıp Amr-i imama uyup namazı cemâ'atle kılsa, Amr devranla zikr eden sûfîlerden olsa, Zeyd-i mezbur namazı iade eylemek lâzım mıdır?

Elcevap: Lâzımdır, ol sûfîler raksa "helâldir" diyenlerden ise. [382]

353. Mes’ele Bir zaviyenin mescidinde eşhâs-i muhtelife ile müştehî oğlanlar muhtelit olup, envâ'-i teganniyât ile tevhîd ederler­ken tevhidi tağyir edip gâh "dil-i men" gah "can-i men" deyip gâh beyt "sen bir ulu sultansın canlar içinde cansın, çün iyan gör­düm seni pinhan kapısı değil" deyip, gâh beyt "cennet cennet de­dikleri bir ev ile birkaç huri, isteyene ver sen anı bana seni gerek seni" deyu göğüslerin döğüp evzâ'-i garibe ettiklerinde,   ehâlî-i mahalleden ba'zı kimseler zâviye-i mezbûreye şeyh olan Zeyde "bu makûle evzâ' niçin ettirip razı olursun" dediklerinde Zeyd "ne lâzım gelir demekle cevap verse şer'an Zeyd-i mezbûra ne lâzım olur?

Elcevap: Evzâ' ve akvâl-i mezbûre kemal mertebe fuhş ol­duğundan gayri, cennet hakkında dedikleri kelime-i şenî'a küfr-i sarihtir, katilleri mubahtır, şeyhleri olan bîdin hikâyet olunan akvâl ü ef'âle "mübaşeret dahi ederse ne lâzım gelir" demekle kâfir olduğundan gayri, ol kabâyihi ibâdet kabilinden addedip âyet-i kerîmeyi ana delil getirmekle tekrar kâfir olur, bu i'tikat-tan rücû' etmezse katilleri vacip olur. [383]

354. Mes’ele Meşâyihtan ve sûfîlerden ba'zma Zeyd "siz niçin sa­lata ve zekâta müte'allik mesâil ta'lim etmezsiz" deyicek “ilm-i zahir ilm-i bâtına hicabdır, ilm-i bâtına meşgul olucak ilm-i za­hir keşf olur" dese ana ne lazım olur?

Elcevap: Ol mülâhidedendir ve zenâdikadandır anın hükmü mürted hükmü gibidir, ol i'tikâd-i bâtıladan rücû' etmezse katil lâ­zımdır. [384]

355. Mes’ele Sûfiyyeden bir taife şeyhlerini ta'zîmen önünde sec­de eylemeğe şebîh başlarını yere koşalar, gâh   abdest ile gâh abdestsiz, tâife-i mezbureye ne lâzım olur?

Elcevap: Secde-i tahiyyet ve selâm ederse kebâirdendir, 'ibâ­det için ederse küfr-i mahzdır bi-l-ittifak, ta'zîm için ba'zı eimme katında küfürdür, hiç niyet eylemese ba'zı eimme küfür demiş­ler ba'zı eimme kebîre. [385]

356. Mes’ele Öylede ve ahşamda ve yatsıda farzdan sonra sün­net kılmak mı evlâdır, yoksa arada baz'ı ed'iye mi okumak evlâdır?

Elcevap: Ed'iye sonra okunmak gerektir. [386]

Bu Surette: Sûfiyyeden ba'zı "bize şeyhimiz böyle emr et­ti" deyu ed'iyeye meşgul olsalar anlara ne lâzım olur?

Elcevap: Şeyhleri olan mudilli, Resülullahın (sallâllâhu aley­hi ve sellem) cenâb-i şerifinden tercih ederlerse cümle kati olun­mak vâcibdir. [387]

 

6- GAYRİ MÜSLİMLER

 

I. Zimmiler

 

A. Müslüman Oluşları

 

357. Mes’ele Kefere taifesine kıraat için Mushaf-ı şerîf bey' ey­lemek şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Kur'ân azımın mehâsinine vâkıf olayım oku­yup, ta'zîm edeceği ma'lûm ise beis yoktur. [388]

358. Mes’ele Zeyd-i yahudi mahûf yerlerde başına ak sarınsa,-İslâmına hükm olunur mu?

Elcevap: Olunmaz. [389]

359. Mes’ele Zeyd-i zimmî bir yere gider oldukta "filân zamana kadar gelmezsem müslümanlık şartı üzerime olsun"  dese ol za­manda gelmese müslüman olmuş olur mu?

Elcevap: Olmaz. [390]

360. Mes’ele Zeyd-i zimmî şurb-i hamr edip lâya'kil iken "Lâ ilahe illallah Muhammedün resûlullah" deyu  ''müslüman oldum" dese, şer'an İslâm’ma hükm olunur mu?

Elcevap: Re'y-i hâkimle olunur. "Küfürden döndüm" dedi ise bilâ şüphe hükm olunur.  [391]

361. Mes’ele Zeyd-i zimmî kelime-i şehâdeti telâffuz edip, amma teberrâ' eylemese, Zeydin İslâm’ma hükm olunur mu?

Elcevap: Olunmaz. [392]

362. Mes’ele Bir kâfir tağyîr-i libas edip, "müslüman mısın, kâ­fir misin" deyu sual olundukta, havımdan "müslümanım" dese, ol kâfire ne lâzım gelir?

Elcevap: Müslüman olur.  [393]

363. Mes’ele Zeyd-i zimmî, beşer altışar yaşında olan evlâdını Amr-ı müslimin evinde emânet koyup, Amr mezbûrlara İslâm tel­kin ile İslâm’larına hükm olunur mu?

Elcevap: Olunur, din ta'akkul ederler idi ise. [394]

364. Mes’ele Zeyd-i zimmî bi-inayet illâhi te'âlâ İslama gelmek­le, evlâdının kaç yaşında oluncaya değin İslâm’ma hükm olunur?

Elcevap: Oniki yası tamam edip "baliğ oldum" diyenden ka­lanının İslâm’ma hükm olunur. [395]

365. Mes’ele Zeyd-i zimmî müslim oldukta, on iki yaşında kızı Zeyneb-i bâliğa "ben müslüman olmadım" deyip,  on iki yaşında idüğüne zimmî şahidler istimâ' olunur mu?

Elcevap: Olunur. [396]

366. Mes’ele Zeyd-i zimmî müslüman olup, ahar yerde zevci olan Hind-i zimmiyenin bedel-i levazımın görmeyip, mukayyed olma­yıp, gayri avret alsa, hâlen Zeyd gelip "Hind menkûhamdır" deyu, zevciyet üzere mu'âmeleye kadir olur mu?

Elcevap: Olur, boşamadıysa. [397]

367. Mes’ele Zimmiye İslama gelmek ile firkat mukarrer olmaz, eri gâib olup gelince te'hîr olunur. Geldikte  İslâm arz olunur. Gelirse, nikâh mukarrerdir. îbâ ederse, hâkim tefrik eder. Ba'd-el-iddet kime dilerse varır. Hâkim sonra alana ta'zîr-i şedîd eder. [398]

368. Mes’ele Zeyd-i zimmî İslama gelmek için Amrın gemisine binip dâr-i İslama gelirken, zimmî-i mezkûru, Amr-i re'is "kulumdur" deyu bey' eylemek istedikte, zimmî re'is yüzüne hürriyetin isbât eylese, şer'an halâs olur mu?

Elcevap: İhtiyarı ile muhaceret edicek kimse dahle kadir değildir, [399]

369. Mes’ele Zeyd "müslüman oldum" dese, amma sünnet olmayıp müslümanlık şartından asla nesne işlemese, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Sünnet edip, levâzım-ı İslâmı bildirmek gerek. [400]

370. Mes’ele Müslüman olduktan sonra yine kâfir olan Zeyd-i zimmîye şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: İslama cebr olunur, gelmezse kati olunur. [401]

371. Mes’ele Hind-i zimmiye, İslama geldikten sonra mürted olup, irtidâdı üzerine musir olsa katil lâzım olur mu?

Elcevap: Olmaz, amma zindandan asla çıkarılmaz, dünya yü­zünü gösterilmez, ölüp gidinceye değin. [402]

372. Mes’ele Zeyd-i müslim, mürd olan babası ve anası kâfirle­rin ruhlariyçün Kur'ân-ı azîm caiz olur mu?

Elcevap: Asla olmaz, hemen ziyaret caizdir. [403]

373. Mes’ele Zeydin anası ve atası ve akrabası kâfir olup, fakîr-ül-hâl olsa, Zeyd sadaka bîr miktar akça verse sadaka yerine ge­çer mi?

Elcevap: Geçer, zekât olmayıcak [404]

374. Mes’ele Zeyd-i müslim, Amr kardeşi zimmîye sadaka ve kur­ban eti vermek caiz olur mu?

Elcevap: Zekât olmayıp, kurban nezren olmayıcak olur. [405]

 

B. Müslümanlarla Münâsebetleri

 

375. Mes’ele Zimmî kurbancı olup müslümanların kurbanın bo­ğazlamak şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Lâyık değil, min ba'din ettirmemek lâzımdır. [406]

376. Mes’ele Zeyd-i zimmî, Amr-i müslimin kurbanını besmele ile boğazlasa, şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Kurban yerine geçmez eti helâldir. [407]

377. Mes’ele Yahudi boğazladığı koyunun ekli helâl olur mu?

Elcevap: Olur, besmele ile boğazlanıp aziz teşrik etmedi ise helâldir. [408]

378. Mes’ele Zeyd kurban niyetine zebh eyleyip selh etmeğe Amr-i zimmîye verdiği koyun, şer'an kurban yerine geçer mi?

Elcevap: Mekruhtur, tamam sıhhat üzerine geçmez. Müslim zebh edip kâfire selh ettirmek caizdir. [409]

379. Mes’ele Kâfire kurban vermek caiz olur mu?

Elcevap: Lâyık olmaz,  ehl-i İslama vermek lâzım gerektir. Akça sadakası gibi değildir. [410]

380. Mes’ele Kâfire selâm verip selâm almak isteyicek, ne veç­hile eylemek gerek?

Elcevap: İslama gelmesi niyetine selâm vermede be'is yok­tur, "es-selâmu aleyk" ve "aleyk-esselâm" demek dahi ma'kûldür. [411]

381. Mes’ele Zimmîye nice ant verilir?

Elcevap: Şer'iyle İncili Hazret-i İsâya inzal eden Hak Hazretine verilir. [412]

382. Mes’ele Zeyd-i yahudiye medyun olan Amr-i müslim, akça­sın vermeye Zeydi bulamayıp ve Zeydin vârisi dahi olmadığı takdirce, akçayı kime vermek gerektir ki Zeyd deynden halâs ola?

Elcevap: Asla verecek kimse olmayıcak, tasadduk edicek ha­lâs olur. Amma gayet fakirlere ve zebunlara vermek gerektir. [413]

383. Mes’ele Zeyd birkaç zimmîler ile bir dükkân önünde otu­rup musâhabet ederken, Amr Zeyde "sen kâfirsin" dese  şer'an Amra ne lâzım olur?

Elcevap: Zimmîlere gayetle meylin ve muhabbetin görüp de­di ise, nesne lâzım olmaz. [414]

384. Mes’ele Zeyd-i yeniçeri, Amr-i müslime "Bekr-i zimmî sen­den yeğdir" dese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Eğer "anın kâfirliği senin müslimliğinden yeğdir" der ise kâfir olur. "Eğer anın konşuluğu senin konşuluğundan yeğ­dir" der ise, gerçek ise nesne lâzım gelmez. [415]

385. Mes’ele Zeyd-i müslim, Amr-i zimmînin özengisine düşüp "bana mansıp veya bir hizmet alıver" önüne  düşüp mülâzemet eylese, Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: La'net ve ‘azâb lâzım olur. [416]

386. Mes’ele Zeyd-i muhtesip, cihet-i ihtisâbı kendi zabt etme­yip, Amr-i zimmiye ber-vech-i maktu' verip, Amr nice sâlih müslümanları habs edip aralarında fısk u fücur edip ve hınzır etin pişirip, enva' türlü kabayıh edip müslümanları rencide eylemek şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Ne'ûzübülah, Amr-i kâfir ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd olunup, Zeyd-i kâfirin azli vâcibdir. [417]

387.  Mes’ele Zeyd-i müslim veled-i sagîrini kiliseye iletip vaftiz ettirse, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Tekrar müslim olmak lâzım gelir.  [418]

388. Mes’ele Zeyd-i zimmînin Amr-i zimmî ile nizâ'ı olup, Zeyd "üzerime zimmî şâhid istimâ' olunmasın" deyu 'illet edip, Bekr-i müslimi da'vâsına vekil nasb eylese, kâfirler Bekr-i mezbur üze­rine şehâdet eyleseler istimâ' olunur mu?

Elcevap: Kâfirin vekili olanın üzerine kâfirin şehâdeti mak­buledir. [419]

389. Mes’ele Zeyd-i zimmî, müslümanlar için bir mescid bina edip namaz kılmaya izin verse, müslümanlar mezbur mescidde şer'an namaz kılmak caiz olur mu?

Elcevap: Namaz kılmak caizdir, amma tâife-i muayyeneye vakf etti ise sahihdir, dönmez, fevt olucak veresesine değmez. Amma tâife-i gayr-i muayyeneye ıtlak ve umûm üzerine vakf ettiyse, sa­hihtir, lâkin kendi rücû'a kadirdir, fevt olucak veresesine değer. [420]

390. Mes’ele Hind-i zimmiye, maraz-ı mevtinde sair vereseden kaçırıp cümle esbabın ve emlâkin üç yaşındaki kızı Hatice-i müslimeye hibe etse, ba'de vefâtihâ, sair verese hibe-i nıezbûreyi "biz kâbûl etmeziz" demeğe kadir olurlar mı?

Elcevap: Sülüsten zaidin alırlar. [421]

391. Mes’ele Zeyd-i zimmî kefere bayramında Amr-i müslime çö­rek ve kızıl yumurta verip, Amr dahi alıp kabul eylese, Amra şer'­an nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Be'is yoktur, eğer ol günü ta'zim için olmayıp konşuluk hakkını ri'âyet için olucak. [422]

392. Mes’ele Zeyd, Amr-i zimmîye müdârebeye verdiği akça ile, Amr Zeydin emriyle hamr alıp bey' edip fâide etse, Zeyde fâide helâl olur mu?

Elcevap: Emri lağv olur, bey' ü şirâyı zimmî kendi ehliye­tiyle eder. [423]

393. Mes’ele Zeyd-i yahudi "eğer filân fi'li edersem, sâdâta şu miktar akça nezrim olsun" dedikten sonra fi'li mezbûru işlese, emirler akçayı alabilir mi?

Elcevap: Alamazlar, kâfirin nezri bâtıldır, sıhhat-i nesirde İslâm şarttır. [424]

394. Mes’ele Zeyd-i yahudi, müslümanlar gibi, zevcesi Hinde talâk verdikte, Hind Zeydden nafaka talebine kadire olur mu?

Elcevap: Ehl-i zimmette iddet olmaz ki nafaka ola. [425]

395. Mes’ele Bir karyede ta'ûn zahir oldukta, içinde olan müs­lümanlar, avretlerin ve evlâdların kâfir karyesine giderip, kendi yerinde sakin olsa, şer'an anlara ne lâzım olur?

Elcevap: Hak te'âlâ hazretine tevekkül etmek lâzım olur. [426]

396. Mes’ele Zeyd-i müslimin zevcesi Hind-i zimmiye evinde hamr bey' etmekle, Hind-i mezbûra ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr olunur, müslimin ırzına şeyn verir [427]

397. Mes’ele Hind-i zimmiyenin zevci müslim fevt oldukta, Hind mehrini alır mı, yoksa irs tarikiyle dahi nesne alır mı?

Elcevap: Hemen mehrin alır. [428]

398. Mes’ele Zeyd-i müslim Hind-i kâfireyi nikahlanıp, veled gel­dikten sonra Zeyd-i müslim fevt olsa, ba'dehu Hind Amr-i kâfire tezevvüc etmek caîz olur mu?

Elcevap: Olur, ba'd-el-iddet. Eri zimmî olsa iddet olmaz. [429]

 

C. Haklarındaki Tahdidler

 

399. Mes’ele Zeyd-i zimmî, zevcesi Hind-i zimmiyenin mütevef­fa zevci Amr-i müslimden olan evlâd-i sigarına-vasî caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz. [430]

400. Mes’ele "Zimmîler kul ve câriye kullanmasınlar" deyu emr-i şerif var iken, kullananlara şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır. [431]

401. Mes’ele: Duvarında mermer üzerinde Kur'an-ı azîm yazılı vakıf evde, ücretle yahudi sakin olmak caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz. [432]

402. Mes’ele: Ehl-i İslâm içinde olan zimmîleri, yüksek müzeyyen evler yapmaktan ve şehir içinde ata binmekten ve fâhir kıymetli libas giymekten ve yakalı kaftanlar giymekten ve ince tülbendler ve kürkler ve sarıklar sarınmaktan, velhâsıl ehl-i İslama ihâneten kendilerini ta'zîmi müş'ir ef'âlden men' eden hâkim-'indallah-müsâb ve me'cûr olur mu?

Elcevap: [433]

403. Mes’ele: Zeyd-i yahudi mahalle-i müslimînde vâki olan mülk darını yahudiye bey' etmek istedikte, müslümanlar yahudiye bey' ettirmeyip "elbette müslime bey' eyle" demeğe kadir olurlar mı?

Elcevap: Olurlar, bey' etmek ile cemâ'at az kalmak lâzım olursa. Amma bahası ile bey' ettirilir. [434]

404. Mes’ele: Zeyd bir câmi'-i şerife onbeş zira' yerde kurbunda yahudi-hâneler bina edip, taklîl-i cemâat olduğundan gayri tâife-i yahudi taş attıklarında bî-huzûr olup, tâife-i mezbûreyi evden çıkmasına hükm edicek, müslümanlar şer'an çıkarmağa kadir olur­lar mı?

Elcevap: Olurlar, elbette çıkarmak lâzımdır. Taş attıkları için tâife-i mezbûre tâ'zîr-i şedîd ve habs olunmak dahi lâzımdır. [435]

Bu Surette: Zeyd bina eylediği evlerden tâife-i mezbûreyi çıkarmasa, Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Çıkarmadığı, yahudilere meyli olmağın ise, yâhud câmi'-i şerife bu'zu olmağın ise kâfirdir, katli vâcibdir. Eğer mahzâ onların ziyâde kirasına meyi için ise ta'zîr ile iktifa olunur. Bilâ te'hîr tâife-i mezbûreyi döğe (döke) çıkarmak lâzımdır. Ehl-i İslâm mahallesinde kefere süknâsının cevazı taklîl-i cemâ'ate müeddî olmayıcaktır, müeddî olucak asla cevaz yoktur. Mülk evleri dahi bey' ettirilmek vâcibdir. Fekeyfe ki kira ile olucak [436]

405. Su'al: Bir mescidin etrafında asla müslüman evi olmayıp-kefere ihata eylese, imam müezzin mahzâ vazifeleri için, varıp mescide imamet edip ve müezzin ezan okuyup namaz kılsalar, şer'an aldıkları vazife kendilerine helâl olur mu?

Cevap: Ol evleri bahaları ile, cebr ile, müslümanlar alıp, elbette asla te'hîr etmeyip mübaşeret etmek lâzımdır. [437]

408. Su'al: Bir kilise müslümanlar mahallesinde vâki' olup, kâfirler nâkûs yerine bir yufka tahtayı nice yerlerden delip ibâdet­leri zamanında ol tahtanın orta yerine tokmak ile darb edip, bir savt-ı acîb peyda olup, müslümanlar müte'ezzî olsalar, şer'an ref olunmaz caiz olur mu?

Cevap: Vâcibdir. [438]

407. Mes’ele: Bir kâfir karyesinde iki müslüman olup, kefere kili­selerinde tahta çaldıklarında mezbûrân kimseler şer'an men'a ka­dir olurlar mı?

Elcevap: Re'y-i hâkimle olurlar, sâlih kimseler ise. [439]

408. Mes’ele: Bilâd-i İslâmiyyede olan zimmîler gurb-i hamrdan ve birbirine hufyeten bey' etmekten zecr olunmak ile, mâbeynlerinde bey' ü şirâların izhâr ve i'lân ettiklerinden sonra,...ehl-i İslâma dahi bey' eder olup, envâ'-i fesâd ve fücur şayi' olup, nice defa "evlerinde kendilere kifayet miktarından ziyade hamr tutmayalar" deyu tenbîh ve te'kîd ve tehdîd olunduktan sonra dahi, fesâddan halî olmayıp, umûmen hamrları dökülmeyince feseka ile mu'âmeleleri münkatı' olmasa, nefisleri için alıkodukları hamrları dahi küllen dökülüp, kendiler şurb-i hamrdan men'  olunsalar şer'an hükkâm âsim olurlar mı?

Elcevap: Şurb-i hamr, ehl-i zimmetin dinlerinin vâcibâtından değildir ki nehy etmek ile ism lâzım ola. Mazanne-i ism hamrları faidesiz dökülmektedir. Zahir rivayette zımân lâzım olmak dahi ana mebnîdir. Lâkin müslim zimmînin hamrını hasbeten lil-lâh dökse zımân lâzım gelmemek "Hülâsat-ül-Fetâvâda, Kitâb-i İstihsân"da mesturdur. "Fetâvâ-i Hâniye"de dahi nakl olunmuş­tur. Zımân lâzım olmayıcak ism lâzım olmamak zahirdir. Bunca tehdidden sonra fesadları münhalı' olmadığı takdirde dökmek ile zımân ve ism lâzım olmamakdığı mahall-i istibah olmaz. [440]

409. Mes’ele: Bir şehirde "min ba'din kefere hamr bey' eyleme­sin" deyu emr-i şerif vârid olup, kâdî nida ettirip, kefereye defe'-atle tenbih olunduktan sonra, mel'unlar mütenebbih olmayıp, âdet­leri üzerine gîr ü meyhanelerine şarab kurup zalemeye bey' eder­ler iken, cemâ'at-i muslinimden nice kimse meyhanelerine girip, fıçıların   paralayıp hamrların dökseler, zımân lâzım olur mu?

Elcevap: İhtisâben etmişler, lâzım olmaz. Fıçılarının dahi zımânı lâzım değildir. [441]

410. Mes’ele: Bir kasabada nasâra taifesi, yılda üç gün bir mahal­de cem' olup, âdet-i kadimleri üzere lehv ü lu'b edip, amma kim­seye zararları olmayıp, ve müslümanlara asla müte'arrız değiller iken, yahudi taifesi mezburlar ile adavetlerine binâen men'a kadir olur mu?

Elcevap: Ehl-i İslâm men' etmek lâzımdır. "Kimseye zararı yoktur" demek, kizb-i sarîhadır, dinsiz (lik)dir. Cum'a kılınır ka­sabada kefere bu veçhile alâim-i küfrü izhâr etmek dîne zarardır. Ne ol metfunlar ne yahudi mevunlar asla ol asıl vaz' etmek caiz değildir. Döğe döğe cemiyyetlerin (hâkim) dağıtmak lâzımdır, Müsâhele ederse azli vâcibdir, [442]

411. Mes’ele: Bir dağ başında kadîmi bir kilise olup, kâfirler üze­rinde perhize çıkıp, çan çalıp ve etrafına kâfirler cem' olup, ruh­banları âyîn-i bâtılları üzre va'z eyleyip kâfirler ağlagıp griv eyleseler, müslümanlar kiliseyi hedm eylemeğe kadir olurlar mı?

Elcevap: Eğer etrafında asla şenlik yok ise ta'arruz olun­maz. Eğer var ise şiâr-ı küfrü bu mikdar izhar etmekten men ve zecr olunmak lâzımdır. [443]

412. Mes’ele: Bir kasabada vâki' olan zimmîler, Pâdişâh-ı âlem-penah hazretlerinin emr-i hümâyûnuna imtisal (etmeyip) ehl-i İslama her zaman hamr bey' etmekle, fitne ve fesâdetleri münkatı' olmayıp, hâkim-üş-şer' dahi nice defa tenbîh ve te'kîd edip mem­nu' olduklarında, kasaba-i mezbûre sulehâsı, hâkim-i merkûme şi­kâyet eylediklerinde, ahâlî-i memleket "tarîk-i men', ba'zısının şa­rapların döküp ve küplerin kesr etmekle men' olurlar, ana mün­hasırdır" dedikleri ecilden, hâkim-üş-şer', nefislerine kifayet ede­cek miktarını ibkâ edip zaidini dökse, şer'an hâkim-i merkûme ne lâzım olur?

Elcevap: Asla nesne lâzım olmaz. İstihsânen olmuş zarfların zımân dahi lâzım idüğüne-(imedüğüne?) rivâyet-i sahiha vardır. Bu babda amel-i Mes’ele Kitab-ı Gasbla değildir. [444]

413. Su'al: Sabıkan ehl-i İslâm mahallesi olan mahalle kurbunda, olan  (ulan?)  evleri ve meyhaneler olmağın, müslümanlar fısktan ve fücurdan bî-huzûr olup ve nicesi evlerin kefereye bey' edip ahar mahalleye göçse.  Hâlen mahallede kalan "mescidimizde cemâ'at kalmadı" deyu mescid-i şerîf kurbunda olan kefere evlerin ehl-i İslâma bey' ettirmeğe kadir olurlar mı?

Cevap: Cebr ile, kıymetlerile bey ettirilmek meşru' ve lâ­zımdır. [445]

 

D. Haraç

 

414. Mes’ele: Zimnıîlerden cizye almakta mal cihetinden a'lâ ve ednâ ve evsat olanlar ne makûle kimselerdir, her birinin bi-haseb -iş-şer' cizyeleri ne miktar olur?

Elcevap: 'Amele kadir olan kâfir, ki iki yüz dirhem-i şer'îye kadir olmaya, ol makûle ednâdır, on iki dirhem-i şer'î alınır, iki yüz dirhem-i şer'îye kadir olup amele kadir olan evsat makûlesidir, olunca, yirmi âirhem-i şer'-i alınır. On bin dirhem-i şer'îye mâ­lik olan a'lâ makûlesidir, onların cizye-i şer'iyyeleri kırk dirhem-i şer'îdir. [446]

415. Mes’ele: Cevâb-i şerifte olan on bin dirhem kaç bin akça olur?

Elcevap: Şimdiye değin carî olan akça ile kırk iki bin eder, yeni akça île kırk beş bin eder. [447]

416. Mes’ele: Zimmî taifesinin "ganîsinden haraç kırksekiz dir­hem gümüş, vasat-ül-hâlinden yirmi dört dirhem, fâkîr-ül-hâlinden on iki dirhem alma" deyu buyurulan yerde ganî ve vasat ve fakirden murad nedir?

Elcevap: İkiyüz dirheme mâlik olmayan fakirdir, iki yüz dirhemden onbine varınca vasat-ül-hâldir, onbinden yukarısı fâikdir. [448]

417. Mes’ele: Emr-i pâdişâhı ile vilâyet kâtibi olan Zeyd-i kâdî, zimmîlerden ba'zın müsellem yazmağa  me'zûn değil iken, ba'zı zimmîleri cizye ve ispençeden ve avârız-i 'urfiyyeden mu'âf ve mü­sellem yazıp, ellerine temessük verse Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Kötürüm ve fakirler değil ise azil lâzımdır. Kötürüm ve fakirler ise şer'î etmiş olur, nesne lâzım olmaz.[449]

418. Mes’ele: Memâlik-i mahrûsede mütemekkin olup haracgüzâr keferenin, oğullarına dahi harac-ı şer'î vaz' olunmak lâzım iken, haraçtan kendini kaçırıp beyt-ül-mâle gadr eyleyen zimmîlere şer'ân ne lâzım olur?

Elcevap: Habs-i medîd lâzımdır. [450]

 

E. Şerî'at Huzurundaki Dâ'vâları

 

419. Mes’ele: Kiliseye varmayan kâfirin, kiliseye varan kâfir üze­rine şehâdeti makbul olur mu?

Elcevap: Olmaz. [451]

420. Mes’ele: Yahudinin nasrânî üzerine şehâdeti makbule olur mu?

Elcevap: Olur, dînince 'âdil ise. [452]

421. Mes’ele: Fâsık ve fâcir olan müslimin, zimmî üzerine şehâdetî kabul olunur mu?

Elcevap: Fısk u fücuru katı şayi' ise olmaz. [453]

422. Mes’ele: Emanla gelen harbîler Amr-i zimmî üzerine bir hu­susta şehâdet eyleseler, Padişâh-i âlempenâh,  "harbîlerin zimmî üzerine şehâdetleri tutula" deyu ellerinde temessükleri olucak, mezburların üzerine şehâdetleri kabul olunur mu?

Elcevap: Asla olunmaz, ahid-nâmelerinde ol kaydı cehele-i küttab yazmışlardır, nâ-meşrû' olan nesneye emr-i sultanî olmaz. [454]

423. Mes’ele: Zeyd-i müslimin üzerine, Amr-i müslim-i müdde'înin ikâmet ettiği kâfir şâhidlerin şehâdetini   "kabul etmezim" derken, kâfirlerin şehâdeti ile Zeyd üzerine Bekr-i nâib hükm eylese nafiz olur mu?

Elcevap: Olmaz, meğer Zeyd beyt-ül-mâl emini olup, malım kabz ettiği kâfir-i meyyitin verasetin da'va eden kâfirin vekili ola. [455]

424. Mes’ele: Bir kâfir köyünde asla müslüman olmasa, Zeyd-i müslim Amr-i zimmîyi vurup kati eylese, merkum köyün halkının gehâdeti Zeyd üzerine geçer mi?

Elcevap: Geçmez, müslim idüğü muhakkak ise. [456]

425. Mes’ele: Bir zimmî fevt olup, vârisi kalmayıp, beyt-ül-mâlci metrûkâtmı talep ettikte, Amr-i zimmî "ben satın aldım" deyu da'vâ edip ba'zı zimmî şâhidler ikâmet eylese, beyt-ül-mâlei müs­lim olsa anların şehâdetleri mesmû'â olur mu?

Elcevap: Müslüman şâhid lâzım olur. Bey' dâvasında irs da'vâsında vasiyet da'vâsında olmaz. [457]

426. Mes’ele: Bekr-i zimmî fevt olup, terekesin zâbit-i beyt-ül-mâi olan Amr-i müslim zabt ettikten sonra, Beşr-i zimmî gelip "vârisiyim" deyu da'vâ edip, zimmî şâhidler ikâmet eylese makbul olur mu?

Elcevap: Olur, şâir madde gibi değildir. [458]

427. Mes’ele: Zeyd-i yahudi bir maslahat için İstanbul'dan Galata'ya vardıkta, Amr-ı nasrânî "üzerinde hakkını var Galata kadı­sına varalım" dedikte, Zeyd "benim kadılığım İstanbul kadısıdır, ana varalım" demeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olur.  [459]

428. Mes’ele: Nasârâ taifesinin âyîn-i bâtıllarında, hîn-i nikâhta mehr-i müeccel tesmiye olmayıcak, mehr-i  müeccel olmaz olsa. Anlardan Zeyd-i müteveffanın zevcesi Hind, hîn-i nikâhta mehr-i müeccel tesmiye   olunduğun isbâta kadire olmayıcak, yeminiyle mehr-i misil almağa şer'an kadire olur mu?

Elcevap: Olmaz, dinleri öyle idüğü muhakkak ise.  [460]

429. Mes’ele: Zeyd-i zimmî zevcesi Hind-i zimmiyeyi meclis-i ser'de üç talâk boşasa, ba'dehu "bizim dînimizde boş olmaz" deyu yine tasarrufa kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz, Hind mürâfa'a edicek tefrik lâzımdır [461]

430. Mes’ele: Zimmî olan Zeyd zevci Hind-i zimmiyeye talâk ver­dikten sonra, Hindin yanında hizmet edip  sekiz  yaşında  Amr, Hinde "Zeydle zina etti" dese mücerred Amr’ın sözüyle Hinde ne lâzım olur?

Elcevap: Yalan olmak ba'iddir, hâkim ihtimamla görmek lâ­zımdır, amma boş demekle zimmiye boş olmaz, üç talâk boşayıck dahi avret mufârakat etmeyicek tefrik olunmaz, enkiha-i müslimin gibi değildir. [462]

431. Mes’ele: Zeyd-i zimmînin mutallâkası Hind-i zimmiye, ba'd et-talâk yirmi yedi gün geçtikten sonra Amr-i zimmîye nikâhla varmağa kadire olur mu?

Elcevap: Kadire olur, anlarda iddet i'tibâr olmayıcak. Zimmiyeye vücûb-i iddet müslim boşayıcak olur. [463]

432. Mes’ele: Zeyd-i yahudi fevt olup, yahudi âyini üzere Amr-i yahudi Zeyde vâris olup, Bekr-i yahudi vâris olmasa, amma şer'-i İslâmda ikisi bile vâris olsa, Amr ile Bekr kâdîye mürâfa'a oldukla­rında, Amr Bekre "yahudi isen yahudiler dîninde sana miras değ­mez" deyip, (Bekr "yahudiyim" dese) kâdî, Amr ile Bekre "âyinleleri üzre kısmet ettirin" demeğe şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Caizdir. Sa'd [464]

Bu Surette: Verilen cevap şer-i şerife muvafık mıdır?

Elcevap: Merhum galiba Bekrin yahudiliğine ikrarını, miras­tan Kirmanına ikrarına ve harmanı kabulüne hami edip, Öyle cevap vermiş. Amma cevâb-i sarih budur ki, hâkime mürâfa'a edicek, dîni İslâm hükmü ne ise anı icra etmek lâzımdır. [465]

433. Mes’ele: Hind-i yahûdiye, nasrânî dînine girip Zeyde nikâh olunsa, sonra Hindin babası Amr mürd oldukta, Hind Amra vâris olur mu?

Elcevap: Olur. [466]

434. Mes’ele: Zeyd-i zinımî dâr-i harbden dâr-i İslama gelip, Hind-i zimmiyeyi bunda alıp, mülk ev alıp, ba'dehu Hindi ev içinde koyup gidip, anda fevt olup, Zeyneb-i zimmiye, ki kız kardeşi kızıdır, dâr-i İslama gelip, Hind evi bey' etmiş olsa, Zeyneb veraset ken­dine münhasır idüğünü isbat edicek evi almağa kadire olur mu? Elcevap: Eğer Zeyd bunda zimmî olup, dâr-i harbe ticaret üze­rine gidip yine gelmek üzerine fevt olduysa, rubu' Hinde bakî Zeynebe değer. Eğer müste'men olup yine dâr-i harbe avdet ettiyse, andan zimmîler miras yemezler dâr-i harbdeki vârisleri ge­lince, beyt-ül-mâlde malı durur. [467]

435. Mes’ele: Zeyd-i zimmî dâr-i islânıda kat'-i alâka edip dâr-ül-harbde mütemekkin oldukta, Amr-i zimmî varıp hile ile bir mik­tar altının alıp gelse, ba'dehu Zeyd ardınca gelse altının almağa kadir olur mu?

Elcevap: Zeyd harbî olucak dâr-i harbde malı ma'sûm değil­dir, Amrdan alamaz. Amma hile ile almağın Amra helâl olmaz. Fukaraya üleştirip yâhud beyt-ül-mâl-i müslimine teslim etmek lâzımdır. [468]

436. Mes’ele: Defter-i hâkânîde haraç-güzar adına olmayan uç kâfirleri, ahyânen haraç adına bir nesne irsal etseler ve gâhî irsal etmeseler, mezburlardan Zeyd, hemşîresi Hindi ve şâir akrabasını cebren dâr-i İslama ihraç   edip mezburları Zeyneb-i müslimeye bey' eylese, bey'-i mezkûr şer'an sahîh olur mu?

Elcevap: Haraç vermek ihtiyar edicek zimmî olur, ba'zı va­kitlerde haraçların vermemekle zimmet bozulmaz, sahih değildir [469]

437. Mes’ele: Bir vilâyetin halkı re'âyâsi, başları korkusundan gelip itâ'at edip, cizye kabul edip, amma müslümanlardan bir kimse karyelerine varsa fırsat bulduklarında kimini katil ve kimin esîr edip kâfire verseler, ve cemî zamanda deseler ki "memleket bizimdir, müslümanların medhali yoktur" ve mümkün oldukça malları ve esbâbları ile kâfire mu'âvenet eyleseler, ve haraçların dahi bi-şahsihi getirmeyip içlerinden birisiyle gönderseler, ve ek­ser köyleri bir yıl haraç verirlerse iki üç yıl vermeyip geçirseler ve sair rüsûm-i şer'iyeyi bu minval üzerine eyleseler, asla içtlerine varmağa kabiliyet olmasa, bu zikr olan re'âyânın mal ve menâlleri, esîr olup hizmetleri helâl olur mu?

Elcevap: Yâ dâr-ül-harbe lâhik olup, yâhud bir vilâyete müs­tevli olup, ehl-i İslâm ile muharebe ve mukâtele etmeyince olmaz helâl olmak ihtimâli yoktur. [470]

438. Mes’ele: Bir karyenin kâfirleri Pâdişâh-i âlempenah hazret­lerine âsî olup, emr-i Pâdişâhı ile gâzîler vurup, esbabların gâret ve kendilerin esîr edip, zevcelerin hizmetlendikleri takdirce vat'ları helâl olur mu?

Elcevap: Merâtib-i isyan mütefâvittir. Haraç vermekle, ha­ramilik edip köy basmak ile, ve bir sarp yerde bihte (veya: binhe, nihbe) olmak ile zimmetleri bozulup sebiyleri helâl olmaz. Hara­mileri kati olunmak meşrû'dur. Nisası ve evlâdı seby olunmak yoktur. Madem ki dâr-i harbe lâhik olmayanlar, yâhud bir mev­zide müstevli olup esker-i İslâm ile muharebe etmeyeler. [471]

439. Mes’ele: Pâdişâh-ı İslama isyan eyleyip, emr ile vurulan zimmîler sair harbîler gibi esir kılınıp satılıp  alınmak  şer'an  caiz olur mu?

Elcevap: Akd-i zimmet nakzını icâb eder isyan ettiler ise. Haraç vermemekle haramilik ve hırsızlık etmekle, sancak beyle­rinin zulmünden kaçıp dağlarda nîhbe (veya, bîhte, bîhne) olup sancak emirlerine itâ'at etmemekle zimmet mütenakkaz olmaz. Yâ dâr-ı harbe lâhik olup, yâhud bir mevzide müstevli oluben bi­zimle muharebe etmeyince esir olmak yoktur.  [472]

440. Mes’ele: Zeyd-i  zimmî, Amr-i müslimin-ne'ûzübillâhi ta'âlâ-cimâ' lâfzı ile ağzına ve avretine setm eylese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zir-i şedld ve habs-i medid lâzımdır. [473]

441. Mes’ele: Zeyd-i müslim, Amr-i zimmînin ağzına ve dînine şetm eylese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîre müstehâk olur. [474]

442. Mes’ele: Zeyd-i müslim, Amr-i zimmînin dînine ve îmânına cima' lâfzı ile şetm eylese, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Dîn-i semavîye şetm eden kâfirdir.

Cevâb-ı Diğer: İmâna şetm tecdîd-i îmanı müstelzimdir. Amma ağışa şetmde ta'zîr-i beliğ ile iktifa olunup ve tevbe teklif olunmak lâzımdır.

Cevâb-ı Dîğer: Din ve îmâna şetm olunduğuna razı olan da­hi kâfirdir. [475]

433. Mes’ele: Zeyd-i yahudi, cima' ile hazret-i İsâya ve Meryeme -hâşâ- sebb eylese, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Bir mertebe darb-i şedîd ve habs-i medîd olunur ki, şâirlerine mûcib-i ibret ola. [476]

444. Mes’ele: "Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyaya gelelden beri hâşâ sümme hâşâ fitne ve fesad ve haram-zâdelik eksik olmadı" diyen Zeyd-i yahûdiye ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zir-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır.  [477]

445. Mes’ele: Zeyd-i yahudi sebb-i Nebî edip, istifsar olundukla "mu'tâdı ise kati oluna" deyu fetvâ-i şerife vârid olucak, müslümanlardan ba'zı kimseler hâkime varıp "mu'tâdı idüğüne" şehâdet eyleseler kati olunur mu?

Elcevap: Mu'tâdı idüğü bir iki kimse ile malûm olmaz. Bîgaraz müslümanlar "mu'tâdıdır" deyu hâkime ilâm edip, hakkın­dan gelmediğinin sebebini beyan edicek, bizim eimmemiz kavliy-le 'amelen, ta'zîr ve habs ile iktifa olunmayıp, "kati olunur" diyen eimme kavilleri ile (amel olunmak emr olunmuştur. Mu'tâdı idü­ğü zahir olucak kati olunur. (B. 314 a)

446. Mes’ele: Bir mağarada bir nice zimmî kat'-ı tarîka müba­şeret edip, gece ile bîr nice müslümanları basıp, cümlesin mecruh edip, nisâbdan ziyâde malların alıp tutsalar, mezburlara ne lâzım olur?

Elcevap: Elleri ayakları kesilmek lâzımdır. [478]

447. Mes'ele: Zeyd-i zimmî evli iken, Hind-i bâkire-i zimmiyeye zina eylese ne lâzım olur?

Elcevap: Mevunlara recm yoktur, amma hadd-i zina vurul­duktan sonra zamân-ı tavîl zindanın ahbes mevâzi'inde hapis lâzımdır. [479]

448. Mes’ele: Zeyd-i zimmî Hind-i müslimeye zina eylese mezbur­lara ne lâzım olur?

Elcevap: Kati olunmaz, hadd-i zinadan sonra zamân tavîl zindanın ahbes mevâzi'inden çıkarılmaz. [480]

449. Mes’ele: Zeyd-i müslimin zevci Hind-i müslimeye zina eden Amr-i zimmîye şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: İslâma gelirse katilden halâs olur. Hind recm olu­nur, tâi'aten ise. [481]

 

F. Rahîp Ve Keşişler

 

450. Mes’ele: Kilise keşişlerinin fukaralarına haraç vermek lâ­zım olur mu?

Elcevap: Asla halk ile muhâlâtaları yok ise olmaz. [482]

451. Mes’ele: Keşişlerden cizye ve ispençe ma'fuv mudur, yoksa alınır mı?

Elcevap: Asla halk ile muhâlâtaları yok ise olmaz [483]

452. Mes’ele: Bir manastırın keşişleri, mîrî tarafından satın alın­dıkları bağı ve evi ve yeri kendilerden sonra mezbûr manastırda sakin olan keşişlere vasiyet etmeleri caiz olur mu?

Elcevap: Vârisler yok ise, yerlerden gayri cemi emlâklerin manastırlarında sakin keşişlere vasiyet eyleseler, ol keşişler mah­sur ve muayyen kimseler ise, ganîler ise dahi fakirler ise dahi vasiyetleri sahihtir. Asla mîrîden kimse dahi edemez. Amma mah­sur olmayıp, çokluk taife ise, anların cümlesine vasiyet etmek sa­hih değildir. Fakirlerine vasiyet etmek gerektir ki, asla kimse dahi edemiye. Vârisleri var ise, sülüsden mâ'adâsını vârisleri kabul et­memeğe kadirlerdir. Sülüse dahi edemezler. Vech-i mezbûr üze­rine kimse dahi edemez. Eğer vârisleri kabul ederlerse, cümlesi vasiyet-i sahîhadır, kimse dahi edemez. Amma "yerlerine kimse dahi etmesin" deyu emr-i sultanî lâzımdır. [484]

453. Mes’ele: Ba'zı zimmîler bir manastır râhibleri olduklarında, mezburların ellerinde olan mülk davarların ve bağların ve bahçe­lerin ve değirmenlerin il kâtibi mezburların ellerinden alıp, yine mezburlara bey' edip, mezbur zikr olunan emlâki nıezbur manastı­rın fukarasına ve âyende ve revendesine vakf eylese, ba'de zama­nın mezbur vakfa şer'an hâriçten kimse dahle kadir olur mu?

Elcevap: Vakf ettikleri davar ve bağ ve bahçe ve değirmen ve dükkân makülesinden olup, manastıra vakf etmeyip, gelen giden fukaraya vakf edicek asla dahi olunmaz. Tarlalar ve mezra'alar ise asla vakfa kabil değildir. Amma anı dahi mîrîden tapuya alıp (trdhibler tasarruf edip şâir re'âyâ gibi cemî hukukunu verdikten sonra kimse dahi etmeye. Rahipler fevt oldukta, yerinde kalan­lar tasarruf edeler" deyu defterde kayd olunucak ana dahi dahi olunmaz, vakıf adına olmayıcak. [485]

454. Mes’ele: Hind-i nasrâniye sıhhatinde mülk evini ve bağını, İncil kıra'ati için bir kilise rahiblerine vakf edip, teslîm-i müte­velli ve tescîl-i şer'î edip, vakfiyesi yazılıp, 'amel olunurken, on yıl sonra ahar yerde olan veresesi gelip vakfı kabul etmeyip bozma­ğa kadir olurlar mı?

Elcevap: Râhibler cemî'an fakir ise anlara vakıf sahihtir, İncil okumak şartı lağvdır. Eğer fakir değiller ise sahih değildir, tescil dahi nâmeşrû'dur. Veresesi bozarlar, kısmet ederler. [486]

455. Su'al: Zeyd-i zinımî, bir kilisenin rahiblerine ba'zı emlâkini vakf eylese, tescil ettikten sonra mürd oldukta, veresesi kabul et­memeğe kadir olur mu?

Cevap: Tamam sıhhat üzerine tescîl-i şer'î oldu ise olmazlar. Kiliseye ise olurlar. [487]

 

G. Kilise

 

456. Mes’ele: Merhum Sultan Mehmed Han (aleyhir-rahmeti ve-1 gufran) hazretleri, mahrûsa-i İstanbulu ve etrafında olan karye­leri 'anveten fetlı mi etmişlerdir?

Elcevap: Ma'rûf olan anveten fetihtir. Amma kenâyis-i kadî­me hâli üzerine ibkâ olunmak sulhle fethe delâlet eder. Sene ham­se ve erba'in ve tis'amie tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. Yüz on yedi yaşında bir kimse bulunup ve yüz otuz yaşında bir kimse dahi bulunup, ieyahudi ve nasâra el altından Sultan Mehmed ile ittifak edip, anlar tekfura nusret etmeyicek olup, Sultan Mehmed dahi anları seby etmeyip, halleri üzere mukarrer edicek oldu, bu veçhile feth olundu" deyu müfettiş mahzarında şehadet edip, bu şehadet ile kenâis-i kadîme hâli üzre kalmıştır. [488]

457. Mes’ele: Bir kilise hîn-i fetihte müslümanlar mâlik olduktan sonra, nasâra iştira edip geri kilise eylemeğe kadir olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar, mümkün değildir. [489]

458. Mes’ele: Hind-i zimmiye, mahrûsa-i Kostantiniyyede Amr-i müslimden iştira eylediği mülk kilise-i mu'attalasını kilise ittihaz edip, vakfiyye yazdırıp, kilise-i merkuma ibâdet-i nasâra üzre vakf eyleyip, teslim ile-l -mütevellî edip, lüzumuna hükm olunup, hük-kâm-ı ehl-i İslâmdan ba'zı kimseler imza eyleseler, zikr olunan vakıfname ma'mûlün bihâ olur mu?

Elcevap: Vakıfname bâtil-ı mahzdır. Emsâr-ı müslimînden kilise bina etmek nice nâmeşrû' ise memlûke olan kilise-i mu'attalayı  kilise ittihaz etmek dahi nâmeşrû' idüğü  kütüb-i fetâvâda mestur iken, anı bilmemeğe binâen yazılmıştır ve imza olunmuştur.. [490]

459. Mes’ele: Pâdişâh-i İslâm feth ettiği kalenin varoşunda kilise olmayıp, ba'dehu kefere gelip mütenıekkin olup "evvelden bizim bunda kilisemiz var idi" deyu kiliseler ihdas etseler, müslümanlar kal' ettirmeğe şer'an kadir olurlar mı?

Elcevap: Olurlar, kalede cum'a kılınırsa. [491]

460. Mes'ele: Müslümanlar ve zimmîler mahlut olan karyede, zimmîler ihdas ettiği kiliseyi, hâkim-üş-şer'  yıktırmağa kadir olur mu?

Elcevap: Mescid var ise olur. [492]

461. Mes’ele: Cum'a namazı kılınıp, mekteb olan ve Kur'an-i azîm talim olunan kasabada, zimmîler bir hadis kilise ihdas ey­leseler, kal'ı lâzım olur mu?

Elcevap: Olur,  [493]

462. Mes’ele: Arz-ı mîrî üzerinde vâki' olan kilise muhterik olup, emîr izni ile müslümanlar kilise-i mezbûre yerine mescid bina edip, nice gün müslümanlar namaz kıldıktan sonra, hâkim-ül-vakt müslümanlara "mescid-i mezbûru kaldırın" dedikte, kâfirler ellerine balta alıp "müslümanların gürlüğüne" deyu yıksalar, hâkim-i mezbûra ve kâfirlere ne lâzım olur?

Elcevap: Kilise bir şehirde olup, ol şehir sulh olundukta mu­karrer kılınan kiliselerden olmayıp, arz-i mîriyye üzerine bina olun­muş olup ihtiraktan sonra ehl-i İslâm sâhib-i arzdan tapuya alıp üzerine mescid bina edip namaz kıldıkları sabit olucak, kâdi azl olunup kefere ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd olunmak lâzımdır. [494]

463. Mes’ele: Bir şehir yandıkta keferenin kilisesi bile yanıp, ba'dehu ta'mir etmek dilediklerinde, müslümanlar, kilise-i mezbûre hadis idüğünü şühûd-i 'udûl ile isbat edip ta'mir ettirmemeğe ka­dir olur mu?

Elcevap: Olurlar, eğer tamam beyyine-i âdile ile isbat eder­lerse, amma yanınadan ta'arrus olunmamak ne sebebdendir beyan olunmak lâzımdır.  [495]

Bu Surette: Zikr olunan kilisenin hudûsünü, müslümanla­rın bu'zısı da'va edip ba'zısı şehâdet eyleseler makbul olur mu?

Elcevap: Tamam âdiller ise, te'hîr-i şehâdete özürleri olu­cak olur. [496]

Bu Surette: Kilisenin müslümanlar hudûsüne, kefere kıdemine beyyine ikâmet eyleseler, seran kangısı evlâdır?

Elcevap: Kıdem beyyinesi evlâdır, şehir sulhen feth olucak. [497]

464. Mes’ele: Keferenin kiliseyi ta'mîrine mu'âvenet eden müslümanlara ne lâzım olur?

Elcevap: Kıdemine mutekidler ise nesne lâzım olmaz, hudûsüne mu'tekidler ise ta'zîr-i şedîd lâzımdır. [498]

Bu Surette: Kilisenin hadis idüğunü bilip, ref'i lâzım idüğün bilmedikleri ecilden te'hîr-i şehâdet edip, ba'd-el-ilm şehâdet eyleseler şehâdetleri mesmû'a ve makbule olur mu?

Elcevap: Olur. Amma buna hacet yoktur. Şeftir 'anveten feth olunduğu muhakkak ise asla kilisenin üzerine İsti'mâl mümkün değildir. Ev edinmek lâzımdır. [499]

465. Mes’ele: Bir şehrin içinde, kâfirlerin kadîmden kiliseleri olup, hâliyâ üstü harâb olsa ta'mir olunur mu? Elcevap: Olunur. [500]

466. Mes’ele: Bir kasabada bir kilisenin avlusu küçücek iken, ke­fere bir miktar yer alıp tevsî'a kadir olurlar mı?

Elcevap: Şimdiye değin iktifa etmişler, min ba'din dahi ik­tifa ederler. [501]

467. Mes'ele: Bir şehirde kefere kiliselerinde, evvelden yok iken, keşişler sakin olacak ba'zı odalar ihdas  eyleseler, müslümanlar ma'rifet-i hâkim ile yıktırmağa kadir olurlar mı?

Elcevap: Olurlar, kiliseye muttasıl ise. [502]

468. Mes'ele: Bir müslüman şehrinde olan kefere mahallesi, ki­lisesi ile yandıktan sonra Zeyd-i zimmî kiliseyi vaz'-i aslîsine muha­lif, taş kerpiç ile bina ettikte, müfettiş kâdîsi, mezbûr kilisenin yıkıl­masına toprak kâdîsine Amr ile gönderdiği mektubu, Arar hıfz edip kâdîye göstermese ve şehrin eimme ve hutebâsı dahi kilise-i mezbûrenin yıkılmasına sa'y etmeseler, şer'an Amra ve eimme ve hutebâya ne lâzım olur?

Elcevap: Amra ta'zîr-i şedîd ve hapis lâzımdır. Şâirlerin azil lâzımdır. Kilise hedm olunup, evvelki gibi bina ettirilir. [503]

469. Mes’ele: Zeyd-i zimmî mülk evini kiliseye, ba'dehu kilise harab oldukta fukaraya vafef edip, hâkim dahi mezkûr evin vakfiyetini kabul edip hüccet vermek şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Kiliseye vakıf bâtıldır. Amma sakinlerine vakf edip anlardan sonra şâir fukaraya şart etmek şer'îdir.  [504]

470. Mes’ele: Bir manastırın vakıf akçası ile Zeyd-i zimmî ma­nastır için ba'zı yerler ve şâir mülkler alıp kendi  adına hüccet ettirip fevt olsa, ve vech-i mezbûr üzere alındığı sabit olduğu tak­dirce, zikr olunan yerler ve mülkler manastır için zabt olunur mu?

Elcevap: Olunmaz, akçası tazmin olunur. Manastırın ne mül­kü olmak mümkündür ne vakfı olmak, akçayı dahi vakf eden yâhud vârisi alır. [505]

471. Mes’ele: Zeyd, mîrîden tapuya aldığı hâlî yerleri "filân kili­senin vakfıdır, biz şehâdet ederiz, hak keşişlerindir" diyen müslimlerin şehâdetleri makbul olur mu?

Elcevap: Ne'ûzübülâh, küfür olmak havfı vardır ve ihtiyaten tecdîd-i îman etmek evlâdır. [506]

 

II. Harbî Kâfirler Ve Gaza

 

472. Mes’ele: Guzâtın muktedâları kimdir?

Elcevap: Hazret-i Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) dir. Mubâreze edip çarhıya çıkan muktedâları Ali İbni Tâlib (her-remallâhu vecheh)dir. [507]

473. Mes'ele: Pâdişâh-i dinpenah ve şehinşâh-i sa'âdet resengâh hazretleri, 'atabe-i 'ulyâlarına müntesip olan  ümerâ-i devlet ve 'uzemâ-i millet ve şâir cünûd-i müslimîn, 'asâkir-i muvahhidm, i'lâ-i kelimetullah için nefislerini ve mallarını bezi edip, gaza niye­tine kefere-i fecere üzerine 'azimet buyurduklarında, himâyetlerinde olan âmme-i memâlik-i İslâmiyyede kalan kâffe-i mü'minîne "asker-i İslâm mansur ve muzaffer, ve a'dâ-i dîn-i mübîn makhûr ve muhakkar olmak du'âsına iştigâl için" ahkâm-ı şerife irsal buyurulmuş iken, bir kasabanın halkı, eyyâm-i mu'tâdde eczâ-i şerîfe tilâveti için câmi'e hâzır olmayıp, eimme ve hutebâ ve şâir ehl-i cihet, ferâg-i bâlle zevk ü safâda, ve erbâb-i sûk, kîl ü kâlle bey' ü şirâda olup, i'lâ-i dîn-i mübîn için du'âda ihmâl eyleseler, eimme ve hutebâ ve şâir ehl-i cihâtın azilleri vâcib olup, Hak celle ve 'alâ hazretlerinin: ayet-i kerîmesiyle va'îdine dâhil olurlar mı?

Elcevap: Erbâb-ı vezâif cemî'an azilleri vâcibdir. Hak subhânehu ve taâlâ hasretine nusret-i dîn için duadan, hevâ-i nefislerini ve haram ve helâl kesblerini tercih ve takdim eden ehl-i sûk, va'îd-i meşhurda dâhillerdir ve keselerinde hayır ve bereket yok­tur. Vallâhu a'lem ve ahkem. [508]

474. Mes’ele: Bir asker-i azîm sefere müteveccih olup, şehirden birkaç mil gittikten sonra bir menzilde birkaç gün tevakkuf olu­nup, bugün yarın göçmek niyeti ile iki aydan ziyâde zaman geçip, hayme ile oturulup göçülmeyip, amma onbeş gün ikâmete ni­yet olunmasa asker namazı seferî mi kılmak gerektir yoksa it­mam etmek mi lâzımdır?

Elcevap: Seferî kılmak lâzımdır. [509]

475. Mes’ele: Sûret-i mezbûrede askerin ba'zı mesâlih için yine şehre yâhud menzil-i mezkûr kurbunda meskenine rücû' edip, anda geceleyip yahud yine ol gün askere varır olsa, meskeninde ve as­kerde namazı seferî kılmak mı lâzımdır yahud itmam etmek mi lâzımdır?

Elcevap: İtmam etmek lâzımdır, rücû'-i 'azimetinde olan se­ferî kılmak yoktur. [510]

476. Mes’ele: Zeyd, Amra bin akça koyup derya seferine gittikte kâfire esir olsa, babası "gayet fakir oldum" deyu mezbur akçayı alıp harcanmağa kadir olur mu?

Elcevap: Esirlikten çıkarmağa sarf olunmak lâzımdır. [511]

477. Mes’ele: Pâdişâh-i  âlempenah  hazretlerine,  ümerâ-i  küffâr-i bed-girdârdan Zeyd, her sene bir miktar mal kesim verdikte, Sul­tan dahi kıtale ve feth-i kılâ'a mübaşeret etmemek üzere arala­rında ahid vâki' olduktan sonra, tarafeynden cünd ü sipâhî esir seby eyleseler, lâkin Sultan ile Zeydin sebye şu'ûrları ve 'adem-i şu'ûrları nâma'lûm olup, izinleri ve 'adem-i izinleri dahi ma'Iûm olmasa, nakz-i ahd olup seby olan esârî rık olurlar mı ? Elcevap: Olmazlar. [512]

478. Mes’ele: Sabıkan vilâyet-i dâr-i İslâmdan olup, ba'de zamanin küffâr-i hâksâr müstevli olup, medâris ü mesâcidin harab ve mu'attal, ve menâbir ü mehâfilin 'alâim-i küfr ü dalâlet ile mâlâmâl edip, nice türlü ef'âl-i habise ile dîn-i İslama ihanet kasdın eyleyip, ve etrâf-ı âleme evzâ'-ı kabîhaların işâ'at eyleseler. Padişâh-ı dinpenah hazretleri, hamiyet-i İslâm muktezâsınca, diyâr-i mezkûru küffâr-i  rûsiyâh  elinden  alıp,  dâr-i  İslama  ilhak eylemeğe 'azî­met ve himmet buyursalar, sabıkan mezkûr keferenin tasarruf­larında olan ahar vilâyetler musâlâha olundukta ellerine verilen ahid-nâmede, mezkûr vilâyet dâhil olmak ile, şerî'at-i nıutahhara mucebince, mezkûr ahid-nâme nakzına azîmet buyurmalarına mâni' olur mu beyan buyurula?

Elcevap: Asla mâni' olmak ihtimâli yoktur. Pâdişâh-i ehl-i İslâm (e'azzallâhu ensârahu) tevâif-i kefere ile sulh eylemeği ol vakit meşru' olur ki, kâffe-i müslimîne menfa'at ola. Menfa'at saymayıcak asla sulh meşru' değildir. Müşahede olunup müebbed yahud muvakkat sulh olunduktan sonra, menfa'at bu zamanda bozulması enfa' görülse, elbette bozmak vâcîb ve lâzım olur. Haz­reti Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hicret-i nebeviyyenin altıncı yılında, küffâr-ı Mekke ile on yıl sulh edip hazreti Ali (k-remallahu vecheh) müekked ahidnâme yazıp, mu'âhede mukarre­re kılındıktan sonra, gelecek yıl bozmak enfa' görülüp, hicretin sekizinde üzerlerinde varıp, Mekke-i mu'azzamayı feth buyurmuş­lardır. Hazret-i halîfe-i rabbul 'âlemin azîmet-i hümâyunlarında, cenâb-ı Risâlet-penâh (sallallahu aleyhi ve sellem) haz­retlerinin sünnet-i şeriflerine iktidâen buyurmuşlardır. Müstetbi'i feth-i mübîndir. Bi'inâyet-illâh-ilmelik-ilmu'in. [513]

 

III. Mürtedler

 

A. Kızıl Başlar

 

479. Mes’ele: Kızılbaş taifesinin şer'an kıtali helâl olup, kati eden gâzî ve kızılbaş taifesinin ellerinde maktul olanlar şehîd olurlar mı?

Elcevap: Olur, gazâ-i ekber ve şehâdet-i 'azhnedir. [514]

Su'al-i Ahar: Kıtalleri helâl olduğu takdirce, mahzâ Sultan-ı ehl-i İslâm hazretlerine bağy ve 'adavet üzere olup, asker-i İsla­ma kılıç çektiği için mi olur, yâhud gayri sebebi var mıdır?

Elcevap: Hem bâgîlerdir, hem vücûh-i kesîreden kâfirlerdir. [515]

480. Mes’ele: Re'isleri hazret-i Resûlullah (sallallahu te'âlâ aleyhi ve sellem) âlindendir derler, öyle olucak nev'â şüphe olur mu?

Elcevap: Hâşâ yoktur. Efâl-i şenî'aları, 61 neseb-i tâhire 'alâ­kaları olmamağa şehâdet ettiğinden gayri, sikâttan  menkuldür ki, babası İsmail ibtidâ-i hurucunda, imam 'Ali er-Bızâ İbni Mûsâ el-Kâzım meşhedinde ve şâir emâkinâe olan sâdât-i 'izamı, kendi­nin nesebini Bahr-i Ensâba dere eylemeğe ikrah edip, iftiraya cür'et edemeyenleri  katl-i âm  edincek,  ba'zı  sâdât  katilden  halâs  için imtisal suretin gösterip dediğin eylemişler. Amma bu miktar tedâ­rik eylemişler ki, bunun nesebini, 'ulemâ-i ensâb-i şerife mabeynlerinde 'akîm olup, asla nesli kalmamağıyla ma'rûf bir seyyide müntehi kılmışlardır, ki nazar edenler hakîkat-i hâle vâkıf olalar. Faraza sihhat-i nesebi mukarrer olsa dahi, bîdin olucak, şâir ke­fereden farkı olmaz. Hazret-i Resûlullâhın (sallallâhu aleyhi ve selem) âli, şe'âir-i şer'-i mübîni ri'âyet ve ahkâm-i metini himâyet edenlerdir. Hazret-i Nûhun ('aleyhisselâm), Ken'an sulbü oğlu iken dîni üzerine olmadığı için "ehlimdendir" deyu, necatı için Rabb-i izzete du'â ettikte deyu buyurulup, şâir kefere ile bile ta'zîb ve iğrâk duyurulmuştur. Enbiyâ-i 'izam (aleyhim-üs-salâti ve-s-selâm) neslinden olmak, dünyevî ve uhrevî 'azabdan necata sebeb olsaydı, hazret-i Âdem nebi (aleyhi-s-selâm) neslinden olmak ile, esnaf-i kefereden bir kâfir asla dünyâda ve âhirette mu'azzeb olmazdı. Vallâhu te'alâ dem ve ahkem. [516]

481. Mes’ele: Tâife-i mezbûre gi'adan olmak da'vâ ederler, "lâ ilahe illallah" derler iken, bu mertebeyi îcâb eden halleri nedir, mufassal ve meşrûh beyan buyurula?

Elcevap: Şi'adan değil, "yetmiş üç fırka ki, içinde ehl-i sün­net fırkasından gayrı nârdadır" deyu hasreti Resul (sallallâhu aleyhi ve sellem) tasrih buyurmuşlardır, bu taife ol yetmiş üç fırkanın hâlis birinden değildir. Her birinden bir miktar şer ve fesad alıp, kendiler hevâlarınca ihtiyar ettikleri küfr ü bid'atlere ilhak edip, bir mezhebi küfr ü dalâlet ihtira' eylemişlerdir. Dahi durup gün günden artırmak üzerinedirler. Şimdiye değin üzerine müstemir oldukları kabâyih-i ma'rûf elerinin, müceb-i şeriat-i şe­rife üzerine mufassaları hükmü budur ki:

Ol zâlimler Kur'an-ı 'azîmi ve şeriat-i şerifeyi ve dîn-i İslâmı istihfaf eylemekle, ve kütüb-i şer'iyyeyi tahkir edip oda yakmak ile, ve 'ulemâ-i dîni 'İlimleri için ihanet edip kırmak ile, ve re'isleri olan fâcir me’lûnu ma'bud yerine koyup ana secde eylemekle, ve dahi hürmeti nusûs-i kafiye ile sabit olan envâ'-i hurumât-i dîniyeyi istihlâl eylemekle, ve hazret-i Ebî Bekr ile hazret-i Ömere (radiyallâhu anhum) la'n eylemekle kâfir ol­duklarından sonra, hazret-i Âişe-i sıddîkanın (radiyallâhu anhâ) berâati hakkında bunca âyât-i 'azîme nazile olmuş iken, anlara itâle-i lisan eylemekle Kur'an-i kerîmi tekzîb edip kâfir oldukların­dan ma'adâ, hazret-i Risâlet-penâhın (sallallâhu aleyhi ve sellem) cenâb-ı azizlerine şeyn getirdikleri ile sebb-i nebî eylemiş olup, cumhûr-i 'ulemâ-i a'sâr ve ernsâr icmâı ile, katilleri mubah olup, küfürlerinde şek edenler kâfir olurlar. İmâm-ı Azam ve imam Süfyân-i Sevrî ve imam Evzâgî (rahimehullah) katlarında tamam sıhhat üzere tevbe edip İslama gelicek, eğerçi bu küfürler dahi şâir kefere küfürleri gibi afv olunup katilden necat bulurlar, amma imam Mâlik ve imam Şâfi'î ve imam Ahmet bin Hanbel ve imam Leys bin Sa'd ve imam İshak bin Râhûye ve şâir 'uzemâ-i 'ule­mâ-i dinden cem'-i kesîr katlarında asla tevbeleri makbul ve İslâmları mu'teber değildir. Elbette hadden kati olunurlar. Hazret-i imam-i din-penah (eyyedehullâhu te'âlâ ve kavvâhu) zikr olunan eimme-i dinden, hangi canibin kavli ile 'amel ederler ise meşrû'dur. Ol kabâyih ile ittisafları cem-i ehl-i İslâm içinde tevatür ile mu'ayyenen ma'lûm olmuştur. Hallerinde tereddüd ve iştibah yok­tur. Askerlerinden olup kıtale mübaşeret edenler ve binip inip etbâ'ından olanların sânında asla tevakkuf olunur değildir. Amma şehirlerde ve köylerde kendi hâlinde salâh üzerine olup, bunların sıfatlarından ve ef'allerinden tenezzühü olup, zahir halleri dahi sıdklarına delâlet eyleyen kimselerin kizbleri zahir olmayınca, üzerlerine bunların ahkâmı ve 'ukûbâtı icra olunmaz. Bu taifenin kıtali şâir kefere kıtalinden ehemdir. Anınçün Medîne-i münevvere-etrafında kefere çok iken ve bilâd-i Şâm feth olunmamış iken an­lara gaza eylemekten, hazret-i Ebî Bekr-i sıddik (radiyallâhu anh) hilâfetinde zuhur eden Müseyleme-i kezzaba tâbi' olan tâife-i mürtedde üzerine gaza eylemeğe, eshâb-î kiram (rıdvânullâhi aleyhim ecma'în) icmaları ile tercih ve takdim buyurmuşlardır. Hazret-i 'Ali (kerremallâhu vecheh) hilâfetinde havârîc kıtali dahi böyle olmuştur. Bu taifenin fesadları dahi azimdir, yeryüzünden fesadların ref eylemek için mücâhede eylemek dahi ehemdir. [517]

482. Mes’ele: Nahcivan seferinde tutulan kızılbaş evlâdı kul olur mu?

Elcevap: Olmaz. [518]

483. Mes’ele: Padişah emriyle kızılbaş taifesi vurulup, sagîr ve kebîri esir olanlardan ba'zı ermeni olduklarında, ol takdirce ha­lâs olurlar mı?

Elcevap: Olurlar, ermeniler kızılbaş askeri ile asker-i İslâm üzerine gelip muharebe etmiş olmayıcak, şer'an esir olmak yok­tur. [519]

484. Mes’ele: Mürtedde darül-harbe lahika olmadan alıp esir ey­lemek caiz idüğüne İmam-ı A'zamdan nakl olunan rivayete binâen, kızılbaş avretlerin esir eylemekle asker-i İslama kemâl-i kuvvet ve şevket, a'dâ-i dîn-i metine nihayet za'f ü zillet gelir olsa, ol riva­yet ile 'amel olunmak şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Caizdir, [520]

485. Mes’ele: Bu rivayet ile, ol esir olunan avretin hizmetleri, vat' olunmaları şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Cümle hizmetleri helâldir. Amma mürteddelerdir, İslâma gelmeden vatları helâl değildir. [521]

486. Mes’ele: Çâryâre sebb eden, kızılbaş idüğü sicil olunan Zeydi, Amm oğlu Bekr kati eylese, şer'an nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Sebb ettiği vakit kati ettiği muhakkak ise ta'arruz olunmaz. [522]

487. Mes’ele: "Yezide lâ'net ve ana lâ'net etmeyene dahi lâ'net” diyen Zeyde ne lâzım gelir?

Elcevap: Lâ'net etmeyene lâ'net nâmeşrûdur. Lâ'net etme­mek onun efâlin kabul değildir. [523]

488. Mes’ele: "Muâviye hayırlı kişi değildir" dese, şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr olunur. [524]

489. Mes’ele: Sahâbe-i kiramdan Muaviyeye lâ'net eden Zeyde şer'­an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i beliğ ve hapis lâzımdır. [525]

 

B. Küfür, İlhad Ve Zındıka İle Mürted Olanlar

 

490. Mes’ele: Zeyd, din ve imân nedir ve kangı mezhebdendir bil­mese, şer'an sahîh olur mu?

Elcevap: Olmaz din ve îman bilmemek ile kâfir olur. [526]

491. Mes’ele: Zeyd, Amra "peygamberin kimdir" dedikte, Amr, "bilmezim" dese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfir olur, gerçek ise ve yalan ise. [527]

492. Mes’ele: Bir hususta ba'zı kimseler Zeyde nasihat edip "şerî'at-i Resûlullah (aleyh-is-selâm) dan hurûc etme, Peygamber hazretlerinden gafil olma, hicâb üzerine ol" dedikte, -eliyâzübillâh-gazab ile "ben Peygamber bilmezim" dese, şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfirdir, katli helâldir. [528]

493. Mes’ele: Zeyd, Amr-i müezzin ezan okurken "bin kerre çağırsan, bizden sana varır yoktur" dese Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: İstihzadır, kâfir olur, avreti hâindir. [529]

494. Mes’ele: Zeyd, Amra "gel şerîate gidelim" dedikte, Amr "var­mazım" dese ne lâzım olur?

Elcevap: Tecdîd-i îman lâzımdır. [530]

495. Mes’ele: Zeyd, Amr-i müslimi şer'a da'vet eyledikte, Amr "lâ'net sana ve şer'a" dese ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfirdir, katli helâldir. [531]

496. Mes’ele: Zeyd, Amrı ger'a da'vet eyledikte "ben ger' bilme­zim, senin şer'in budur" deyu bir değnek   gösterip, Amr Zeydi muhkem darb eylese, ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfir olur, dahi eşedd-i ta'zîr eşedd-i te'dıb lâzım olur. [532]

497. Mes’ele: Zeyd, Amrdan hakkını taleb eyledikte Amr "eğer şer'-i gerîf sabit olursa alayın" dedikte, Zeyd  "senden hakkımı ger'le mi alırım, katille alırım, hapisle alırım" dese ger'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır. Şer'-i şerifi istihânet tarîkile dedi ise küfür lâzımdır. [533]

498. Mes’ele: Zeyd Amra "bana Tanrıyı buluver" dedikte Amr Zeyde "Kur'an ile 'âmil olup, Peygambere iktidâ edicek, bulursun" deyicek, Zeyd "anlara ne 'amel, ben anlarsız bulurum" yahut "bul­dum" dese Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Katli lâzımdır, zındıktır. [534]

499. Mes’ele: Zeyd "bana hazret-i İsa (aleyhisselâm) gibi gök­ten mâide iner, ve nice kimseleri tâ'undan ve gayri belâdan kurta­rırım, dilediğimi zillete düşürürüm" dese ne lâzım olur?

Elcevap: Deli değilse zındıktır, ve elhak delâlet eder, ebâtîldir. Ahz-i şedîd olunup, serâiri keşf olunduktan sonra, hakkından gelmek lâzımdır.[535]                    

500. Mes’ele: "Bismillah, Allâhû Ekber" deyu hınzır boğazlayan kimseye nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Tecdîd-i îman lâzım olur. [536]

501. Mes’ele: Kâfir düğününe "mübarek olsun" diyen Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: "Mübarek" dediyse kâfirdir. [537]

502. Mes’ele: Zeyd-i müezzin, Amr-i papasa "sen papas ben papas" dese Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Tecdîd-i îman, ta'zir ve azil lâzımdır. [538]

503. Mes’ele: Zeyd lâtife ile "kesret-i cennetten, tenhâ tamu yeğ­dir" dese ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfir olur. [539]

504. Mes’ele: Zeyd-i fâsıka ba'zı kimseler "tevbe eyle" dediklerin­de "Allah saklasın, niye eyleyeyim" dese ne lâzım olur?

Elcevap: Küfür lâzımdır. [540]

 505. Mes’ele: Zeyd, hakkı olmayan aldığı akçaya "haramdır" di­yen kimselere Zeyd, "haram taştır" dese şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Küfürdür, tecdîd-i imân lâzımdır. [541]

506. Mes’ele: Hâşâ "Tanrıdan korkmazım" diyen Zeyde şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfir-i mahzdır, İslama gelmezse kati olunur. [542]

507. Mes’ele: Zeyd, haşre inkâr edip "mümine haşir yoktur" dese ne lâzım olur?

Elcevap: Katil lâzımdır. [543]

508. Mes’ele: Bir taife namaz kılmayıp ve şehr-i Ramazanın farziyetine inkâr edip, Ramazan ayı geldikte sâim olmayıp, ve su'aî olundukta "biz fakirleriz, bize beş altı gün tutmak yeter" deyip ve "hamr bağına biz tımar ederiz, kendi elimiz emeğidir, bize he­lâldir" deyip, istimrârî avretleri ile şurb-i hamr edip, ve kefere­nin cemiyeti günü geldikte mezkûr günlere kefere gibi ri'âyet ve-hürmet edip, ve nice bunun gibi hilâf-i şer' fi'illeri olsa, şer'an bu makûle taifeye ve bunları müslim i'tikad edip, ef'âl ü akvâllerine razı olup, tehâlut olanlara şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfirler, katilleri mubahtır. [544]

509. Mes’ele: Şârib-ül-hamr olan Zeyd, şurb-i hamr ederken-hâşâ-"bir garrâ nesnedir ve güzel nesnedir, bunu içmeyenlerin ağzını avretini filânlayayım" deyu cima, lâfzıyle şetm edip, Amr dahi Zeydi tahsîn edip "iyi dersin" dese ne lâzım olur?

Elcevap: İkisi bile kâfirlerdir, katilleri mubahtır. [545]

510. Mes’ele: Zeyd-i müslim Amr-i müslimin hâşâ cima' lafzı ile dînine imânına ve ağzına söğse, ger'an ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfirdir, katli helâldir. [546]

511. Mes’ele: Zeyd, hamr içip mahallesine gelse, Amra "bre Tan­rısını ve Peygamberini -hâşâ- filân ettiğim" lâfziyle edebsizlik eylese, o mel'ûna ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfirdir, katli helâldir. Avreti bâindir, ehl-i İslâmdan dilediği kimseye varır.  [547]

Mes’ele: Mahallenin imamı ve cemâ'atinden ba'zı kimseler da'vâ eylemese, onlara ne lâzım olur?

Elcevap: Tab'ında din gayreti olan, o mel'ûnun hâlini şerîat-i şerifeye bildirmemeğe kadir değildir. Hak te'âlâ hazretlerinden havf ü recâsı olmayıp, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şe­faatinden müstağni olanlar işitip sükût eyler, amma yevm-i mah­şerde hallerin göreler. [548]

512. Mes’ele: Zeyd, Amra selâm vericek yerde "aşk olsun" deyip, Amr dahi ol mukabelede "yâ hû" dese, Zeyde Amra ne lâzım olur?

Elcevap: Ehl-i İslâm mu'âmelesi değildir, ne lâzım geldiğin âhirette göre. [549]

513. Mes’ele: Zeyd, Amra selâm vericek "aşk olsun" deyip Amr dahi mukabelesinde "yâ hû" dese, Zeyde ve Amra ne lâzım olur?

Elcevap: Hak hazretinin ta'yîn buyurduğu tahiyyetül-İslâmı beğenmeyip öyle ederse, kâfir olur. [550]

514. Mes’ele: Zeyd Amra selâm verdikte -hâşâ- "büyük Tanrı selâmun aleyk" dese, Amr "aleyke selâm" dese, Bekr gelip mahkeme-i şer'de şehâdet eylese, bir gâhid ile Amr ve Zeyd mü'âheze olurlar mı?

Elcevap: Bir dahi bulunmağa sa’y olunmak lâzımdır. [551]

Bu Surette: Hâlid, Zeyd ve Amra "mülhid" dese şer'an nes­ne lâzım gelir mi?

Elcevap: Gelmez, ya ne olsa gerektir, mülhid olmayıp. [552]

Süret-i Uhrâ: Bir şâhid dahi bulunsa, anlara ne lâzım olur?

Elcevap: Katil lâzımdır. [553]

Bu Surette: Ba'zı imamlar dahi bu halle mevsûf ve meşhur olsalar, mezburlara dahi ne lâzım olur?

Elcevap: Katil lâzımdır. [554]

515. Mes’ele: Zeyd "filân fi'li işleyecek olursam kâfir olayım" de­diği hînde Mes’eleye âlim olmayıp, sonra Mes’ele-i îmandan idüğün bilip, ba'dehu işlerse ne lâzım olur?

Elcevap: Küfür lüzumundan havf olunur. [555]

516. Mes’ele: Zeyd hâşâ elfâz-i küfür tekellüm edip, lâkin kü­für olduğunu bilmeyip istiğfar ve rücû' etmeyip, yine kelime-i şehâdet getirse şer'an İslâm’ma hükm olunur mu?

Elcevap: Âdet tarîki ile getirse olunmaz, inşâ tarikiyle ge­tirse olunur. [556]

517. Mes’ele: Zeyd kardeşi Arara hîn-i gazabda "eğer seninle bir sofraya sunarsam, Kâ'be-i gerîfeye taş atmış olayım" dedikten sonra Amr ile sofraya sunsa, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: "Atmışlardan olayım" dese küfür lâzım olur, "kâ­firlerden olayım" demektir, böyle demek ile şart bulundukta an­lardan olur. Eğer "atmış olayım" dese lâğvdir. Atmış olmak emr-i hissidir, kâfirlik gibi emr-i hükmî değildir ki meşrut bulundukta mütehakkık ola, "filân işi edersem zina etmiş olayım" demek gi' bidir, tevbe ve istiğfar lâzımdır. [557]

518. Mes’ele: Zeyd "filân avretimi tasarruf edersem Mekke-i şerîfeye taş atmışlardan olayım" dese böyle demesi ile avreti boş olur mu?

Elcevap: "Etmiş olayım" dedi ise olmaz, bâtü-i lağvdir, "Et­mişlerden olayım" dedi ise "kâfirlerden olayım" demek gibidir, tasarruf ederse kâfir olur, bâin talâk boş olur. Avreti etmez ise ilâdır, dört ay geçtikten sonra bâin talâk boş olur.

Elcevap: Nesne lâzım gelmez ol şart ile Ahmed. [558]

519. Mes’ele: Zeyd "eğer min ba'din şurb-i hamr edersem, pey­gamber kanı olsun" dedikten sonra hâşâ şurb-i hamr eylese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: İçtiği takdirce küfrlerine mu'tekıd iken içicek küfr lâzımdır. [559]

520. Mes’ele: Zeyd-i mütevelli, Amra "vakıf hamamın tahvili ta­mam oldukta sana vermezsem, Resûlullahın   (sallallahu aleyhi ve sellem) şefâ'atinden mahrum olayım ve Tanrıya iki demişlerden olayım" dese sonra vermese şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Vermediği takdirce ol taifeden olmak lüzumuna mu'tekid iken vermeyicek kâfir olur. [560]

521. Mes’ele: Zeyd, kız kardeşi Zeynebe "eğer seninle bir evde ya bir mahallede durursam hâşâ Allah ve Resûlullah'a şirk getirenlerden olayım" dese, şer'an yine evde ve bir şehirde dur­mağa tarik nedir?

Elcevap: Kâfir olmak mukarrerdir, gayri tarik yoktur. [561]

522. Mes’ele: Zeyd "fî-zamâninâ ümmî taifesi elfâz-ı küfrün cüm­lesin ve ne idüğü bilmezler, elbette telâffuzundan hâlî değillerdir. Ol ecilden veledleri hâşâ veled-i zinadır. Fiilleri dahi delâlet eder" deyu hükm eylese, ana ne lâzım olur?

Elcevap: Gaybete hüküm değildir, kıyasla söylemiş. Sözü gayr-i vâki' idüğü dahi muhakkak değildir. [562]

523. Mes’ele: Zeyd-i müslim küfür söylemek ile, salât ve zekâtı ve haccmı tekrar i'âde lâzım olur mu?

Elcevap: Namazı Vâde olunmaz. Haccı tekrar lâzımdır. Na­mazın ibâdetliği sakıt olur, zekât dahi öyledir. [563]

524. Mes’ele: Zeyd bir kerpici tekfin edip, cenazeye koyup, tevâbi'ine götürtüp, yolda cehr ile zikr ü salâvât getirip, mekâbir-i müslimîn arasında defn eylese. Amr dahi "ol hususu benim kat­lim kasdına etmişsin" dedikte Zeyd "senin iğin etmedim, Bekrin katli kastına ettim" dese şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Şâir ise tutulup tevbe ederse kabul oluna, eğer i’tikad olunursa, amma ba'zı eimme katında tutulduktan sonra tevbesi makbul değildir. "Kati olunur, zındık gibi" demişlerdir. Fet­va dahi bu kavil üzerinedir. Hâkim tevbesinde ihlâs fehm ederse kabul caizdir. [564]

 

C. Kâfire Benzeyenler

 

525. Mes’ele: Bir hırfet ehlinden Zeyd, "cum'a gün ıyd-i mü'minîndir iş işlemeziz" dedikte, Amr "kâfirsiz, güne taparsız, cum'a gün ekmek yemezsiz, niçin işlemezsiz" dese, Amr'a ne lâzım olur?

Elcevap: Eğer Zeyd, ıyd-i müminindir deyu iş işlemeyip, "cum'a namazına ve guslüne ve şâir levazımına mübaşeret ederiz" deyip, Amr tafsil-i mezbûru âdet-i küfürden dedi ise Amra kü­für lâzımdır. Eğer Zeydin muradı "lyd gecesi yeriz içeriz sohbet ve temaşa ve işret ederiz" demek olup, Amr ol fi'li kefere ef'âline teşbih etti ise isabet etmiş olur. [565]

526. Mes’ele: Hızrilyas günü seyre çıkan müslümanlara nesne lâ­zım olur mu?

Elcevap: Ol güne ta'zîm için değil ise, şâir günlerde ettiği se­yir gibidir. [566]

527. Mes’ele: Pâdişâh-i âlempenah hazretleri bir diyarı feth et­tikte, ba'zı müslümanlar ol diyarda mütenıekkin olup, ol diyarın dilince tekellüm eyleseler şer'an nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Gayet muztar olup, ehl-i İslama dîni tefhime kadir olmayıp, mühim olan maslahatı i'lâm edince söyleye ruhsat var­dır. [567]

528. Mes’ele: Zeyd-i müslim kâfir dilince zarûretsiz tekellüm ey­lese, şer'an nikâhına zarar olur mu?

Elcevap: Zarar-ı mahzdır. Küfrüne hükm olunup avreti tef­rik olunmaz, ta'zîr-i şedîd ile men' ü zecr olunur. [568]

529. Mes’ele: Zeyde sıla vâcib oldukta, yerlerine karîb yerde bir dâr-ül-harb olup kefere libâsın giymeyicek geçilmese, giydiği tak­dirce zevcesi boş olur mu?

Elcevap: Kefereye mahsus libâs ise bâin olur. [569]

530. Mes’ele: Zeyd, bi-gayri zaruretin, başına yahudi şapkasın giy­se, şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Küfür lâzımdır. [570]

 

7- KÖLELER

 

I. Esir

 

531. Mes’ele: "Kıbrısta Magosa nam kalenin etrafında tutulan esir olmaya" deyu emr-i şerif vârid olunduktan sonra, Zeyd mezbur yerden tutulan Bekri Amra emânet koyup, Bekrin vâlideyni, Bekri ıtlak için çavuş alıp, Amr çadırında değil iken çavuş mezbur Bekri Amrın çadırından alıp ıtlak eylese, Amr çadırında değil iken çavuş  gelip mezkûr Bekri ıtlak eylediğine beyyinesi olucak, halen Bekri Amra tazmine kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [571]

532. Mes’ele: Pâdigâh-ı âlem-penah hazretleri bir kaleyi feth et­tiklerinde "tutulan esirlerin büyükleri satılmasın kati olunsun" de­yu buyurmuş iken, Zeyd elindeki büyük esîri kati etmeyip Amra satıp akçasın almadan esir Amr elinde vefat eylese, Zeyd Amrdan akçasın almaya kadir olur mu?

Elcevap: Olur. [572]

533. Mes’ele: Zeyd-i müteveffanın kardeşi Amr, Zeydin "yüz alt­mış nefer esirlerinin seksenin Zeyd bana vasiyet etti" deyu vâris­lerinden taleb ettikte, ba'd-es-sübût verese-i Zeyd dahi Amr ile altmış kâfire sulh edip, bedel-i sulh verilecek altmış kâfiri cüm­leden ifraz ve teslim etmeden cümle kâfirler bir yerde dururken ba'zı kâfirler fevt olsa, Amr verese-i Zeydden tamam altmış kâ­firi almağa kadir olur mu?

Elcevap: Tekrar sulh olunmak gerektir, ve illâ her onaltının onu veresenindir altı Amr'ındır. [573]                

534. Mes’ele: Zeyd dâr-ül-harbden getirdiği Hind-i sagîreyi kâfir Zeynebe verip mezbûreyi Zeyneb kiliseye iletip İslâmdan men' ey­lediğini Zeyd bilse, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır, anasız atasız çıkan esir şer'an müslimdir. [574]

535. Mes’ele: Bir kâfir-i harbî, ihtiyarı ile gelip Pâdişâha tâbi' oldukta, kendi ile bile ba'zı kefere çıkarsa onlar hür olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar, kulu olurlar kayd ile çıkardı ise. [575]

 

II. Sâhib

 

536. Mes’ele: Zeyd mülk kuluna ayağın uğdursa şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Cebren değil ise emr olucak olur.  [576]

537. Mes’ele: Zeyd kulu Amrın rızâsınsız âlâtın kesip hadım et­mekle âsim olur mu?

Elcevap: Olur. [577]

538. Mes’ele: Zeyd,  kulu Amrın gözlerini çıkarsa, Zeyde ne lâ­zım olur?

Elcevap: Âhirette azâb-i azîm, dünyâda ta'zîr-i şedîd lâzım­dır. [578]

539. Mes’ele: Zeydin kulu Amr mest-i lâya'kıl iken harem-i hâs­sa girdikte, Zeyd bî-huzûr olup kılıç ile öldürse, şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Günahtan gayrı dünyevî mu'âheze olunmaz. [579]

540. Mes’ele: Zeyd kulu Amrın ettiği ibâdâtın ve verdiği zekâtın sevabı kimindir?

Elcevap: Ettiği ibâdât cümle kendinindir, amma zekât ver­meğe asla kadir değildir, elinde olan mal cümle Zeydindir. [580]

541. Mes’ele: Bî-namaz olan kulun ve cariyenin efendisi namaz kıldırmakta ihmal eylese, ihmâli ile cehenneme girmeğe müstehak olur mu?

Elcevap: İhmal ve tehâvün edicek olur, elAyâsü billâh. [581]

542. Mes’ele: Zeydin kulları kahpeler getirip ve şurb-i hamr ve çalgı çaldırıp ve komşularının evlerine taş atıp   camların dahi ufatsalar, bu fiillerini bilip Zeyd sükût eylese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Kendi darb-i şedîd ve habs-i medîd ile kulların zabt ettirilir. [582]

543. Mes’ele: Zeydin hizmetkârları ve kulları evkât-ı hamseyi kılmayıp fısk ü fücur eylese, ne tarîk ile ukubet eylemek gerektir?

Elcevap: Had ve ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır. [583]

 

III. Câriye

 

544. Mes’ele: Zeyd cariyesi Hindi, oğlu Amra hîbe edip, teslim etmeden Amr cariyeye vat' eylese, Hinde zina etmiş olur mu?

Elcevap: Olur, "helâl zannettim" der ise had vurulmaz. [584]

545. Mes’ele: Hind zevci Zeyde bir câriye hibe edip, Zeydin ca­riyeden veledi olduktan sonra Hind hibeyi inkâr edip, beyyineden âciz olsa evlâdının Zeydden nesebleri sabit olur mu?

Elcevap: Hibeyi isbatsız olmaz. [585]

546. Mes’ele: Zeyd-i müteveffanın zevci Hind, "tereke-i Zeydden bir câriye benimdir" deyip, Zeydin verese-i sigarının vasileri yü­züne yemin edip, hâkim ile alıp sonra tezevvüc ettiği Amra hibe edip, Amrın cariyeden oğlan evlâdı olduktan sonra, verese-i Zeyd baliğ olduklarında, câriye-i mezbûreyi "Zeydindir" deyu isbât et­tikleri takdirce, hükm-i şer'i şerîf ne veçhiledir?

Elcevap: Hindin cariyede sümün hissesi vardır, Amra hibe-etmekle, Amrın cariyeyi istilâdı meşrû'dur.    Cariyenin evlâdının her birinin kıymetlerinin sekiz sehmde yedi sehmini Amrdan alır­lar. [586]

547. Mes’ele: Hind zevci Zeyde cariyesi Zeynebi  "tasarruf eyle" deyu icazet verse, Zeyd Zeynebi tasarruf edip veled hâsıl olsa, ba'dehu Hind fevt olsa, Hindin mevlâsı, Zeyde "Zeynebin tasar­rufuna icazet verdiğini isbat eyle" dese, Zeyd isbata kadir olma­dığı takdirce yemini ile musaddak olur mu?

Elcevap: İsbat eylese dahi nesebi sabit olmaz, doğan oğlan Hindin şâir terekesi gibi vereseye kısmet olunur. [587]

548. Mes’ele: Zeyd zevcesi Hind ile müşterek oldukları cariyeyi, mezbûrenin izni ile tasarruf edip veled hâsıl olduktan sonra, Hind râziye olmayıp Zeydi men' eyledikte, Zeyd dahi cariyeden hisse­sin aldıktan sonra Hind mezbûr cariyeyi veledleri ile bey'a kadire olur mu?

Elcevap: Câriye müstakil Hindin olduktan sonraki tasarruf ile doğurduğu ile bey'a kadiredir. Evvelki tasarruf ile doğana, Zeyd "bendendir" dedi ise nesebi sabittir kadire olmaz. [588]

549. Mes’ele: Zeyd zevcesi Hindin mülk cariyesi Zeynebi tasar­ruf edip, Zeyd-i mezbûrun Zeynebden evlâdı olup, Hind-i mezbûre fevt oldukta, veresesi, Zeydin Zeynebden olan evlâdın bey' ey­lemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Hind, Zeydin menkûhası iken fevt olucak, irsle Zeynebden ve evlâdından Zeyde hisse değer, eğerçi Zeydden neseb-îcri sabit değildir, amma âzâd olurlar, şâir verese, evlâdı Zeydin hissesine tutup kendiler hisselerin terekeden alırlar. [589]

550. Mes’ele: Zeyd zevci Hinde mülk cariyesi Zeynebi hibe edip, Hind dahi kabz eylese, sonra Zeyd Zeynebi tasarruf eylese veledi olsa şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Recm lâzımdır. [590]

551. Mes’ele: Hind maraz-ı mevtinde "cariyem Zeynebi zevcim ni­kâhla almazsa âzâd olsun" deyip fevt oldukta Zeyd Zeynebi ni­kâhla alsa, verese-i Hind Zeynebin bahasın Zeydden almağa ka­dir olur mu?

Elcevap: Câriye gayrî vârisin hissesine tutulup andan tezevvüç eylediyse sahîhdir. Câriye ol vârisin olur, Zeydin menkûhası olur. Eğer kısmet olunmadan tezevvüç eylediyse cariyede kendi­nin dahi hissesi olmağın nikâh sahih olmaz, vech-i mezbur üzerine nikahlanmaz ise câriye âzâd olur. [591]

 

IV. Evlenmeleri

 

552. Mes’ele: Pâdişâh-ı âlem-penâh hazretleri, abd-i memlûk olan Zeydi âzâd etmeksizin ulufe ile saraydan taşra çıkardıklarında, Zeyd câriye iştira edip tasarruf etmek caiz olur mu?

Elcevap: Mümkün değildir. [592]

553. Mes’ele: Sultan-ül-müslimîn penc-yek için aldığı kullar, Sultan-ül-müslimîn izinsiz tezevvüç sahîh olur mu?

Elcevap: Olmaz. [593]

554. Mes’ele: Salih ve mütedeyyin olan me'zûna nıevlâsı te'ehhüle izin vermeyip, ve câriye alıp tasarruf etmeğe izin vermeyip, lâ­kin abd nefsi takazasından âciz olsa nice etmek gerek?

Elcevap: Mevlâsı te'ehhüle isim vermezse cebr etmek lâzım­dır, cariyeye izin vermek mümkün değildir. [594]

555. Mes’ele: Hindi azadsız kuluna nikâh caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz. [595]

556. Mes’ele: Zeyd, kızı Hindi abd-i memlûküne nikâhlandırnıası şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Kul Zeydin olucak olur, amma Zeyd fevt olduğu gi­bi bir miktarı Hinde intikal etmekle Hind boş olur.[596]

557. Mes’ele: Hâlen kul olup, âzâd olmayan Zeyd, hürret-ül-asl Hindi tezevvüce kadir olur mu?

Elcevap: Mevlâsı izniyle olur. [597]

558. Mes’ele: Zeydin iştira ettiği Hind ve Zeyneb cariyeler "kar­deşleriz" dediklerinden sonra, âzâd olduklarında "biz kardeşler değiliz" deyu yemin eyleseler, tasdik olunup zevc-i vâhidde cem' olmaları caiz olur mu beyan buyurula?

Elcevap: Olur, zevç yeminlerine i'tikad edicek.  [598]

559. Mes’ele: Kullar mehri rakabesine müteallik olur, fevt olmak ile sakıt olur. [599]

560. Mes’ele: Zeyd, Amrın cariyesi Hindi, Amrın izniyle nikâhlansa, Zeyd fevt olucak Hind vâris olur mu? Elcevap: Olmaz, hemen mehrin alır. [600]

561. Mes’ele: Zeyd, cariyesin Amra nikâhlandırsa, cariyenin Amrdan veledi olsa Zeydin olur mu?

Elcevap: Olur. [601]

562. Mes’ele: Zeyd,   Amrın azadsız ümm-i veledi olan Hindi ni­kâhla alıp, Zeydin Hindden veledi olsa, zikr olan veled hür olur mu?

Elcevap: Anası gibi olur, Amr fevt oldukta âzâd olur.  [602]

563. Mes’ele: Zeyd, Hindi, kulu Amra nikâhlandırdıkta, mehr-i mu'accel deyu verdiği ariyet esbabı yine alıp, Amr fevt oldukta Hind Zeydden mehr-i mu'accel deyu verip aldığı esbabı talep edip almağa kadire olur mu?

Elcevap: Esbâb Zeydin olup, verdikte ariyet deyu vermeyip, mehr-i mu'accel deyu verirse kadiredir. [603]

564. Mes’ele: Zeydin mu'tekası Hind, Bekrin dâr-ı harbde zevci olduğu ecilden, hâlen Zeyd, Hindi Bekre vermek diledikte tecdîd-i nikâh lâzım olur mu?

Elcevap: Biri birinden müteferrik oldular ise lâzımdır, zevciyet üzere ma'an geldiler ise değildir, [604]

565. Mes’ele: Zeyd cebr ile, kulu Amra cariyesi Hindi nikâh ey­lese, Amr feshe kadir olur mu?

Elcevap: Kadir olmaz.

Elcevap: Mükâteb gibi değildir, mevlâ abdi icbâre kadirdir, amma İmam-ı A'zamdan icbara kadir olmamağa bir kavil vardır. [605]

566. Mes’ele: Zeyd, cariyesi Hindi âzâd edip nikahlandıktan son­ra, oğlu Amr "ben Hindi âzâd olmazdan evvel tasarruf eyledim" dese, Hind inkâr eylese, Ararın Hind ile adâvet-i zahiresi dahi olsa, Hind Zeyde haram olur mu?

Elcevap: Eğer vâkı'a etti ise haramdır, İhtiyat lâzımdır, ada­vete hinden dedi ise haram olmaz. [606]

567. Mes’ele: Bir vakfın kullarından Zeyd, Hind-i hurret-ül-aslı nikanlandıkta, hâkim "nikâhı sahih değildir"   deyu Hindi tefrik ettikten sonra, Zeyd Hinde mehr-i mu'accel deyu verdiğini alma­ğa kadir olur mu?

Elcevap: Kadir olur, akça vakfındır. Duhûl etti ise ba'd-el-ıtk andan alır. 'Amelden kalıcak, akça alıp anınla i'tâk meşrû'dur. [607]

 

V. Müdebber

 

568. Mes’ele: Zeyd zevci Hinde hizmet etmeğisin bir câriye alı-verip, müdebber edip sefere gitse, Zeyd seferde iken Hind cariye­ye incinip bir tabanca vurduğu için câriye Hindin boğazına yapı­şıp muhkem sıkıp, Hind erkek oğlanın düşürse, Zeyd geldikte ca­riyeyi bey' eylemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [608]

569. Mes’ele: Zeyd bir cariyesin Amra bey' edip semen kabz et­tikten sonra Zeyd "cariye-i mezbûre müdebbere-i  mutallâkadır" deyu dava eylese istimâ' olur mu?

Elcevap: Beyyine-i âdile var ise isümâ' olunur, da'vâ lâzım değildir. [609]

570. Mes’ele: Zeyd, müdebberesi, Hindi müdebberi Amra nikâh edip vermek şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Nikâh caizdir, âzâd olmazlar, anlardan hâsıl olan dahi müdebberlerdir, hayatta oldukça istihdam ederler. [610]

571. Mes’ele: Zeyd fevt oldukta müdebberi Amr "bana ba'zi nes­ne hibe ettiğin ve teslim ettiğin" isbat eylese, verese hibeyi adem-i kabule kadir olurlar mı?

Elcevap: Olurlar, müdebbere hibe sahîha değildir. [611]

572. Mes’ele: Zeyd müdebber ettiği cariyeyi âzâd eylese, âzâd olur mu?

Elcevap: Olur. [612]

573. Mes’ele: Zeydin müdebber kulu Amr,  âzâd olmak için Zeydi katle kasd edicek, Zeyd bey'a kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz, kitabete kesmeye kadirdir. [613]

 

VI. Mükâteb

 

574. Mes’ele: Zeyd hizmet üzerine kitabete kestiği kuluna cariye­sini nikâhla vermiş olup, sonra kul hizmetin tamam edip âzâd et­tikten sonra, cariyeye talâk verdirmek lâzım mıdır, yoksa âzâd olup kul hür olmakla câriye kuldan mutallâka olur mu?

Elcevap: Boş olmaz, menkuhasıdır ve cebr ile talâk verdiril­mez. [614]

575. Mes’ele: Zeyd mükâteb ale-1-mâl kulu Amrdan bedel-i kita­bete kefil talep edip Amr kefile kadir olmasa, Zeyd Amrı bey'a kadir olur mu?

Elcevap: Ne kefil talebine kadirdir ve ne vermediği için bey'a kadirdir. Amma her ay vermesini ta'yîn ettiği miktarın bir ayın­da halel gö'stericek, hâkime iletip aczine hükm ederse satmağa ka­dir olur. [615]

576. Mes’ele: Zeyd mükâteb ale-1-mâl olan kulu Amrdan bir mik­tar akçasın aldıktan sonra, Amrı rızasınsız bey' eylese caiz olur mu?

Elcevap: Bir ay vermekten âciz olup hukm-i hâkim ile bey' etti ise sahihtir. [616]

577. Mes’ele: Zeyd kitabet ale-s-sene kulunun bir kaç yılını ba­ğışladıktan sonra "ivaz etmedi" deyu rücû' edip, bağışladığı se­nelerde yine hizmetlenmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [617]

578. Mes’ele: Müddet-i kitabette Hind-i mükâtebenin Zeyd-i mükâtebden olan evlâdı, mezkûrların efendisi olan Amrın memlûkleri olur mu?

Elcevap: Olmaz, ebeveyni kitabetinde dâhil olurlar. [618]

579. Mes’ele: Zeyd, abd-i memlûkü Amra "bana on yıl hizmet ey­le de âzâd ol" deyip Amr dahi kabul eylese, on yıl tamam olmadan Zeyd' Amrın rızâsı yok iken Amrı âhara bey' eylemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Ta'lîk-i mahz ise olur, kitabet ise olmaz. [619]

580. Mes’ele: Zeyd kulu Amrı fısk ü hıyanet etmemek şartıyla, yirmi yıl hizmet-i kitabete kesip, Amr sirkat edip sabit olsa, Zeyd kitabeti fesh edip Amrı bey'a kadir olur mu?

Elcevap: "Fısk ü hıyanetsiz şu miktar hizmet edersen âzâd ol" dediyse olur, hitabet değil ta'lîktir. [620]

 

VII. 'Itk (Âzâd)

 

581. Mes’ele: Zeyde, kitabete kesilmiş kulunu ikrahla i'tâk ettirseler, şer'an âzâd olur mu?

Elcevap: Olur. [621]

582. Mes’ele: Zeyd marîz iken "sıhhat olursam cariyem Hind âzâd olsun" dese, sıhhat olucak Hindi bey'a kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [622]

583. Mes’ele: Zeyd memlûküne "ben ölmezden kırk gün önden âzâd ol" dese kırk gün geçtikten sonra Zeyd fevt olsa, abd meccânen âzâd olur mu?

Elcevap: Meccânen âzâd olur.  [623]

584. Mes’ele: Hind, cariyesi Zeyneb için "ben ölmezden evvel kırk gün evvel âzâd olsun ve sülüs-i maldan mezbûreye üç bin akça va­siyetim olsun" deyip fevt olsa, veresesi üç bini vermemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olmazlar. [624]

585. Mes’ele: Hind sıhhatinde "mevtimden kırk gün evvel kulum Amr âzâd olsun" deyip fevt oldukta vârisi olmayıcak beyt-ül-mâl üzerine takdim olunur mu?

Elcevap: Maraz kırk gün uzadı ise sûlüseden âzâd olmağa kavil vardır, amma külli maldan âzâd olmak esahdır, veresesi var ise dahi dahi edemezler, amma beyt-ül-mâlci asla Amrdan gayri malı olmayıp marazında i'tâk eylese dahi edemez sülüse i'tibârı verese hakkındadır. [625]

586. Mes’ele: Zeyd sıhhatinde hâkim mahzarında "maraz-i mev­timden kırk gün evvel cemî' kullarım ve cariyelerim âzâd olsun­lar ve ellerinde olan esbab ve nukûdlari kendilerin olsun" deyip hâkim-i mezbur sicil ettikten sonra Zeyd fevt olucak, kulları ve ca­riyeleri âzâd olup ellerinde olan mallar kendilerin olur mu? Elcevap: Kullar ve cariyeler cümlesi küllî maldan âzâd olurlar, amma ellerinde olan esbab ve nukûd sülüs-i maldan anların mülkü olur, "ellerinde olan malları ve esbablarıyla âzâd olsun" demekle esbab ve nukûd anların  olmaz  "anların  olsun"  demek lâzımdır. [626]

587. Mes’ele: Zeyd, Amr ile müşterek olduğu abdi âzâd eylese, Amrın hissesi dahi âzâd olmuş olur mu?

Elcevap: Muhtardır, dilerse âzâd eder, dilerse hissesin Zeyde-tazmin eder. Musir ise dilerse kul istis'â eder. [627]

588. Mes’ele: Zeyd kullarını âzâd edip fevt olucak, Terekesinden deynine vefa eder nesnesi kalmayıcak, dâinler "bize medyun iken kabul etmeziz" deyu bey'a, yâ deynlerine tuta almağa kadir olur­lar mı?

Elcevap: Olmazlar, istis'â ederler. [628]

589. Mes’ele: Zeyd Amrdan iştira ettiği cariyesi Zeynebe "ben seni satmak için almadım, eğer satacak olursam benden âzâd ol" dese sonra Zeynebi Bekre hibe eylese âzâd olur mu?

Elcevap: Bey'-i sahih ederse dahi olmaz, bey' ettiği gibi mül­künden çıkar âzâd olmağa imkân kalmaz. [629]

590. Mes’ele: Zeyd, kuluna cariyesine "istersen azat" deyip, an­lar dahi sükût edip, lâkin 'itki kabule delâlet eder bir vaz' dahi etmeseler 'ıtk vâki' olur mu?

Elcevap: Gönülden "isteriz" dedilerse olurlar, "istemeziz" de­dilerse olmaz, şimdi sorulup elbette cevap alınır, istememek ba'-îddir. [630]

591. Mes’ele: Zeyd i'tâk ettiği cariyesi Hindi kendine akd etmek istedikte, Hind-i mezbûre varmayıp, re'y-i hâkimle âhara varma­ğa kadire olur mu?

Elcevap: Olur, amma Zeyde nikâhla varmak üzere i'tâk et­tiyse, kıymetin Zeyd bîkusûr Hindden alır. [631]

592. Mes’ele: Zeyde, Amrın kulu "altmış filorim vardır" deyu gösterip "beni kendi akçamla al" deyip "âzâd eyle" dese, müslümanlar mahzarında Zeyd dahi akça almadan mezkûr kulu alıp âzâd ettikten sonra, Zeyd altının istedikte inad edip vermese, meclis-i şer'a varılıp "beni akçam ile al âzâd eyle" dediğine hâkim hükm eylese akça vermemeğe kadir olur mu?

Elcevap: "Beni akçam ile al âzâd eyle" dedikten sonra Zeyd' kendi akçasıyla alıp ama kulun bahasına verdiği kadar filori üze­rine âzâd ettiyse kadir olmaz, elbette vermek lâzımdır. [632]

593. Mes’ele: Zeydin kulu Amr, Zeyde "benim îtâk-nâmemi ver, mademki hayatta olasın cemî' kesbim senin olsun, eğer ihanetim zahir olursa geri bey'im caiz olsun" deyip Zeyd eline itâknâmesin verip, sonra Amrın hıyaneti zahir olsa, Zeyd Amrı bey'a kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [633]

594. Mes’ele: Zeydin Amrdan iştira ettiği cariyeyi ba'zı kimse "filân yerde Bekrin kızıdır, hürret-ül-asldır" deyu şehâdet edip, hâkim dahi hürriyetine hükm ettikten sonra, mezbûrlar dönüp "biz şehâdetimizde kâzib idik, Bekrin kızı değildir" demekle hâ­kim yine rıkka idüğüne hükm eylese şer'an nafiz olur mu?

Elcevap: Olmaz. Zeydin Amra verdiği semene zâmin olur­lar. [634]

595. Mes’ele: Zeyd kulu Amr, 'ıtk da'vâsın edip beyyine ikâmet eylese, 'ıtkına hükm olunduktan sonra Amr beyyine-i mezbûre kâzibe idüğüne ikrar edicek Amr âzâd olmuş olur mu?

Elcevap: Olur, ‘ıtk mukarrer olur, hürriyet nakza kabil de­ğildir. [635]

596. Mes’ele: Zeyd ile kulu Amr dâr-ül-harbde esir olup, Zeyd ha­lâs olup, ba'dehu Amr da kaçıp yine dâr-i İslama geldikten sonra, Zeyd Amrı mülkiyet üzre tasarrufa kadir olur mu?

Elcevap: Olur, amma ba'zı eimme katında âzâd olur, hâkim anlar kavli ile 'ıtkına hükm etmeğe kadirdir. [636]

597. Mes’ele: Zeyd, Amrın âzâdsız kul idüğün emîn-i beyt-ül-mâle dedikten sonra, âzâdsız kul idüğün isbat edivermemek ile Zeyde nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Kizbi için hâkim ta'zîre kadirdir. [637]

598. Mes’ele: Zeyd Amrı "kulumuzdur" deyu tutup, Amr inkâr edip, Zeyd isbâta kadir olmasa, Zeydin elinden halâsa kadir olur mu?

Elcevap: Olur, yemini ile, dâr-i İslâmda asıl hürriyettir. [638]

 

VIII. Mu'tek (Atik, Âzadlı)

 

599. Mes’ele: Hind kulu Amrı âzâd edip 'ıtk-nâmesin verdikten sonra oğul edinip, hâl-i hayatında emlâkini veresesinden kaçırıp Amra hibe eylese sahîha olur mu?

Elcevap: Sıhhatinde hibe ve teslim edicek olur, amma günah­kâr olur. [639]

600. Mes’ele: Zeyd-i mu'tek, mevlâsı Amr-i müteveffanın zevcesi Hinde bir iki yıl hizmet eylese, lâkin ücret kavi eylemese, şer'an Zeyd Hindden ücret-i misil almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz, mâbeynde müsamaha carî ola gelmiştir. [640]

601. Mes’ele: Zeyd cariyesi Hindi "gör gözet" deyu atîkı Amra verip, Amr Hindi beş yıl beslese Zeydden nafaka almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olur, ayrı infâk edicek. [641]

602. Mes’ele: Zeyd 'utekâsından Amra şart eylediği tevliyeti mez­kûr Zeyd fevt oldukta vâris, Zeyd Amra şartın tutmamağa kadir olur mu?

Elcevap: Hîn-i tescilde şart-ı sahîh etti ise, Amr emin kimse olucak olmaz. [642]

603. Mes’ele: Zeyd-i vâkıf vakfiyesinde "vakfın mahsulünden ba'd -el-mesârif bakî kalan zevâid, evlâdım ve evlâd-i evlâdım ve evlâd-i evlâd-i evlâdım ve hîn-i vefatımda hizmetimde bulunan 'ute-kâm ve evlâd-i 'utekânı ve evlâd-i evlâd-i evlâd-i 'utekâma ile-1 inkıraz ale-s-seviye taksim olunup, evlâddan ve 'utekâdan biri ahar üzerine tercih olunmaya" deyu kayd ettirse, evlâddan ve evlâd-i evlâddan ve evlâd-i evlâd-i evlâd-i evlâddan kimse kalmasa, zevâyidi cümle 'utekâ almağa kadir olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar, ve evlâd silsilesi bir taifedir "utekâ silsîlesi bir tâife-i uhrâdır. Nısf-ı zevâid tâife-i saniyeye tevzi' olu­nup, hisse-i evlâd fukaraya tefrik olunur. [643]

Ne Buyurulur Ki: Hind evini 'utekâsma ve evlâd-i 'utekâsına vakf edip, ve teslîm-i mütevelli ve tescîl-i şer'î ettikten son­ra Zeyde bey' edip, Zeyd dahi ba'zı yerlerini yıkıp ta'mîr ettikten sonra, 'utekâdan ve evlâd-i 'utekâdan ba'zı kimseler vakfiyeti isbât edip evi aldıklarında, Zeyd harcını mezburlardan almağa kadir olur mu?

Elcevap: Müşâhed binası var ise tereke-i Hindden alır. [644]

Bu Surette: Zeyd mezbûr evi dahi harab iken Amra bey' edip, Amr-i mezbûr evi ta'mîr edip müşâhed bina ihdas ettikten sonra evlâd-i 'utekâ vakfiyetini isbât edip alıcak, Amr müşâhed binası­nın kıymetini kimden alır halbuki tereke-i Hind asla olmasa?

Elcevap: Amr Zeydden alır, Zeyd dahi binasını kal' eder alır, ya 'utekâ ile terazi ile haklaşır. [645]

 

IX. Îbâk (Kaçış)

 

605. Mes’ele: Zeydin kulu Amr ibâk edip dâr-ül-harbe lâhik olduk­tan sonra, Bekr Anın dâr-ül-harbden çıkarıp esir eylese, mülkün­den ibâk idüğün isbat edicek Anın Bekrden almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olur.

Elcevap: Dar-ül-harbe kaçıp vardıysa bilâ-şey' kefere dar-ül İslâmdan tutup darül-harbe ilettiler ise semenin verir alır. [646]

606. Su'al: Zeyd Amrın ibâk eden iki nefer esirini ta'amlandırıp libaslandırdığın ikrar etmekle, Amr Zeyde esirlerin kıymet­lerin tazmine kadir olur mu?

Cevap: Olur. [647]

607. Su'al: Bir kaçkın kulu, Zeyd "benimdir" deyu da'vâ edip nişanların beyan eyledikte kâdî, evâbık hâzır değil iken vermeğe kadir olur mu?

Cevap: Olmaz, ma'rûf ve mütevâtir değil ise. [648]

608. Mes’ele: İbaktan tutulan nesnenin müddet-i 'urfiyesi ne mik­tar olmak gerektir ki bey' olunmağa kabil ola?

Elcevap: Her pazarlar ve şâir mecma'larda nidalar ettirilip evsâfını ve 'alâmâtın tamam beyan edip, nice aylar teşhir edip, asla sahibi bulunmak ihtimâli münkatı' olmayınca bey'i şer'î değil­dir. [649]

609. Mes’ele: Zeydin ibâk eden kulu Amn, yave zabiti tutup, müd­det-i  'urfiyesi tamam olduktan sonra Beşre  bey' eylese,  Zeyd-ı mezbûr Beşrin elinden almağa şer'an kadir olur mu?

Elcevap: Sipahi ise olur.  [650]

610. Mes’ele: Zeydin ibâk eden kulunu, âbıklar emini tekmîl-i müd­detten sonra Amra satıp akçasın alıp, ba'dehu Zeyd gelip taleb edicek, hâkim Amrdan Zeyde kulunu hükm eylese hükmü nafiz olur mu?

Elcevap: Olur, sipahi ise, ya tekmîl-i müddette ve ta'rifte şüphe var ise, yahud gabn-i fahiş ile bey' olundu ise. [651]

611. Su'al: Zeydin cariyesi Hind ibâk edip, yâveci müddet-i 'ur­fiyesi tamam olduktan sonra Amra bey' edip, Zeyd Amrda cariye­sin buldukta şer'le sabit edip almağa kadir olur mu?

Cevap: Zeyd sipahi ise olur. Sipahi olmayıp, yâveci müddet tamam olunca her mecma'da nida ettirip, sahibin bulmak için tamam sa'y edip, bulmak mümkün olmamağın bey' olunduğu Şer'îe sabit olucak akmaz, akçasın alır [652]

612. Mes’ele: Zeydin kulu Amr-ı âbık, yâveci olan Bekrin yüzü­ne, hürr-ül-asl idüğüne beyyine ikâmet eylese istimâ' olunur mu?

Elcevap: Kasr-ı yed için olunur, 'ıtkına hükm olunmaz. [653]

 

X. Satış

 

613. Mes’ele: Zeyd-i zimmî Amr-i müslime, bir kâfire câriye bey' edip, Amr da câriye İslâma geldikten sonra "aybı vardır" deyu Zeyde redde kadir olur mu?

Elcevap: Olur, mâni'-i red tasarruf etmedi ise, amma Zeyde cebr ile ahar müslime bey' ettirmek lâzımdır. [654]

614. Mes’ele: Zeyd Amrın kaçağan cariyesini, kaçağan idüğün bilmeyip satın alıp, akçasın verdikten sonra  Zeydden  kaçsa  Zeyd akçasın almağa şer'an kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz, madem ki hıyanet üzere ve ibâk üzere ola, Amr ile husûmet edemez. Bulunursa ayb-i kadîmi sabit olursa red eder, mevti sabit olursa rücû'-i bi-n-noksan eder. [655]

615. Mes’ele: Ümm-i veledin bey'i caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz. [656]

616. Mes’ele: Zeyd, Amrın cariyesi Hinde zina edip veledi olduk­tan sonra, Hindi veledi ile iştira eylese, veledi âzâd olup Hindin bey'i sahîh olur mu?

Elcevap: Veled âzâd olur cüz'ü olduğu için, nesebi sahîh ol­maz ki Hind ümm-i veledi olup bey'i sahîh olmaya.[657]

617. Mes’ele: Amr Zeyde "kulum, beni iştira eyle" deyip, ol dahi iştira eylese, ba'dehu hürriyet da'vâ edip isbat eylese hükm-i şerr nedir?

Elcevap: [658]

618. Mes’ele: Bir câriye Zeyde "rıkkım beni al" deyip Zeyd dahi alıp istîlâd eyledikten sonra, Hindin hürriyeti sabit olucak, akçasın Hindden almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [659]

619. Mes’ele: Bir vakfın kulu Zeyd, bir abd iştira edip ba'de za­manın Zeyd, mezbûr kulu i'tâk edip, fevt oldukta mütevellî-i vakf abdin muhallefâtın vakf için zabt edip, Zeyd-i mezbûrun âzâd et­tiği kulu dahi vakf için zabt etmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olur. [660]

620. Mes’ele: Zeyd, kulu Amrı Hünkâra hibe edip, nice san'at öğrenip 'ulufeye geçtikten sonra, Zeyd rücû'a kadir olur mu?

Cevap: Sagîr iken vermiş olup büyüdü ise, yahud 'acemi iken dil öğrendi ise, yahut hiç nesne bilmez iken san'at öğrendi ise şer'an kadir olmaz. [661]

621. Mes’ele: Pâdişâh-i âlem-penah kullarından Zeyd, Amra "ağam Bekre terbiyet edip vazifemize terakki  ettiriver, mukabelesinde sana 'ivaz edeyim" dese, Amr dahi Bekre nice defa varıp gelip, Zeydi terbiyet edip vazifesine terakki ettirdikte, Amr varıp gelip hizmet mukabelesinde, 'ivaz bir kul verse, Amr nice yıl kulun ma'ûniyetin çekip me'kûlât ve melbûsâtın görüp üstada verip nice sanayi' tahsil ettirdikten sonra, Zeyd kulu Amrdan taleb edip al­mağa kadir olur mu?

Cevap: Rüşvet olmayıcak olmaz, ta'lîm-i san'at mâni-i rücû'dur. [662]

 

8- KAZA MÜESSESESİ

 

I. Kâdî

 

622. Mes’ele: Zeyd-i kâdî, Pâdişâh-i din-penah  (halledet hılâfete-hu)  hazretlerinden gayriye akça verip vesâteti ile, yâ bir kimse şefâ'ati ile kadılık alsa, şer'an hükmü nafiz olur mu?

Elcevap: Rüşvetle alıncak nafiz olmaz, kavl-i müftâbih bu­dur. Kâdî olmaz, ma'zûl-i mahzdır. Şefâ'atle almak eğerçi haram­dır, amma şer'a muvafık edicek hükmü döndürülmez. [663]

623. Mes’ele: Zeyd-i müteveffanın verese-i kibarı kısmet için, kâ­dî yâ kassam "elbette varıp kısmet ederim" demeğe kadir olur­lar mı?

Elcevap: Asla sagîr yok ise olmazlar. [664]

624. Su'al: Zeyd gâib olup, hayâtı ve memâtı ma'lûm olmayıp, emîn-i mâl-i gâib, Zeydin mülk darını, marifet-i kâdî ile Amra misil kıymetine bey' etse, ba'dehû Zeyd hayyen zuhur ettik­te, mezbûr darı Amrdan alabilir mi, yoksa emîn-i mâl-i gâibden dârm semeni mi alır?

Cevap: Mefkûdun malından, fesada kabil olmayınca bey'a kudât kadir değillerdir. Öyle olucak, vaki' olan akd, nafiz ve lâ­zım olmaz. Amma fî-zamânınâ mutlaka bey'a kudât ve ümenâ me'murlardır. Tamam değeri ile bey' olunduysa ta'arruz olunmasa olur. Zira kudât tağyire me'mûr değillerdir. Fi-l-cümle gaan-i fahiş olucak fesh eyleyeler. [665]

625. Mes’ele: Emirle ahar kazadaki hususa müfettiş olan kâdî, emirde mestur olandan gayri kaziyeyi istimâ' ve hükm eylese na­fiz olur mu?

Elcevap: Olmaz.  [666]

626. Mes’ele: Zeyd-i kâdî, hükm-i şerîf ile ahar kadılığa vardık­ta, da'vâcıların sofrayla getirdikleri yemeği yese hükmü nafiz olur mu?

Elcevap: Yemeğin yediğine hükmü nafiz olmaz. [667]

627. Mes’ele: İki hasım hâkime murâfa'a olduklarında, ehad-i has­meyn oturdukta, hâkim ehad-i hasmeynden    Zeyde "kalk hasmın Amr ile beraber dur" deyu kaldırmağa kadir olur mu?

Elcevap: Olur,  Amn Zeydle beraber oturtucak dahi şer'le tesviye-i hasmeyn olunur. [668]

628. Mes’ele: Pâdişâhın hükmüne muhalefet eden Zeyd-i kâdîye şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Pâdişâh re'ysiz, şerîat-i şerîfeye muhalif yazılmış ise, hakîkat-i hâli der-i devlete arz etmek lâzımdır. [669]

629. Mes’ele: Zeyd-i kâdî, bir hususa şehâdet eder kimselerin ge-hâdetlerini caiz görmeyip, müdde'î olan Amrı doğup gâhidleriyle mahkemeden kovsa, ba'dehu, ahar kâdînin naibi, mezkûr şâhidleri kabul edip hükm eylese hükmü nafiz olur mu?

Elcevap: Kâdî-i evvel şerle red etti ise olmaz, zulmen red ettiği zahir olucak olur. [670]

630. Mes’ele: Zeyd, Amra "şerî'ate var" dedikte, Amr "kanı şerî'at-i şerif götürüldü" dese, Amra ne lâzım olur?

Elcevap: "Kudâtın zulümleri var" demek ister ise küfrüne hükm olunmaz. [671]

631. Mes’ele: Zeyd-i kâdî, cemâ'at içinde "nefsimi kazadan azl ettim" dedikten sonra yine ba'zı kazaya hükm eylese şer'an nafiz olur mu?

Elcevap: Şer'a muvafık ise olur. [672]

632. Mes’ele: Zeyd-i kâdî hîn-i gazabda "filân kadılığı taleb eder­sem, dahi verdiklerinde kabul edersem, Allahu teâlâya şirk getir­mişlerden olayım" dese sonra zikr olunan kadılığı talep edip, yahud verildikte kabul edicek, şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Tecdîd-i îman ve azl-i ebedî lâzımdır. Bu makûle söz söyleyen kazaya lâyık olmaz. [673]

633. Mes’ele: Zeyd-i kâdînin rüşvet eki eylediği şer'le sabit ve zahir olsa, şer'an hükmü nafiz olur mu?

Elcevap: Olmaz, rüşvetle hüküm şer'a muvafık olsa dahi na­fiz olmaz. [674]

634. Mes’ele: Zeyd-i kâdî çalgılı düğüne varıp -hâşâ- feseka ile meclis-i fıskta otursa, ba'dehu Amr gelip "Zeyd-i kâdîye ne lâzım olur" deyu fetva eyittikte, fetvâ-i şerîfte "ol makûle kimse ka­zaya lâyık değildir" deyu cevap buyurulup, Amr varıp fetvâ-i şerîfi gösterse, Zeyd fetvayı alıkoyup Amra vermeyip "ben fetva ile kâdî değilim, pâdişâh berâtıyla kâdîyim" deyip fetvâ-i şerîfi tahfîf eylese, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Evvelki fi'li ile ma'zûldür, ettiği ahkâm nafiz de­ğildir. Ana, berât-i kaza-i sultaniye, 'âdil olmak i'tikâdı üzerine verilmiştir. Sonra fışkı zahir olmak ile ma'zül olur. Evvelden fış­kı ma'lûm olup, fışkı ile bile verilmiş olsa, ma'zûl olmayıp müstehak olur idi. Amma hukm-i şer'i istihfaf etmekle kâfir olur, İslâma gelmezse kati olunur. [675]

 

II. Şahitlik

 

635. Mes’ele: Abd-i memlûkün ikrarı şer'an i'tibar olunur mu?

Elcevap: Me'zûn olmayıcak mala ikrarı mu'teber değildir, kı­sas ve kat'-i yed îcâb eden katl-i 'amde ve sirkaya ikrarı muteber­dir. [676]

636. Mes’ele: Bir hususta bir kimse hem müdde'î hem şâhid ol­mak caiz olur mu?

Elcevap: Hukûk-ullahtan değil ise olmaz. [677]

637. Mes’ele: Tevatür mertebesi kaç kimse sözüyle hâsıl olur?

Elcevap: Aded-i mu'ayyen yoktur. Hemen kizb üzerine itti­fakı âdeten mümkün olmayacak miktarı âdem olmak gerektir. [678]

638. Mes’ele: Şâhid ağzından şehâdet ne asıl mahalde caizdir?

Elcevap: Asıl şahidin mevt sebebi ile, yâ maraz ile, yâ üç günlük dahi ziyâde mesafe olmakla müte'azzir olan mahalde ca­izdir. [679]

639. Mes’ele: Bir kimse ahar şehirde sakin olan kimsenin üze­rinde şu miktar deyn vardır deyu kâdîler önünde gâibâne beyyine ikâmet edip ahar şehir hâkimine nakl-i şehâdet almak şer'an ma'hûddur. Lâkin bu iki şehrin arası ne miktar olmak gerektir, meşâyıh ihtilâf eylemişlerdir. Muhtar budur ki üç günlük ola eksik olmaya, eğerçi ba'zı meşâyıh dahi eksik tecvîz etmişlerdir. Bu hususta üç günlükten eksik kudât şehâdet kabul etmekten men' buyurulmak, sedd-i bâb-i tezvire münâsip fehm olunup, âstâne-i s a'âdete arz olundu.

Elcevap: "Üç günlük mesafeden eksik nakl-i şehâdet istimâ' olunmaya" deyu emr olundu. [680]

640. Mes’ele: Zeyd, Amrın bir kaziyesine şehâdet etse, ba'dehu rücû' edip "ettiğim şehâdette kâzibim" dese, bu surette Zeydin mu­kaddema ettiği şehâdet şer'an sahîha olur mu?

Elcevap: Henüz hükm olunmadı ise kabul olunmaz. Olunup hak ele verildi ise, nısfı Zeyde tazmin olunur. [681]

641. Mes’ele: Zeydin üzerine şehâdet eden kimseler, Zeyd "maslahatsız huzura varır" deyu şehâdetlerini redde kadir olur mu?

Elcevap: Olur filvaki' maslahatı olmayıcak mülâzemet eden âdil olmaz. [682]

642. Mes’ele: Bir karye halkı namaz için mescide cem' oldukla­rında, Zeyd-i kâdî nişane ile varıp Anın şer'a da'vet ettikte, Amr âlet-i harb ile Zeydi kati edip, inkâr eylese, karye-i mezbûre ehlin­den orada hâzır olanların şehâdetleri makbule olur mu?

Elcevap: Mahall-i katil memlûk ise mâlikten kalanımın şehâdeti makbuledir, ve illâ karye ehlinin şehâdeti kabul olunmaz. Gayri karyeden orada hâzır kimse var idi ise anın şehâdeti ka­bul olunur. [683]

643. Mes’ele: Zeyd avreti talâkına şart edip, şart muhakkak olup, avreti boş olduğun bilip üç ay sükût ettikten sonra şehâdet eden şâhidlerin şehâdetleri ile talâka hüküm şer'î midir?

Elcevap: Nafizdir, tağyir olunmaz. [684]

644. Mes’ele: Zeyd-i nâib, niyabet etmemeğe talâk-i selâseye şart edip, ba'dehu yine niyabet eylese,  müslümanlar Zeyde "niyabet etmemeğe talâk-i selâseye şart eyledi idi" deyu şehâdet eyleseler, kâdî "zaman   mürur etti" deyu şehâdetlerin istimâ' etmemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Yemin ettiğini ve şart vuku' bulduğunu ve avreti mu'âşeret ve izdivaç ettiğini görüp bilip sükût ettiler ise, fâsık ol­muş olurlar, şehâdetleri kabul olunmaz. [685]

645. Mes’ele: Şühûd, salâtta ve istikâmette ne mertebe gerektir ki âdil demek caiz ola?

Elcevap: Ekalli bu ki, kavlen ve fi'len haramdan ictinâb üzere ola. [686]

646. Mes’ele: Şâhid ne veçhile olmak gerektir ki şehâdeti kabût oluna?

Elcevap: Kebâirden ictinâb edip, ve sagâire musir olmayıp, hayrı şerrine galip olmak gerektir. [687]

647. Mes’ele: Zeyd, Amr’ın üzerine karzdan iki bin filori da'vâ edip ve şühûd ikâmet ettikte, Arar şâhidlere, salâtın ferâizin ve ve vâcibâtın ve sair erkânın sorup, bilmemişler iken, kâdî "şahidler ümmîlerdir bunlar bilmek lâzım değil" deyu meblâğ-ı merku­mu Zeyde Amrdan hükm eylese nafiz olur mu?

Elcevap: Vâkı'â ümmîler ve sâlihler ve musallîler olup, salâ­tın ef’âlin tamam yerli yerince ri'âyet edip, lâkin zikr olunan ıs­tılahı ta'bir edemezler ise, olur ve illâ olmaz. [688]

648. Mes’ele: Raks edip, devran ile zikrullah edip "helâldir" di­yen kimselerin şehâdeti makbule olur mu?

Elcevap: Mu'tâdı ise olmaz. ittifak bir hal âtız olup, kendi­ni bilmez olup etti ise âdil olucak olur. [689]

649. Mes’ele: Çalgılı düğüne varıp ta'âm eki eden kimsenin şehâ­deti makbul olur mu?

Elcevap: 'Âdil olmayanın olmaz,  [690]

650. Mes’ele: Salâtın ferâizin ve vâcibâtın ve sünnetin bilmeyip, ve namazı alaca kılıp, gammazlık edip,  Kunutu ve bedelini bil­meyip, pazarda ta'âm eki edip ve bi-1-cümle kat'â adaleti olmayan Zeydin şehâdeti makbule olur mu?

Elcevap: Olmaz. [691]

651. Mes’ele: Zeyd, cum'a günü cum'a namazına varmayıp bey' ü şirâda olsa şehâdeti makbul olur mu?

Elcevap: 'Âdile olmayıcak olmaz. [692]

652. Mes’ele: Tavla ve satranç oynayanların şehâdeti şer'an mes-mû'a ve makbule olur mu?

Elcevap: Tavla oynayanın makbul değildir. Satranç mâni olmaz, meğer öcile oynaya yahud ana iştigalle ferâiz fevt ola, yahud yalan yere yemin eyleye. [693]

 

III. Yemin

 

653. Mes’ele: Zeyd, Amrda olan hakkını da'vâ edip, yemin teklif olundukta nükûl edicek, hakkı sabit olmuş olur mu?

Elcevap: Hâkim, Amra tenbih edip "iki defa yemin teklif ederim, üçüncüde yemin etmez isen hükm ederim" deyip andan son­ra üçüncüde nükûl ederse hükm eder. [694]

654. Mes’ele: Zeyd yeminden nükûl edip, üzerine hâkim hükm ey­ledikten sonra "yemin ederim" demeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [695]

655. Mes’ele: Zeyd Amrdan ba'zı nesne da'vâ edip, beyyineden âciz olup, yemin lâzım oldukta Zeyd Amra "yalan yere yemin ey­lemeden ibâ eylemez" deyu talâka yâ 'ıtâka yemin teklif eylemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olur, re'y-i hâkimle talâk üzerine yemin verilir. Amma nükûlle hükm olunmaz. [696]

656. Mes’ele: Zeyd "vallah billah oğlancığım başı için"  dese ne lâzım olur?

Elcevap: İstiğfar gerekir. [697]

657. Mes’ele: "Tanrı için" deyu yeminde hânis olduğunun vechi nedir?

Elcevap: Türk dilinde ma'nâ-i kasem ifâde etmektir. [698]

658. Mes’ele: "Vallah" yemin olup "Tanrı hakkıyçün" demek ye­min olmamanın vechi nedir?

Elcevap: "İçin" Türk dilinde ma'nâ-i kasem ifâde etmediği içindir. [699]

659. Mes’ele: İnhilâl-i yeminde şâfi'îye mürâca'at caiz olur mu?

Elcevap: Bu diyarda şâfi'î olmaz. [700]

Bu Surette: Yemin eden Zeyd, şafi'î kâdîsine mürâca'at edip, yemin hal eylese sahih olur mu?

Elcevap: "Teşeffu' hususu Diyâr-ı Rûmda carî olmaya" deyu men'-i sultânı vâki' olmuştur. [701]

660. Mes’ele: Zeyd-i imam yalan yere yemin billah ettikte, Amr Zeyde "niçin yalan yere yemin ettin" deyip, "yeminin kefareti vardır. Anı câhil bilmez ben bilirim" dese Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Azil lâzımdır. Yalan andın kefareti olmaz, mücib-i cehennemdir. Kefareti olmak, anda, "filân isi edeyim" deyu and içip etmemektir, yâhud “etmiyeyim" deyu içip etmektir. [702]

 

IV. Ehl-i 'Urf

 

661. Mes’ele: Bîr su'âle cevapta "ahz-i şedîd ile ahz olunmak lâ­zım olur" deyu buyurulmuş, ahz-i şedîdden murad ehl-i 'urf şikencesi midir?

Elcevap: Hâşâ, ehl-i 'urfun ahzı irâdât olunmak dahi müm­kün değildir, fekeyfe ki şikencesi ola. Ehl-i şer' ahz edip meclis-i şer'a getirip, i'timad olunur kimse ile kefile verilir. Müttehem ise yahud da'vâ olunan zulm il adavetine bir şâhid bulunur ise habs edip, şer'le teftiş tamam olunca bu veçhile etmek muraddır. Eğer kefil eğer hapis, ehl-i 'urf dahilsiz olmak lâzımdır. Hırsızlığı za­hir olursa andan sonra ehl-i curfe verilir. [703]

662. Mes’ele: Mertebe-i ikrah nedir beyan buyurula?

Elcevap: "İkrar eyle ve illâ darb-i şedîd ederim" deyu tahvîf edip, ikrar etmeyicek dediğini yapacağına i'tikâd edip, ikrar edicek mu'teber olmaz. [704]

663. Mes’ele: Bekr-i ehl-i 'urf, Zeydi habs edip darb-i şedîd edip, "meclis-i şer'a varıcak Amra bin akça deyn ikrar eyle" dese, Zeyd dahi hapis ve darb havfından meclis-i şer'de Amra bin akça deyn ikrar eylese, şer'an bu ikrar sahîh olur mu?

Elcevap: "Meclis-i şer'da ikrar eylemezsen darb-i şedîd ve habs-i medîd ederim" tenhâda tahvîf ve va'îd edip, meclis-i şer'a andan sonra varıp, Bekr gâib değil iken ikrar eyledi ise sahîh de­ğildir. Böyle ettiği sabit olucak, bu beyyine tav'an ikrar beyyinesinden evlâdır. [705]

664. Mes’ele: Ehl-i 'urf, Zeydin zulmen bir miktar akçasın alıp, ba'de zamanin da'vâ eyleyicek talâk-ı selâseye yemin verse, ba'dehu da'vâ eylemek istedikte ne veçhile da'vâ eylemek gerektir ki talâk-i selâse vâki' olmaya?

Elcevap: Zeyd, ehl-i 'urfu kendi müte'allikâtından Amr ile bile meclis-i şer'a getirip, ehl-i 'urf akçasın alıp taleb etmemeğe şart ettirdiğin hikâyet edicek, hâkim Amrı müdde'î nasb edip ak­çasın alıverir. Talâk dahi lâzım olmaz.[706]

665. Mes’ele: Zeyd-i yahûdi "Amr esbabım sirka etti" deyu, san­cak beyi olan Bekre 'urf ettirip, altı yedi günden sonra Amr fevt olsa, esbabı sirka edenler bulunsalar Zeyde ve Bekre ne lâzım olur?

Elcevap: 'Urf edene diyet, Zeyde ta'zîr-i şedîd ve habs-i me­dîd lâzımdır. [707]

666. Mes’ele: Esbabı sirka olan Zeyd, mazanne olan Amrı ehl-i 'urf eline verip, ehl-i 'urfe sikence ettirip, Amr 'urf içinde fevt olsa. Amrı 'urf eden bizzat Zeyd olmayıp sebeb olmak ile, verese-i Amr, Zeydden diyet almağa şer'an kadir olurlar mı?

Elcevap: Ta'zir-i şedîd ve zindanda habs-i medîd ettirirler, diyeti 'urf edenden alırlar. [708]

667. Mes’ele: Zeyd, Amrın oğlu Bekr-i sagîri bîhak, Beşr-i ehl-i 'urfe habs ettirip bir gece 'urf ettirip, Bekr Beşrin darbından elli gün sonra fevt olsa, Beşr gaybet eylese, sebeb olan Zeyde ne lâ­zım olur?

Elcevap: Katil bulununca zindandan çıkarılmamak lâzımdır. [709]

 

V. Beyt-ül-Mâl

 

668. Mes’ele: Zeyd deynini Amra vermeden, Amr fevt olsa, ahar vilâyette vârisi olmak ihtimâli olsa, şer'an Zeyd deyni kime ver­mek gerektir?

Elcevap: Beyt-ül-mâle vermek gerektir. [710]

669. Mes’ele: Zeyd-i müteveffanın veresesinden, gâib olan Anırın hissesini beyt-ül-mâl emîni zabt edip, Amrin ehl ü evlâdı nafakaya muhtag oldukları takdirce, emîn-i merkumdan nafaka miktarı ta­lebe kadir olurlar mı?

Elcevap: Olurlar, re'y-i hâkimle olurlar. [711]

670. Su'al: Beyt-ül-mâle âit ba'zı yerde mal olup ihracına sâ'î olan Zeyd ind-allah müsâb olur mu?

Cevap: Bi-haseb-iş-şer', nefs-i emirde beyt-ül-mâle müte'-allik olup mutasarrıf olan hilâf-i şerif tasarruf ederse, şer'ile beyt-ül-mâlin hakkı idüğün sa'y edip izhâr ederse olur. Eğer bu makû­le umura fî-zamânınâ sa'y edenler gibi sa'y edip anlar gibi izhâr adip anınla mansıba tevessül ederlerse, dünyâda la'n-i kebîr ile ve âhirette 'azâb-i elim ile mu'azzeb olurlar. [712]

671. Süret-i Kânunnâme-i Pâdişâhî-i Cedîd: Beyt-ül-mâl ve mâl-i gâib ve mâl-i mefkûd alan kimseler şöyle ilâm etmek gerektir ki, bir yerde beyt-ül-mâl vaki' olsa olduğu gibi kâdî defterine yazı­lıp, beyt-ül-mâlciye teslim oluna. Vârisi ma'lûm ola, vârisin dâhil-i memlekette mekânı olursa def'î beyt-ül-mâlciye verilmeye, belki kâdî elinde altı ay mikdarı dura. Eğer vârisi gelmezse beyt-ül-maiciye teslim oluna. Sonra vâris gelirse beyt-ül-mâlciden talep edip ala. Ve eğer vâris hâric-i memlekette olup mekânı ma'lûm olmazsa ol kişiye mefkûd derler. Bir yıl mikdar dahi kâdî elinde dura, son­ra beyt-ül-mâlciye teslim oluna. Mâl-i gâib ve mâl-i mefkûd derler bir yıl mikdar dahi kâdî elinde dura sonra beyt-ül-mâlciye teslim oluna. Mal-i gâib ve mal-i mefkûd deyu beyt-ül-mâl ile mukâta'ya verilen tereke-i meyyit olandır. Her evinden çıkıp giden kişinin malı değildir. Yahut malını emânet koyup giden kişinin malı de­ğildir. Sûret-i kânunnâme-i cedîd-i sultanî budur ki nakl olundu. [713]

 

9- SUÇLAR VE CEZALARI

 

I. Hapis

 

672. Mes’ele: Habs-i medîd için bir hadd-i mu'ayyen var mıdır?

Elcevap: Yoktur, re'y-i hâkime müfevvazdır. Ve mahbûsun sebeb-i habsine göre takdir olunur. [714]

 

II. Borçlunun Habsi

 

673. Mes’ele: Habs-i medyun için bir hadd-i mu'ayyen var mıdır?

Elcevap: Yoktur,  re'y-i hâkime müfevvazdır. Mahbûsun se­beb-i habsine göre takdir olunur. [715]

674. Mes’ele: Zeyd-i medyûn-i mahbûs "malımı guramâ beyninde kısmet eyleyip beni ıtlak eylesinler" demeğe kadir olur mu?

Elcevap: Cebrile kabul ettirilmez amma ma'hûldür. [716]

 

III. Kötüler

 

675. Mes’ele: Zeyd bir kasaba halkının muhtaçlarına karz akça 'verdiği zamanda, ba'zı esbabı zikrinden iki üç bahasına ziyâdeye müeccelen bey' edip, karz deyu verdiği akçaya bu tarikle onbeş dahi ziyâde fâide etirse, ve karz verdiği zamanda filori altmış akça hesâbınca verip aldığı vakit elliyedi üzerine alıp, bu tarikle beş bin akça üç yıl içinde yirmi bin akça eyleyip, halk dahi deynlerini edadan âcizler olup, bir miktar zaman te'cil için her ne der­se razı olmadıklarında yeriyle mülk evleri ve esbabları ve bağları ellerinden gidip, halkı fukara kılmağa bu veçhile sebeb olsa, ve dahi her sene zekât deyu bir miktar akça ihraç edip, kasabanın imamlarına ve hîn-i zarurette şehâdete yarar kimselerine tevzi' etmekle, tahsil için edinip, fukara hukukunu üzerinden talep et­meğe  kadir olamasalar, dahi kimselerin davasını uhdesine alıp husûmete vekil olmak ile hukûk-i fukara zayi' olup, ekser halk maslahatlarında kâdîden ana ekser mürâca'at eyleseler, bu ma­kûle şahsın alıvâli nicedir ve ettiği mu'âmelât şer'-i serîf mûcebince nicedir?

Elcevap: Karz-i inzimamı ile olan mubâya'ât cemî'an fâsiddir. Müşteriler aldıkları esbabın değer bahasından ziyade verdik­lerini bîkusûr yine alırlar, ve te'cü etmek için eksiğe bey' ettikleri evlerini ve bağlarını alırlar, akidleri fâsiddir. Bunun gibi ekl-i suht olan kimselerin zekâtını alan eimmenin imameti ve şehâdeti ka­bul olmaz. Tafsîl-i mezbûr vâki' ise şahs-ı mezkûru hâkim, ta'zîr-i şedîd ettikten sonra, tevbe ve salâhı zahir olunca zindandan çıkarıl­mamak lâzımdır. Maddelerinin biri budur nefyi lâzımdır. [717]

676. Mes’ele: Bir kasaba halkına tezvir ve telbîs ve hile ta'lîm eden Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr ve habs olunur. [718]

677. Mes’ele: Dâima güft ü gûyla müslümanları rencide eden ehl-i da'te, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Hâkim ia'zır-i şedîd ile ıslâh edip, müslümanlardan şerrin def etmek gerektir. [719]

678. Mes’ele: Tezvir ve şekavet ile  meşhur olan Zeydin, sâkin olduğu şehri halkı, Zeydin fesadından âciz olup, şehirden sürülme­sin istediklerinde, hâkim-ül-vakt mezburlar talebi ile şehirden sür­meğe kadir olur mu?

Elcevap: Mülkü oluncak olmaz. Ta'zîr ve habs ile şerrin def eder. Salâhı zahir ve muhakkak olmadan zindandan çıkarmamak gerektir. [720]

679. Mes’ele: Bir vilâyet sakinlerinden Zeydin kemal mertebe şir­ret ve şekavet üzere idüğüne nice kimseler şehâdet edip, isimleri sicilde kayd olunduktan sonra "vâki'-i hâl der-i devlete arz edi­verin" dedikleri ecilden, kâdîleri vâki-i hâli der-i devlete arz ettikte mezburların sorulmasına emr olucak, mezbur Zeyd gelip "kâdînin arzı vâkı'a mutabık değildir" deyu iki kâdî alıp varıp, husûs-i mezbûru teftiş (edip) sicilde olan kimselerin ba'zısı şehâdet edip, ba'zıları havf edip şehâdet eylemeyip, ve zeylinde olan kimseler da­hi sicilde olan cemîan husûh-i mezbûra şehâdet etmişlerdir. Vâki'-i hâl budur. Vecihleri ile kâdînin arzı vâkı'a mutabık olur mu?

Elcevap: Olur, mahall-i istifsar değildir. Bir şeririn şerrin­den havf edip ketm-î şehâdet ile Hak te'âlâ hazretinin 'ikâbından havf etmeyenlerin şehâdetlerine i'tibar yoktur. [721]

680. Mes’ele: Bir vakıf dükkânı istîcâr edip sakin olan altı nefer kimsenin içlerinden Zeyd, her birine söğüp incittiği için şâkir ol­madıkları ile, mezbûr Zeydi mezkûr dükkândan gidermeğe kadir olur mu?

Elcevap: Re'y-i mütevelli ile olur. [722]

681. Mes’ele: Zeyd ba'zı hatunların yollarına gelip, nâ-meşrû' kelimât edip değmek istedikte, ba'zı kimseler yolda geçerlerken, Zey­din ef âlini ve akvâlini görüp şehâdet eyleseler,  şer'an makbule olur mu?

Elcevap: Olur 'âdiller ise. [723]

682. Mes’ele: Zeydin atının kuyruğun ve saçın kesen Amra ne lâ­zım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd ve tazmîn-i noksân-ı kıymet lâzım­dır. [724]

683. Mes’ele: Zeyd, câmi'-i şerîf içinde -hâşâ- duvarına tükürse, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîre müstehak olur. [725]

684. Mes’ele: Zeyd Amra "senin gibi herifi ağaçtan yaparım" de­se ne lâzım gelir?

Elcevap: Ta'zîr lâzım olur. [726]

685. Mes’ele: Pâdişâh kulu olan Zeyde "orospunun kâfiri" diyen Amra ne lâzım olur?

Elcevap: Muhkem ta'zîr lâzımdır, müslime kâfir dediği için îzâfet mu'teber değildir. [727]

686. Mes’ele: Zeyd-i mu'allim, şakirdi Amr-i emredi babası izin­siz ahar vilâyete alıp gitse, şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr lâzım olur. [728]

 

IV. Faiz

 

687. Mes’ele: Vezinde tefâdülü olan kuruş, kırk akçaya alınıp kırk akçaya bey' eylemek ile hillinde zarar olur mu?

Elcevap: Olur. [729]

Bu Surette: Vezinde tefâdülü olan kuruşun tefâdülü bâyi'e ve müşteriye nef'i yok iken haram olan nedir, mufassal beyan buyurula?

Elcevap: Tefâdülü olucak, fazlanın alana nefi mukarrerdir. Nihayet fazlası ile intifa' etmeyip, yine kırka bey' edip fazlayı it­laf eyler. Bâb-i ribâda olan hürmetler hukûk-i şer'-i şeriftir. Hat­tâ fazlayı veren kimse alan kimseye, tamam tıyb-i nefsle, kemâl-i rızâ ile verse dahi, asla helâl olmak yoktur. Harâm-i mahzdır. "Bir çekirdek ağırında ne vardır" deyu istiklâl eden kâfirdir, avreti bâindir. Anın gibi mu'âmelâtta cânib-i nakısa fulustan ve gayriden bir nesne zammetmek gerektir. [730]

688. Mes’ele: Kuruş ismi ile müsemmâ olan derâhim-i kebîrenin birisini Zeyd beyn-en-nâs mütedâvil olan derâhim-i sagîrenin kır­kına bey' eylese, halbuki derâhim-i kebîrenin biri derâhim-i sa­gîrenin kırkından ziyâde olsa, şer'an nesnesi haram olduğu gibi, mislen bemislin olmadığı ecilden dahi haram olur mu?

Elcevap: Olur. [731]

689. Mes’ele: Diyâr-ı Mısır'da altın kırk bir paraya ve altmış Osmânîye, Zeyd-i tacir altınını kırk paraya seksen iki Osmânî hesa­bı üzre bozup, meta' alıp, seksen iki akça hesabı şirâ söylese şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Olmaz. [732]

690. Mes’ele: Ribâhor olan Zeydin ta'âmın eki eylemek şer'an he­lâl olur mu?

Elcevap: Olmaz, gâlib-i mal ribâdan olucak.  [733]

691. Mes’ele: Zeyd, bir miktar buğdaya bir filori zam edip, Amr'a seksen akçaya satsa, şer'an sahîh olur mu? Elcevap: Veresiye sattı ise olmaz. [734]

692. Mes’ele: Zeyd, atı 'ulufesin, Amra bir miktar akça eksiğe bey' eylese, ba'dehu, Zeyd Amrdan noksanım almağa kadir olur mu?

Elcevap: Bey' nâmeşrû'dur, aldığın verir 'ulufesin alır. [735]

693. Mes’ele: Zeyd, Amr’ın altı filorisin alıp, oniki filorilik esba­bını rehin koyup "filân zamana değin gelmezsem senin olsun" de­se, gelmese, esbab Amr’ın olur mu?

Elcevap: Olmaz, ebeden. [736]

 

V. Afyon, Esrar, Berş Ve Ma'cun

 

694. Mes’ele: Esrarı keyfiyet için yiyicek, kalîlen ve kesîren ha­ram mıdır?

Elcevap: Haramdır. [737]

695. Mes’ele: Esrar eki eden kimseye şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd lâzımdır. [738]

696. Mes’ele: Esrar hadd-i sekre varmayınca, ger'an haram olur mu?

Elcevap: Olmaz. Ahmed [739]

697. Mes’ele: Esrara helâl dedin eyâ müftî-i zaman! Billah diye bâde-i gülgûna ne dersin?

Elcevap: Badenin Miline hoş nükte buldum gûş edin! Mest olun teklif sakıt olsun andan nûş edin. Ahmed [740]

698. Mes’ele: Bir şehre, esrar ile mahlut olan akıl zail eyler, ma’cunlar bey' olunmak dükkânlar olup, aşikâre bey' ü şirâ olunup, merhum Kemalpaşazâde (rahmetullahi te'âlâ) hazretlerinin fet-vâ-i şeriflerinde "keyfiyet için yemek helâldir diyene, tevbe ve is­tiğfar lâzımdır" deyu cevap verip, "küfür lâzım değildir" deme­siyle, avamın ekseri helâl i'tikad ettiklerinden gayri aşikâre bey' olunmak ile, ve yiyenler aşikâre yiyip ve yerken hürmetin hatıra getirmeyip, istihlâl tarikiyle, kimseden havf etmeksizin yiyenle­re şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Mürteddir, dahi tevbe ve istiğfar lâzımdır. Keyfiyyet için yinende ve içileride haram olmaz nesne yoktur, Tâife-i mezbûr yevm-i cezaya mu'terifler ise, Hak te'âlâ hazretlerinden havf edip, ehl-i İslâm’dan haya etmek lâzımdır. [741]

699. Mes’ele: Berş ve afyon ve ma'cûn ki içinde esrar ola, mertebe-i eskere varmayıcak haram olur mu?

Elcevap: Feseka ve ehl-i hevâ yiyişi üzerine hiç biri helâl de­ğildir, [742]

700. Mes’ele: Afyonu "helâldir" deyu eki edene nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Mezmûm mekruh tiryaki olmak lâzım gelir. [743]

701. Mes’ele: Afyon ve esrar bey' etmek âdeti olan Zeydin kesbi helâl olur mu?

Elcevap: Helâl olmaz, afyonu tiryakilere satıp ettibbâya satmayıcak. [744]

702. Mes’ele: Esrarın bey'i şer'an caiz olur mu?

Elcevap: At yâırına ve bunun emsali maslahata nefi olursa ana sarf etmek için bey'i caizdir. Gübre gibi bostan ekmek için dahi bey’i caizdir. [745]

703. Mes’ele: Zeyd-i müslim evine hamr getirmekle avreti boş olur mu?

Elcevap: İstihlâl etmekle bâin olur. [746]

704. Mes’ele: Evinde hamr kurup içen müslümana ne lâzım olur?

Elcevap: Had ve ta'zîr lâzım olur. [747]

705. Mes’ele: "Bir kasabaya hâşâ hamr getirsinler nesne yoktur" diyen müslümana ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır. [748]

 

VI. Hamr.

 

706. Mes’ele: Zeydin evinde olan üzüm şırası hamr olup azmağın, Zeydin zevcesi Hind-i müslime, Zeydin haberi yok iken, zikr olu­nan hamrı kefereye bey' eylese, Zeydden izinsiz bey' ettiği tak­dirce Hinde ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr lâzımdır. Kefereyi tevkil edip sattırmak şer'îdir. [749]

707. Mes’ele: Zeyd-i marîz, deva olmak bir miktar 'arak isti'mâl eylemek, şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz, ne'ûzübillâhi te'âlâ deva olmak ihtimâli mi vardır. Devâlığı muhakkak ise dahi asla mümkün değildir. [750]

708. Mes’ele: Hind-i marîzanın marazına defe'âtle ilâç olunduk­tan sonra, Hindin marazı def olmayıcak, "iki dirhem hamrı, hin­diba ile halt edip isti'mâl eylemezse, maraz-ı mezbûr Hindi helak eyler" deyu etibbâ ittifak eyleseler, Hind devâ-i mezbûru isti'mâl eylemek caiz olur mu?

Elcevap: Asla caiz olurlardan değildir, ve ittifâken ettikleri dahi bâtıldır. Hâşâ ki hamrda deva ola. Anın yerine gayet sıh­hat üzerine pişirilmiş müselles halt etmek lâzımdır. [751]

709. Mes’ele: "Deva için birkaç kadeh hamr etmek helâldir" di­yene ne lâzım olur?

Elcevap: Tecdîd-i îman lâzımdır. [752]

710. Mes’ele: Zeyd "hamrın âdeme asla nef'i olmaz" dedikte Amr "hararın nef'i hakkında âyet vardır, sen nef'î yoktur dedin, kâ­fir oldun" dese, ikisinden birine küfür lâzım olur mu?

Elcevap: İsmi nef'inden ekber olucak, asla nef'i kalmaz. Böy­le dediği için Zeyde "kâfir oldun" diyen kâfirdir, avreti hâindir. [753]

711. Mes’ele: Zeyd "hamr içersem avretim boş olsun" dese, mü­selles içse nice olur?

Elcevap: Sahih müselles ise avreti boş olmaz. [754]

712. Mes’ele: Zeyd "bir dahi şarap içmiyeyim" deyu yemin edip, ba'dehu yine içse şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: İstiğfar ve kefâret-i yemin gerektir, ve hadd-i şurb dahi lâzımdır. [755]

713. Mes’ele: Zeyd "bir dahi İstanbul’da şarap içecek olursam, anamla Mekketullahta zina etmiş olayım" dese,  içtiği takdirce şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Hadd-i şurb lâzım olur. [756]

714. Mes’ele: Zeyd "şurb-i hamr edersem, sebb-i nebî etmişlerden olayım" deyip, ba'dehu eylese, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Kâfirdir, katli helâldir. [757]

Bu Surette: Şurb-i hamr ettikten sonra, ziyâde ma'siyet idüğün bilip tevbe ve istiğfar eylese makbule olur mu?

Elcevap: Kemâl-i salâh üzerine olursa olur. [758]

715. Mes’ele: Bir şehirde aşikâre hamr bey' olunup, ve müslim adına olup içenlerin ekseri, kimseden haya etmeksizin, hürmetini istihfaf tarikiyle âşikâde içtikleri takdirce, şer'an mezbûrlara ne lâzım olur?

Elcevap: Hürmetini istihfaf tarikiyle eden kâfirdir, avreti hâ­indir. [759]

 

VII. Boza

 

716. Bu Surette: Şehr-i mezkûrda, acı bozahanelerde dahi, meyhânelerdeki gibi meclis kurup içseler, şer'an mezbûrlara ne lâzım olur?

Elcevap: Îstihlâl edip, hadîs-i şerifini istihfaf etmekle küfür lâzımdır. [760]

Bu Surette: Tatlı bozahanelerde olanlar dahi, anların gibi mevzi'-i fısk iken, anda "kebab yemeğe varırız, tatlı boza hod he­lâldir, haram değildir ne lâzım gelir" deyu, varıp meclis kurup, ta'am yiyip, boza içenlere ne lâzım olur?

Elcevap: Ol vaz' ile, mubâh-ül-asl olan su içmek dahi helâl olmaz. Fekeyfe ki ol mühmel ola. [761]

717. Bu Surette: Kezâlik kahvehane olan dahi, muttasıl ehl-i hevâ cem' olup, ayrı ayrı meclis kurup, satranç, tavla ve bunun emsali mâlâya'nî kelimât edip, bu ettikleri vaz'ın hürmetini hatıra getir­meyip, istihfaf edip, bu makûle i'tikad edenlere dahi şer'an ne lâ­zım olur?

Elcevap: Cümlesine, Hak te'âlâ hazretinin ve melâike-i kira­mın ve cumhûr-i ehl-i İslâm’ın lâ'neti lâhik ve lâzım olur. [762]

718. Bu Surette: Tatlı bozahane yapana ve anda varana ve "kebab yemeğe varırız ve boza içeriz, helâldir" diyenlere ne lâzım olur?

Elcevap: 'Aleyhim mâ 'aleyhim. [763]

719. Bu Surette: Pâdişâh-i din-penah (halledet hılâfetehu) hazret­leri bu zikr olunan nesneleri ehl-i İslâm içinden kaldırıp min ba'din ettirmedikleri takdirce indâllah müsâb olur mu?

Elcevap: Hadd-i beyandan bîrûn, ve merâtib-i a'dâttan efzûn ücûr-i cezîle ile me'cûr, ve yevm-i kıyamete değin zikr-i cemîl île mezkûr olur. [764]

720. Mes’ele: Safî darıdan tatlı bozanın içinde sekir verir nesne katılmayıp, mücerret teskin-i hararet ve mizaca takviyet için isti'niâl olunsa helâl olur mu?

Elcevap: Asla iskâr şaibesi olmayıcak, şurbünde hürmet yok­tur. Amma feseka üslûbu üzerine isti'mâl haramdır.[765]

721. Mes’ele: Zeyd tatlı boza alıp, evine iletip kendi içip ve ehl ü iyâline dahi içirse, dahi helâl olur mu?

Elcevap: Helâl hemen bu mu kaldı, bari evinde pişirip, va­rıp müfsikadan almasa olmaz mı? [766]

 

VIII. Kahve

 

722. Mes’ele: Zeyd,  mütâlâ'aya kuvvet için yâhud hazm-i ta'am için kahve içse helâl olur mu?

Elcevap: Feseka, âlet-i lehv ü fücur ile içtikleri mekruhu, adam isti'mâl mi eder? [767]

723. Mes’ele: Kahvehanelere ehl-i hevâ cem olup, ayrı meclis ku­rup, satranç ve tavla ve bunun emsali mâlâya'nî kelimât edip, bu ettiklerinin hürmetini hatıra getirmeyip, istihfaf edip, bu makû­le hâl ile kahve helâl i'tikâd edenlere şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Cümlesine subhânehû ve te'âlâ hazretlerinin, melâi­ke-i kiramın ve cumhûr-i ehl-i İslâm’ın lâ'neti lâhik olur. [768]

724. Mes’ele: Pâdişâh-i din-penah (zilli zalîli ilâh) hazretleri, kah­vehaneleri kerrat ve merrâtla men' etmişler iken, memnu'lar ol­mayıp, tâife-i evbâştan ba'zı kimseler vech-i ma'âş için kahveha­neler tutup, hengâmeleri germ olmak için yanlarına yalın yüzlü şakirtler alıp, tavla ve satranç gibi ba'zı âlât-i lehv ü tarab mü­heyya ve müretteb edip, şehrin ehl-i hevâ, siyehkâr ve sâderûy halî-ül-izârları cem' olup, berş afyon ve bengi ma'cûn eki eyleyip, üzerine, kahveler içip, kıvamlarında oyuna ve fünûn-i ekâzibeye iştigal eyleseler, edâ-i salât-i mektûbede ihmâl eyleseler, şer'an zikrolan fürûşlara ve kahve-nûşlara ve men ü define kadir olup men' etmeyen hâkime ne lâzım olur?

Elcevap: Kabâyih-i mezbûreye mübaşeret ve te'âti edenler ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd ile men' ü zecr olunup, zecirlerinde müsâhele eden hükkâm azl olunmak lâzımdır. [769]

 

IX. Sîrkat

 

725. Mes’ele: Sürrâk ne keyfiyet ile, dikkat ile teftiş olur?

Elcevap: Hazreti 'Ali (kerremallâhu vecheh), imam Şüreyh'i (radiyallâhu anh) kâdî nasb buyurup, ol zamanda ittifak birkaç kimseler, bir müslimin oğluyla ahar vilâyete gidip, oğlu gâib olup, ol vilâyete ol kimseler geri geldiklerinde, gaibin babası mezbûrları kâdî Şüreyh önüne iletip, oğlunu da'vâ (ettiğinde), "bizden zarar gelmedi" deyu inkâr edip, kâdî Şüreyh istiksâ edip bir hâl zuhura gelmiş. Ol kimse hazret-i 'Ali'ye gelip hâli hikâyet edicek, kâdî Şüreyh'i da'vet buyurup, sorduklarında "şer'le nesne zahir olmadı" deyicek, oğlunu alı gidenleri cümle getirip, her birin tefrîk edip, başka başka söyletip, her ne menzilde kondular ise ve oğlan ol menzilde ne giyerdi ve ne yediniz ve ne yerde gâib oldu" deyu sorup, ve bil-cümle her birine tafsîl-i beliğ ettirip, birbirine muhalif kelimât ettiklerinde, her birinin takriri başka tahrir olun­duktan sonra, mezbûrları bir yere getirip, tenakuzları zahir olucak, inkâra mecalleri kalmayıcak, hasb-i hâli ikrar eylemişler. Bu makûle feraset kazaya lâzımdır. [770]

726. Mes’ele: Zeyd, Amra bir miktar akça ve altın verip "var bi­raderim Bekre ver" deyip, Attır dahi akçayı alıp giderken gündü­zün Beşre gönderip gecesi kendi zabt eylese, bu hâl üzre giderken bir gece akça ve altın Amrın zabtında iken bir miktar esbâbıyla uğrulansa asla ta'addî ve taksir olmadığına yemin edicek zimândan halâs olur mu?

Elcevap: Taksirsiz uğrulanmak ba'îddir. [771]

727. Mes’ele: Zeyd bir kale duvarından bir taş koparıp evine dö­şeme etse, şer'an bahası tazmin olur mu?

Elcevap: Kal' olunup, birine bir yine yaptırılıp, ta'zîr olunur. [772]

728. Mes’ele: Bir karye ehli davarlarını nöbet ile gözedirler iken Zeydin nöbetinde Amrin merkebi zayi' olsa, Zeyd te'adiz etme­diği takdirce zımân lâzım olur mu?

Elcevap: Olmaz. [773]

729. Mes’ele: Zeyd, Amrın haberi yok iken eşeğin alıp gidip sat­sa sarık olur mu?

Elcevap: Eli kesilmez. [774]

730. Mes’ele: Üç kimse kâdî huzurunda "sirka kasdına Amr'ın evi­ne girdik" deyu ikrar eyleseler şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr olunur. [775]

731. Mes’ele: Zeyd Amrın torbasını kesip, içinden beş binden yüz akça eksik akçasın alsa, inkâr ettikten sonra, üçyüz akçasın ik­rar edip bakisin inkâr eylese, ne lâzım olur?

Elcevap: Amr, bakîsin dahi isbât eylemek lâzımdır. [776]

732. Mes’ele: Müslüman adına olan bir kaç kimseler ile iki kâfir, Zeydin evin basıp bir miktar esbabı ile iki bin akçasın gâret ey­leseler. Ba'dehu mesbûr müslümanlar bulunmayıp zimmîler bulunucak, Zeyd gâret olan esbabı, iki bin akçasın bi-t-tamam mezbûr iki kâfirden tazmin ettirmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Anlar bile olucak olur. [777]

733. Mes’ele: Zeyd Amra bey' eylediği kulu Bekri, sîrka sabit olup Beşir paşa Bekri alıp, kıymetin Zeydden Amra hükm edip ahverdikten sonra, Zeyd dahi kulu Bekri, paşadan almağa kadir olur mu?

Elcevap: Kimden sirka ettiyse Bekir anındır ol alır. [778]

734. Mes’ele: Zeyd-i sârikm şer'an bir eli ve bir ayağı kesmek lâ­zım oldukta, Amr-i nâib ehl-i 'urfe kesmek emr edip, ehl-i 'urf temessük talep edip, Amr vermeyicek, nâib "emrim tutulmadı" de­yu kasabada cum'a namazın kıldırmayıp, kendi bi-nefsîhi kat'ın ehli değil iken, sârik-i merkumun bir elin ve bir ayağın kesdikte sârik helak olsa, şer'an Amr-i naibe ne lâzım olur?

Elcevap: Bir sirkat ile kat’ meşru' değildir. Ayağı kesmek eli kesmek ile uslanmayıp tekrar sirkat ettiği vakit meşrû'dur. Ma' bile kesmekle te'addî etmiş olur. Diyet lâzımdır. [779]

 

X. Haramiler

 

735. Mes’ele: Bir livada "sûhte" nâmına ba'zı haramiler olup, ba'zı müslümanların oğulların çekip alıp gidip, evliyası varıp talep ettiklerinde vermeyip, ve ba'zının akçaların alıp oğulların verip, ve ba'zı müslümanların gasben koyunların alıp, ba'zı müslümanları dahi tutup kollarından asıp darb-i şedîd ve sikence edip, nice akçaların alıp, mâbeynlerinde taksim eyleyip, zulm ü te'addîleri hadden mütecaviz olsa mezbûrlara ne lâzım olur?

Elcevap: Mezbûrlar iki karye ve iki mısır mâbeynlerinde ol­mayıp, mısra mesîre-i seferce ba'îd mağarada müctemi' olan, kuv­vet ve şevket sahipleri kıvam,  olup yola çıkıp müslümanlardan malların alıp, mâbeynlerinde her birine onar dirhem-i şer'i düş­tüyse, elleri ve ayakları sağ olanların, sağ elleri ve sol ayakları kat' olunur. Eğer yola çıkıp adam kati ettiler ise imam anları had­den kati eder. Verese-i maktulün afvına i'tibar olunmaz. Eğer hem nisab miktarı mal alıp hem katl-i nefs eylediler ise, muhtardır, dilerse sağ ellerin ve sol ayakların kat' edip ba'dehu salb eder, yâ ibtidâ kati eder. Dilerse, salb eder böğrünü süngü ile şakkeder. Ba'del-had, aldıkları mal baki ise ashabına verilir, zayi' olduysa tazmin olunmaz. Eğer yola çıkmayıp gasbla mal aldılar ise, taz­min olunup ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd olunurlar. [780]

736. Bu Surette: İki şehir ve iki karye mâbeynlerinde yola çıkıp, mal alıp, mâbeynlerinde taksim edip, her birine nisâb-i şer'î mik­tarı mal düşse, yâhud katl-i nefs eyleseler hükm-i şer-i şerîf nice­dir?

Elcevap: Mal tazmin olunup te'dîp ve habs olunurlar. Katl-i nefs ve cerh evliyâ-i katıl ve evliyâ-i mecruha müfevvazdır, diler­se af ederler. Amma imam Ebû Yûsuf'tan rivayet vardır ki:

Eğer mısırda dahi silâh ile kafa kast ederlerse kuttâ'-i tarîk olurlar. Eğer taş ile ve ağaç ile hâric-i mısırda, yardım yetişmez yerde, yâ geceyle nefs-i basrada dahi katil kasd ederlerse, kezâlik anlar dahi kuttâ'-i tarîk olurlar. Eğer taş ile ve ağaç ile gündüzün katle kasd ederlerse, anlara kuttâ'-i tarîk hükmü icra olunmaz. [781]

737. Bu Surette: Zikr olan haramiler nisab miktarı mal alıp, sa­hipleri vâlî-i memlekete gelip feryâd ettiklerinde,  vâlî hakların alıvermeğe ve şerî'âte da'vet eylemeğe adamlar gönderip, anlar dahi zikr olunan haramilere mülâkî olup, şerîate davet edip ve "erbâb-ı hukuka hakların verin" dedikte, itaat eylemeyip muha­rebeye mübaşeret eylediklerinde şer'an anlar ile kıtal helâl olur mu?

Elcevap: Erbâb-ı hukuk anlar ile bile olup, yâhud mekânları ma'lûm olucak, mal sahiplerine verilmek için kıtal olucak, hara­milerden kati olunanların katli helâl olup, demleri heder olur. Eğer bile olmayıp ve mekânları, ma'lûm değil ise kati edene diyet lâzım olur. [782]

738. Mes’ele: İki kimse, bâzirgânlar olan, nice kimseler yolları­na inip mezbûrlari bağlayıp akçaların aldıklarından sonra, tav'an ikrar edip sicil olsa, mezbûrâna ne lâzım olur?

Elcevap: Herbirinin aldıkları maldan nisaba yetişir ise el­leri ayakları kesilir. [783]

739. Mes’ele: Zeyd Amr'ın yoluna gelip, yüz yirmi iki binden zi­yâde akçasın aldığı sabit olursa, ne lâzım olur?

Elcevap: Haramı ise bir eli bir ayağı kesilir.  [784]

740. Mes’ele: Bir mağarada bir nice zimmî kat'-i tarîka mübaşe­ret edip, gece ile bir nice müslümanlar basıp, cümlesin mecruh edip, nisabdan ziyâde malların alıp, mezbûrlara şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Elleri ayakları kesmek lâzımdır. [785]

Bu Surette: Mezbûrların elleri ve ayakları ma'an mı kesilir, yoksa elleri onulduktan sonra ayakları mı kesilir?

Elcevap: Sağ elleri ile sol ayakları ma'an kesilir. [786]

 

XI. Katil

 

A. Kısas

 

741. Mes’ele: Zeydi kati eden Amn, verese-i Zeyd af mı evlâdır, yoksa davâ mı evlâdır?

Elcevap: Amr sâlih mütedeyyin kimse olup, cerh-i mezbûr hatâen vâki' oldu ise af evlâdır. Müfsid ise da'vâ evlâdır. [787]

742. Mes’ele: Ehl-i 'urf Zeydi tutup "Amr senin darbından fevt oldu" dedikte, Zeyd dahi "Amr üzerime geldi, hatâen ben de bı­çak ile vurdum" demekle, Zeyde diyet ve kısastan nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Halâsa gayri tarikle kadir olmadığı sabit olucak, ne kısas lâzımdır ne diyet. [788]

743. Mes’ele: Er ile avret beyninde, mâdûn nefisde kısas var mı­dır?

Elcevap: Yoktur. [789]

744. Mes’ele: "Dişin yerine dişim çıkar" demeğe kadir olur mu?"

Elcevap: 'Amden ise olur, hatâen ise olmaz. [790]

745. Mes’ele: Zeyd Amra "seni öldürürüm" deyu hizmetkârlar gönderip, Amrı âlet-i câriha ile kati ettirse, şer'an Zeyde ve hiz­metkârlarına ne lâzım olur?

Elcevap: Hizmetkârlar kısas olunur. Zeyd nice yıllar zindan­da yatar kalır. [791]

746. Mes’ele: Zeyd ve Amr ve Bekr âlet-i câriha ile, bigayri hak­kin Beşri kati eyleseler, verese talebiyle cümle kati olunur mu?'

Elcevap: Olunur, yüz ise de. [792]

747. Mes’ele: Otuz nefer kimse âlet-i câriha ile darb ettiklerin­den sonra fevt oldukta, içlerinden Amr’ın    darbından fevt olduğu zahir ve sabit olucak, Amrdan gayrilerine dahi şer'an diyet lâzım olur mu?

Elcevap: Tamam şüphesiz sabit ise, Amr kısas olunur. Am­ma şâirlerinin dahi cerahati olucak, cümlesi kısas olunmak lâzım­dır. Yalnız Amr yarasından fevt olduğu bilinmez. Meğer Amr boy­nunu vurmuş, yâ boğazlamış ola. [793]

748. Mes’ele: Dört nefer âbık kullardan üçü "Zeyd'e rast gelip, bizi tutmak istedikte kati ettik" dediklerinde, ahar "ben su içme­ğe gittim idi, gelicek yoldaşlar Zeyd'i kati eylemişler, ben dahi çomakla bir kere başına vurdum" dese bu ikrar ile ol dahi katil olur mu?

Elcevap: Ol ikrar ile kısas olunmaz. [794]

Mes’ele: Maktulün eytâm-i sigarı için mezburlar ahz olunur mu?

Elcevap: Âlet-i câriha ile kati ettiler ise kısas lâzımdır. As­habı eytâma temlik ederler ise olunur. [795]

Mes’ele: Zabt olunucak, baliğler olunca mezburlar eytâma hizmet ederler mi?

Elcevap: Kısas olunmayıp eytâma verirlerse bey' lâzımdır. Hayr etmezler. [796]

 

B. Diyet

 

749. Mes’ele: Ağaç ok ile kazaen çıkan gözün diyeti nedir?

Elcevap: Gurre lâzım olur. [797]

750. Mes’ele: Gurre nedir beyan buyurula?

Elcevap: Beş yüz dirhem bahalı kul, yâ câriyedir. [798]

751. Mes’ele: Zeyd-i sabî Amr-i sabinin bir gözün çıkarıp, Amr dahi Zeydin bir dişin çıkarsa, mezburlara ne lâzım olur?

Elcevap: Amra beş bin dirhem gümüş verip, Amrdan beş yüz dirhem gümüş alır. [799]

752. Mes’ele: Hindin nâ-bâlig oğlu Zeydi, Amr "san'at ta'lîm edeyim" deyu ayardıp, donanmaya alıp gidip, Zeyd gâib olsa, Amr Zeydi bulmayıcak Amra ne lâzım olur?

Elcevap: Diyeti lâzım olur, nâ-bâlig olucak. [800]

753. Mes’ele: Zeyd-i tabib Amra ilâç ederken Amr fevt olsa, Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Diyet lâzım gelmez. [801]

754. Mes’ele: Zeyd, Amr-ı sagîri izinsiz eyyâm-i vebada İstanbul'a getirip, Amr tâ'ûndan fevt olsa, veresesi    Zeydden diyet almağa kadir olurlar mı?

Elcevap: Olurlar.  [802]

755. Mes’ele: Zeydin zevcesi Hind ile Amr ittifak edip, Zeyd-i mezbûra zehir içirip helak ettiklerine, tav'an ikrar eyleseler, mez­burlara ne lâzım olur?

Elcevap: Elleri ile içirdiler ise diyet lâzımdır. Zeyd kendi iç­ti ise ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır. [803]

756. Mes’ele: Güreş cemiyetinde Zeyd kendi irâdeti ile çıkıp, gü­reşip, bir iki kimseyi basıp, sonra Amrı ba'zı kimseler ibram edip ve soyup, Zeyd ile güreşip, Zeyd kendi oyunu ile Amr’ın altına ge­lip, boynu üzülüp, onbeş günden sonra fevt olsa, Amra nesne lâ­zım olur mu?

Elcevap: Diyet lâzımdır, ihtiyarıyla güreşmek ve oyunundan helak olmak asla müfîd olmaz. [804]

757. Mes’ele: Zeyd-i baliğ Amr-i baliğ ile mülâ'abe ederken, Zeyd Amrı bıçakla vurup, mecruh edip, Amr ol cerhden fevt olsa, Zeyd asla mala mâlik olmasa, evliyasına diyet olur mu?

Elcevap: Mala kadir oldukta Zeyde diyeti lâzım olur. [805]

758. Mes’ele: Birkaç kâfirler, bir kâfiri döğe döğe öldürseler, mez-bûrlara ne lâzım olur?

Elcevap: Diyet lâzım olur. [806]

 

C. Fa'îli Meçhul Katilde Diyet

 

759. Mes’ele: Ahar yerde, Zeyd 'arak içip, evine gelirken Amr’ın evi kurbunda fevt olup, eser-i cerahati olmayıp kay etmiş olsa. Amra diyet lâzım olur mu?

Elcevap: Olmaz. [807]

Bu Surette: "Zeyd filân yerde 'arak içip yola çıktı" deyu ge-hâdet olunsa, makbule olur mu?

Elcevap: Şehâdete dahi hacet yoktur, ol asıl keîbin diyeti ol­maz, kendi kendini kati etmiştir. [808]

760. Mes’ele: Dört köyün ehli döğüşüp, içlerinden Amra çomak dokunup ölse, darb eden ma'lûm olmayıcak, Amr’ın demi şer'an kime lâzım olur?

Elcevap: Akrab olan köyün ehline lâzım olur. Amma cem'iyette bile olan ba'îd köylerin ehlinin şehadetleri kabul olunur, âdil­ler olucak. [809]

761. Mes’ele: Müste'cirler evlerinde iken, gece ile, câmi'e vakıf dükkânlarda maktul bulunsa, hükm-i şer'-i şerîf nedir?

Elcevap: Dükkânlar cemî'an vakf-ı cami olup, asla kimse­nin mülkü olmayıp, avaz ere mahalde mahalle olmayıcak beyt-ul-mâle lâzımdır. [810]

762. Mes’ele: Zeyd bir yolun ortasında mecrûhen maktul bulun­sa veresesi, civarında olan karye ahâlîsine "katili   bulun yahud diyetin verin" deyicek, ehl-i karye de "tarîk-i 'âm üzerine bulun­muştur, diyeti beyt-ül-mâle düşer" dediklerinde, verese-i Zeyd "Pâ­dişâh gece geldiği tarîk-i 'âm değildir" deyip, diyetin ehl-i kar­yeden talep edip almağa kadir olur mu?

Elcevap: Pâdişâh geçmese dahi akrab olan karye ehlinden alırlar. Diyet beyt-ül-mâle düşmek kuradan ba'îd yollarda olur. [811]

763. Mes’ele: Bir katil hususunda istiftâ olundukta, cevâb-i şerifte "ba'îd mevzî'de kati olunucak diyet lâzım gelmez" deyu buyurulmuş, ba'id mevzi' nedir?

Elcevap: Kuraya avaz işitilmediğinden gayri, mahaîl-i kati tarîk-i 'âm olmayıp ve arz-ı mîrî olmayıp ve ehl-i kuranın mer'âların olmamak gerektir ki asla kimseye diyet lâzım gelmeye. Şöy­le ki, tarîk-i âm ola yahud arz-i mîrî ola yahud ehl-i karyenin mer­aları ola avaz işitîlmeyicek diyet beyt-ül-mâle düşer. [812]

764. Mes’ele: Zeyd bir mağaranın içinde mecrûhen maktul bulunup, mağaranın üzerinden şiddetle nida olundukta karyeye avaz işidilir yerde olsa, mezbûre karye ahâlîsine diyet lâzım olur mu?

Elcevap: Olur. [813]

765. Mes’ele: Bir kasaba kurbunda Zeyd maktul bulunup katili ma'lûm olmayıp, âvâz cümle kasabaya işidilir olsa. Diyeti cümle kasaba ahâlîsine mi lâzım olur, yoksa ol tarafta olan mahalle eh­line mi?

Elcevap: Kurbunun ehline lâzım olur. [814]

766. Mes’ele: Zeyd bir karye ortasında tüfek atarken, tüfek dönüp helak edicek, ehl-i karyeye şer'an diyet lâzım olur mu?

Elcevap: Olmaz. [815]

767. Mes’ele: "Tâife-i kefere icâre ile tasarruf ettikleri meyha­nelerde katil vâki' olup, katil bilinmeyicek", ve "sancak beyi su-başıları zencir ile mahbûs ile bir karyeye gelip, cebr ile bir evde konup, sahibini çıkarıp, gece ile mahbûsların ba'zı ol evde maslûb yâhud maktul bulunup, eden ma'lûm olmayıcak diyet kime düşer" deyu çok istifsar olunur. Bunun gibilerde İmam-ı A'zam katın­da "ol mevzi" mühlik ise diyet mâlikine düşer, vakıf ise vakıf cani­bine düşer". İmam Ebû Yûsuf katında "tasarruf edene düşer, hat­tâ konuk konduğu evde maktul bulunup, kâtü bilinmeyicek, ev müstakillen konuk elinde olup sahibi bile sakin olmayıcak, sa­hibine diyet ve kasâme lâzım olmaz". Bu makûlelerde mülk sa­hibinin ve vakıf canibinin 'alâkası olmayıp ahar yerde, lâkin diyet onlara tahmil olunup, İmâm-ı A'zam kavli ile 'amel olunup, mu­tasarrıf olanların hıfzında taksîrât ve müsâhelelerine mü'eddî olup, imam Ebû Yûsuf kavli ile 'amel olunup diyet mutasarrıf olanlara tahmil olunmak hıfzda ve hirâsette ziyâde ihtimamlarına bâis, def'-i fesada enseb görülüp, 'atebe-i 'ulyâya arz kılındı.

Elcevap: Bu hususta "hazret-i imam Ebû Yûsuf  havli ile amel oluna" deyu ferman olundu. Ebussu'ûd, sene 957.[816]

 

D. Sulh

 

768. Mes’ele: Sulh ile ibrâ'nın farkı nedir, tafsîlen beyan buyurula?

Elcevap: Sulh tarafeyn rızâsı ile olur, yine tarafeyn rızâsı ile feshe kabildir. İbrâ' bir cânibden olur, cânib-i aharın fi'ilne mev­kuf değildir. İbrâ' olunan nesne sakıt olur gider, İkisi ittifak etseler. [817]

769. Mes’ele: Zeyd-i sagîr katl-i nefs edip, vasî bir miktar akça verip sulh eylese şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Olur. [818]

770. Mes’ele: Zeyd-i maktulün veresesi, katili Bekr ile, "terk-i diyar edip, asla kendi diyarına gelmemek" üzere bir miktar akça ile sulh eyleseler, sonra yine ol vilâyete kadir olur mu?

Elcevap: Eğer katil 'amden ise olur, andan sulh şart-i mezbûr ile fâsid olmaz. Eğer hatâen ise yâhud âlet-i câriha ile değil ise sulh fâsiddir, gelirse de gelmezse de verese da'vâya kadirlerdir. [819]

771. Mes’ele: Zeyd Amrı kati eylese, Amrın anası Hind, Zeydi "ol diyarda durmayıp gitmesi" şartıyla bir miktar altına sulh ey­lese, Zeyd gitmese, Hind bozmağa kadire olur'mu?

Elcevap: Eğer katil 'amden ise olmaz, katl-i camdde sulh şart-i fâsid ile fâsid olmaz, şart bâtıl olur. Eğer katil camden değil ise kadiredir, ol takdirce sulh fâsid olur. [820]

772. Mes’ele: Zeyd Amrı kati ettikte, Amrın veresesi ile Zeyd "ol karyeye gelmemek" şartıyla sulh edip, sonra yine gelse, verese-i Amr sulhu bozmağa kadir olur mu?

Elcevap: Mûceb-i katil diyet ise olurlar, kısas etti ise ol­mazlar. [821]

773. Mes’ele: Zeyd Amrı kati edip gaybet ettikten sonra, babası Bekr, verese-i Amra bedel-i sulh bir miktar akça verip sulh eylese, sonra "verdiğim bedel-i sulhumu verin andan sonra Zeydden da'vâ edin" demeğe kadir olur  mu?

Elcevap: Sulhu sahîh ettiler ise, ne Bekr verdiğini alır, ne verese da'vâya kadirlerdir. [822]

 

XII. Zînâ

 

774. Mes’ele: Zeyd Hindi nikâh olunmadan cebr ile tasarruf eyle­se şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Muhsane ise kati olunur. [823]

775. Mes’ele: Hindin kâinatası Zeyd, Hinde "sen Amr ile -hâşâ-zinâ etin" dese, iftira eylese, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: İftira etti ise Hind muhsane olucak hadd-i kazf lâzımdır. [824]

776. Mes’ele: Muhsan ve muhsane bi-haseb-iş-şer'-iş-şerîf ne idüğü beyan buyurulup müsâb oluna.

Elcevap: "Cemide mu'teber olan ihsanda, hürriyet ve akıl ve buluğ ve İslâm şarttır, bunlardan gayri nikâh-ı sahih ile duhûl dahi şarttır hadd-i kazf (için). Amma "Mûmed" de mu'teber olan ihsanda, hürriyet ve akıl ve buluğ ve İslâm ve fi'l-i zinadan iffet lâzımdır, makzûf olan kimsede bu evsâf olucak kâzifine had ikâ' met olunur. [825]

777. Mes’ele: Zeyd, zevcesi Hind ile Amrı hîn-i zinada kati eyle­dikten sonra, Hind ile Amrın veresesi Zeydi kısas, yahut Zeydden diyet almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz, katlan teftiş olunmaz memnû'dur. [826]

778. Mes’ele: Zeyd mülkünde, bir gece Amr ile Zeydin kız kardeşi Hind zina eyleseler, Zeyd Amın kati edip, Zeydin anası Hindi kati eylese, ehl-i 'urf bunlara dahle kadir olur mu?

Elcevap: Asla olmaz. [827]

779. Mes’ele: Zeyd, kız kardeşi Hindi nâ-mahrem olan Amr ile bir evde görüp, Hindi kati edip, Amr’ı mecruh edip bir günden sonra Amr fevt olup, Zeyd "Hind ile Amr’ı ben kati ettim" deyu ikrar edip ahar yere gittikte, Zeydin ammileri Zeyde kefil değiller iken, Amr’ın kardeşi Bekr kavil getirip, mezbûrlardan hilâf-i şer' zulmen cebr ile iki yüz altın alsa, sonra Zeyd geldikte giden akça­larım verdikleri kimseden bit-tamam şerle almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olurlar. [828]

780. Mes’ele: Zeyd "şu işi işlersem avretim üç talâk boş olsun" dedikten sonra ol işi işledikte, zevci bilip isbâta kadire olamasa, Zeyd yakınlık etmekle zevci âsim olur mu?

Elcevap: Zinadır, asla ihtiyar etmemek lâzımdır. Nesi var ise verip hal' etmek gerektir. Tasarruf kasd ederse, gayri tarîk ile halâs olmayıcak, ta'âmına zehir katmak şer'an caizdir, ne günâhı vardır ne diyet lâzımdır. [829]

781. Mes’ele: Zeyd Hindin evine girip, cebr ile tasarruf etmek is­teyip, Hind Zeydi ahar tarikle defe kadir olmamakla, balta ile vurup mecruh eyleyip, Zeyd o cerahatten fevt olsa, Hinde nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Gaza etmiş olur. [830]

782. Mes’ele: "Zeydi filân avretin evinde bulduk" deyu iki kimse şehâdet eylemek ile, şer'an ehl-i hükm Zeyde dahi eylemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Ta'zîr-i beliğ ve habse kadirdir. [831]

783. Mes’ele: Zeyd "Amrın fevt olan kız kardeşini zina edip du­rurum" deyu ikrar eylese, ger'an ne lâzım olur?

Elcevap: Dört mecliste dört kere ikrar üzerine ısrar edip, mâhiyet-i zinayı ve keyfiyetini ve âyinini ne ise beyân ederse, ikâmet-i had olunur. [832]

784. Mes’ele: Zeyd üç yıl nâ-bedîd olduktan sonra evine geldikte, zevcesi Hindi hâmil bulup, Hind "hamlim sendendir, dedikte hükm-i şer'-i şerif nicedir?

Elcevap: Tasdik ederse hoş, ve illâ li'ân edişirler.  [833]

785. Mes’ele: Bir taife, karyey karye gezip avretlerine ve kız­larına ve cariyelerine zina ettirmeye âdet edinseler, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Cumhuru ile fevk-al-had darb-i şedîdden sonra sa­lâhları zahir oluncaya dek zindandan çıkarılmayıp, zinası sabit olan avretler cemî'an recm olunmak lâzımdır. [834]

Bu Surette: Bu makûle ef'âl-i şenî'a üzerine musir olanların avretlerinin nikâhı sahih olur mu ?

Elcevap: Sarîhan istihlâl ederlerse yâhud "ne var bunda adetimizdir" derlerse, cümlesi kırılmak lâzımdır. [835]

786. Mes’ele: A'câmdan olan Zeydin kızı Hind, mahzar-ı hâkim­de "bana babam Zeyd -hâşâ- zina eyledi" deyip,  Zeyd  münkir olup hâkim habs ettikte, a'câmdan birkaç kimseler mu'âvenet eyleseler ne lâzım olur?

Elcevap: Eğer Zeydin hâlin bilip mu'âvenet ederlerse el-iyâzûbillâhi te'âlâ müslime lâyık değildir, eğer beri fehm eder­lerse, töhmet-i mezbûre ile şöhreti olucak yine mu'âvenet etmek mazanne-i hayr değildir. [836]

787. Mes’ele: Zeyd, oğlu Amr-i emrede, Bekr ne'ûzübillâh- 'amel-i kavm-i Lût ettiğin isbât eylese, Bekre ne lâzım olur?

Elcevap: Mu'tâdı ise izn-i imamla kati olunmak meşrû'dur zina gibi ihsan dahi lâzım olmaz. [837]

788. Mes'ele: Alaybeyi olan Zeyd, Amr ile Bekri, Beşr-i emrede "getiriverin" deyu gönderip, mezbûrlar dahi Beşri kaçıp saklan­dığı komşusu Hâlid evinden güçle çıkarıp, Zeyde ilediverip, Zeyd, Beşr-i emredi bir dağa alıp gidip -hâşâ- güçle livâta eylese, şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Zeyd kati olunmak meşrû'dur, müteehhil değil ise dahi. Kati olunmaz ise darb-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır, ve azl edilmesi lâzımdır. Bu emirde musâhele eden erbâb-i hükmün ind-allâhi teâlâ özürleri yoktur, cevapları yoktur. Amr ile Bek­re ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır. [838]

 

10- TİCARET

 

I. Alış-Veriş

 

789. Mes’ele: Zeyd, Amrdan mülk bağını satın alıp kabz etmeden âhara bey' eylese sahîh olur mu?

Elcevap: Olur, menkûl gibi değildir. [839]

790. Mes’ele: Zeyd, Hindden iştira ettiği mülk evde on ay mik­tar sakin olduktan sonra evin 'aybı zahir olsa, Zeyd bey'i feshe kadir olur mu?

Elcevap: Olur. [840]

791. Mes’ele: Zeyd ekser müsâferette olup, vilâyetinin ahvâline ıttılâ'ı olmayıp, yerlerinde olan bağ ve bağçesin ve şâir emlâkin, on bin akça değerken Amr-i müşteri bin beşyüz akçaya satın alsa, Zeyd için hıyâr-ı gabn ve gurur olup bey'-i mezbûru feshe kadir olur mu?

Elcevap: Olur [841]

792. Mes’ele: Zeyd, Amrı’n bin akça değer esbabını bilmemek ile iki bin beş yüz akçaya alsa, ba'dehu esbabının kıymetin bildikte yine Amra redde kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz.  [842]

793. Su'al: Zeyd, şıra zamâm geldikte mukabelesinde şıra ver­mek kavli ile, seleme akça üleştirse, sonra ol miktar şırayı Zeyd akça verdiği kimselerden talep edip almağa kadir olur mu?

Elcevap: Selemin sekiz şartı bile ri'âyet etti ise olur. [843]

 

II. Narh

 

794. Mes’ele: Bir bıçağın harcı yirmi, nihayet otuz akça olup, üstadlar bir günde düzmeğe kadir olup, ve cümle üstadlar bir filoriye verirlerken, iğlerinden Zeyd iki filoriye verse, ziyâdesi Zeyde helâl olur mu?

Elcevap: Alan ihtiyarı ile alıcak haram olmaz. [844]

795. Mes’ele: Ba'zı kimseler tahta ve direk ve bu makûle nesne­leri kadîmden değer bahaları ile alıp sata gelseler, halen ehl-i urf her birisine emirsiz narh ta'yîn eylemeye kadir olur mu?

Elcevap: Narh ahvâline ehl-i furf karışmaz, ehl-i şer' kadir­dir, insaftan tecâvüz ederler ise [845]

796. Su'al: Zeyd, otun, on ikiye ve on üçe ve dahi ziyâde akça­ya mu'âmele eylese, "fı-zamâninâ emr-i sultânı, ve şeyh-ul-islâm müfti-z-zamân hazretlerinin fetâvâ-i şerifleri olup otun on bir buçuktan ziyâdeye verilmemek üzeredir" deyu beyyine olun­duktan sonra, ısgâ' etmeyip ısrar eylese şer'an ne lâzım olur?

Cevap: Ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd lâzımdır. Tevbesi za­hir olucak ıtlak olunur. [846]

797. Mes’ele: Mîrî davarları için arpa lâzım oldukta, narh-ı rûzî dörder akça iken İstanbul halkı mabeyninde, kile altışar akçaya alınıp satılmak mu'tâd olunmağın, canibinden me'mûr olan Zeyd altışara almış olsa, narh-i rûzîden  ziyâdesi  Zeyde tazmin  olun­mak lâzım olur mu?

Elcevap: Narhdan ziyâde altışara satılıp alındığı maruf ve mütevâtir olup, ekâbir ve esâgir altışara alırlar idi ise, yâhud "arpa ashabı narh üzerine vermezler" deyu hail ü akd erbabına Zeyd danışıp aldı ise olmaz. [847]

 

III. Müdârebe

 

798. Mes’ele: Zeyd Amra müdârebeye bir miktar akça verse, fâide ve ziyan beraber olur mu?

Elcevap: Fâide beraberdir. Amma ziyan, fâide etmeden vâ­ki' olup, Amrı’n te'addî ve taksiri ile oldu ise cümle Amr üzerine­dir. Amma sonra bakîden rıbh hâsıl olmakla, asıl tekmil olunup, bir miktar fâide hâsıl olup, Zeyd ile Amr kısmet ettiklerinden sonra ziyan vâki' olup Amrı’n asla te'addî ve taksîrinsiz oldu ise, Zeydle Amr beraber çekip, kısmet ettikleri rıbhı yine asla zam edip, re's-i malı tekmil lâzımdır. [848]

799. Mes’ele: Zeyd, Arar-i müdâribe bir miktar akça verip ne meta' alacağın ta'yin eylemese, esir alıp zarar ettikte, Zeyd "ben esir al demedim" deyu zararın kabul etmemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Amrı’n san'atı şâir esbâb-ı ticâret olup, esir alıp satmak asla vâki' olmamış ise, re'y-i hâkimle olur [849]

800. Mes’ele: Zeydin gemisinde müdârebeye verilmiş akça var iken, Venedik kâfirleri deryadan mezbur gemiyi mâl-i merkum ile gasb edip aldıklarından sonra, Zeyde bir miktar akça gö'nderseler, rabb-ül-mâl olan merkum akçayı Zeydden mallarına tuta almağa kadir olur mu, yoksa Zeyd ile taksîm-i guramâ tarîki ile mi kısmet olunur?

Elcevap: Kısmet olunur. [850]

801. Mes’ele: Zeyd iki bin beş yüz filorilik metâ'ın, Amr kendi­nin dört yüz elli filorilik metâ'ı ile bile ıssı ve ziyan beraber ol­mak üzere kavi edip, Moskov diyarına iletip, gayri metâ'a tebdil eylese, fâidesin Amr Zeyd ile beraber üleşmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olur. [851]

 

IV. Îcâre

 

802. Mes’ele: Zeyd evini bir yıla kiraya verip sicil etse, sicilde "alâ senetin vâhidetin" yazılsa, Zeyd-i mezkûr ahar şehirde olmak sebebiyle, seneden bir miktar tecâvüz ettikten Zeyd gelip zikr olan evini Bekre bey' edip tahliye lâzım oldukta, evin içinde bi-1-fiil icâre ile sakin olan Amr "seneden tecâvüz etmekle tekrar icâre akd olunmuştur, sene-i saniye tamam olmayınca çıkmazım" demeğe şer'an kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz, bâtıl söyler, sene-i saniyeden birkaç gün oturmakla sahîha münkalib olmak, ibtidâ akid sene-i vahide üze­rine mün'akid olmayıp belki "her senede şu miktar" deyu akd olunucaktır. Sene-i vahide üzerine akd olucak, tamam oldukta asla akid kalmaz. Cebr île ihraç olunmak lâzım olur. [852]

803. Mes’ele: Üç kulacı üçyüz akçaya abhâne kazıvermeğe Zeydle kavi eden Amr-i lâğımcı, buçuk kulaç kazdıktan sonra "gittikçe aşağısı berktir" deyu feragat edip, kazdığı miktarı ücreti ta­mam etmeyince Zeydden almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olur, icâre-i sahîha değildir.  [853]

804. Mes’ele: Zeyd, Amr’ın oğlu Bekri üç yıl va'de ile yedi yüz akça icâreye tutup, va'de tamam olmadan Bekr ibâk edip geldik­te, Amr Zeydden almadığı takdirce Zeyd-i mezbûr va'de tamam olunca hizmetlenmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Müddet-i icâre tamam olduysa cebr ile olmaz, tera­zi ile hizmetlenir. [854]

 

V. Şüf'a

 

805. Mes’ele: Zeyd-i yetimin evi ile Amr’ın evi bir avlu içinde olup, Amr evini âhara bey' ettikten sonra, yetim baliğ olucak, şüf'a da'vâsı edip Amr’ın bey'ini feshe kadir olur mu?

Elcevap: Hîn-i buluğda bir an te'hîr etmeyip şüf'a tutucak olur. [855]

806. Mes’ele: Zeyd fevt olup, oğlu Amrı terk eylese, ve kızı Hindi dahi terk ettikte, Amr, Zeydden kalıp yeri mülk olup kısmet olun­mamış evi bey' eylese, sonra Hind "iki hisse talep ederim, kendi hissemi asaleten Amr’ın  hissesini şüf'a tarikiyle" deyip mezbûr evin cümlesinde bey'i fesh etmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olur, ol veçhile talep ettiği sabit olucak. [856]

807. Mes’ele: Zeyd-i şefi', bilâ-mâni' bir aydan ziyâde taleb-i hu­sûmeti te'hîr eylese, bazı kitaplarda fetva imam Muhammed kav­li üzerinedir "şüf'a-i da'vâ sakıt olur" dese ve ba'zı kitaplarda fetva imam kavli üzerine ve "sakıt olmaz" deyu musarrah olsa kâdî kangı kaville 'amel etmek gerektir?

Elcevap: Sakıttır.  [857]

808. Mes’ele: Mîrî yerde şüf'a carî olur mu?

Elcevap: Olmaz. [858]

 

VI. Esnaf

 

809. Süile: İstanbul sellâh-hânesi kasaplarının ba'zı, koyunları murdar olup, etini ete halt edip, dükkânlarında sattırıp, ve başı ve paçalarım dahi ağnâm-ı mezbûha başlarına ve ayaklarına halt edip İstanbulda baş-hânelere tevzi' edip, baş-hâne kazganlarda mahlûten tabh olunup, amma kangı kazgana vâki' olduğu nâ-ma'-lûm olucak, kazganlarda tabh olunan başın ve paçanın ekli helâl olur mu, ve bu makûle fi'li ihtiyar eden kasapların halleri nicedir beyan buyurula?

Ücîbe: Cümlesi haramdır. Amma bu fi'li eden müslim ol­mak muhaldir. Kangı kasap ise kemâl-i dikkat ve ihtimamla bul­durulup, müslümanlara meyyite yedirmeyi helâl i'tikâd ederse mürteddir, asla te'hir olunmayıp boynu vurulmak lâzımdır. Eğer haram idüğüne itiraf ederken bu fesâd-ı âm-ı azîme irtikâb eder­se, katilden berî, fünûn-i ukûbattan bir ukûbatla hakkından ge­linmek lâzımdır, ki ol taifenin müslim ve kâfirine mûcib-i ibret ola.[859]

810. Mes’ele: Bir kasabada olan cellâhlar, debbağlar ile niza' edip "kâfir müslüman oldukta, şehir donanmasında biz tekaddüm ederiz, zira hazret-i Şît (aleyhisselâm) bizim pîrimizdir" deseler, debbağlar "hazret-i Âdem (aleyhisselâm)a hazret-i Cibril (aleyhisselâm) evvelâ debagat ta'lîm eylemiştir, biz sizden mukad­dem yürürüz, san'atımız da mukaddemdir" deseler. Bu husus için muharebe olup, nice nefis kati olmuş olsa. Hâlen dahi nizâ'ları fasl olmuş olmasa, kangısı mukaddem evlâdır?

Elcevap: Hâkim, iki taifenin a'yânın cem' edip, cem'iyyet-i cahiline nasihat ile nehy edip, mâbeynleri müslimler ise ıslâh edip, inad ederler ise ta'zîr-i şedîdden sonra zindana ilkâ edip, tevbeleri zahir olunca ıtlak etmek lâzımdır. [860]

811. Su'al: Zeyd Amr Bekr şerikleri oldukları dalyanın, Zeyd üzerine olmağın bir miktar akça hare edip dalyanı isti'mâl edip balıklar tutup satsa, Amr, Bekr dahi Zeyde şerîk olur mu?

Cevap: Şerle olmazlar. [861]

812. Mes’ele: Hisar eri olan Zeyd, Amra "bana yetmiş filori ver, sana gediğim vereyim" deyip, Amr Zeyd-i mezbûre yetmiş filoriyi verip gediğin aldıktan sonra, filoriyi yine talep edip almağa kadir olur mu?

Elcevap: Olur. [862]

 

VII. Para Çeşitleri

 

(İndekste bkz: Para çeşitleri.

 

11- MARAZ-İ MEVTTE HİBE

 

813. Mes’ele: Maraz-ı mevtte olan hibe şer'an sahîh olur mu?

Cevap: Vârise olmaz, gayre olur, sülüsden muteberdir. [863]

814. Mes’ele: Zeyd, maraz-ı mevtinde, bağını "vakf olsun" deyu vasiyet eylese, mezbûr bağ Zeydin sülüse malından ziyâde olsa, bağın sülüs miktarı vakf olur mu?

Elcevap: Olur. [864]

815. Mes’ele: Zeyd, maraz-ı mevtinde aklı gâh gelip gâh gider­ken "sülüs-i malım vakf olsun, mektebhâne bina olunsun" dese fevt olduktan sonra verese kabul etmemeğe kadir olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar, aklı olmayan bu miktar söz söylemez. [865]

816. Mes’ele: Hind sülüs-i malını "vücûh-i hayrata sarf oluna" de­yu vasiyet edip fevt olucak, veresesi vasiyetini tenfîz etmeyip, cüm­le malını üleşseler, sülüs-i merkum mezburlara şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Haramdır, elbette tenfîz lâzımdır. [866]

817. Mes’ele: Zeyd evlâdı var iken maraz-i mevtinde "zevcem Hin­de iki bin akça karzdan ve bin akça mehrinden deynim var ve Servinaz nam cariyemde benim medhalim yoktur ol dahi Hindindir" deyu ikrar edip fevt olsa, evlâdı adem-i kabule kadir olurlar mı?

Elcevap: Mehr-i misil müsâid ise mehre ikrarı mesmû'dur, kalanı değildir. Amma cariyeye "benimdir" deyu yemin ederse Hind tasdik olunur. [867]

818. Mes’ele: Hind maraz-ı mevtinde zevci Zeydi vasî-i muhtar edip, mehrini Zeyde bağışlayıp "filândaki maldan şu miktar Zey­din olsun" ve birkaç cariyeleri için "azâd olsunlar ve her birine şu miktar akça verilsin" deyu vasiyet eylese. Ba'dehu fevt oldukta cümlesine sülüs vefa eylediği takdirde, veresesi adem-i kabule ka­dir olurlar mı?

Elcevap: Zeyde hibe ve vasiyet ettiği bâtıldır, kalanı dönmez. [868]

819. Mes’ele: Zeyd, emrâz-i müzmineden birine mübtelâ olup, sagîre kızı Hinde emlâkinden ba'zı nesne hibe eylese, bir yıldan sonra fevt olucak, sair veresesi kabul etmeyip "maraz-i mevtinde hibe eyledi" dediklerine i'tibar olunur mu?

Cevap: Olmaz. Maraz-i mevt, istidada başlayıp, yevmen fe-yevmâ olunca izdiyâd olduğu vakittir. [869]

820. Mes’ele: Zeyd-i kâdî maraz-ı mevtinde "sıhhatimde Hind-i sagîreye elli bin akça hibe ettim idi" deyu ikrar ettikte, merkum akça­yı şâhidler görmeyip, Zeyd fevt olduktan sonra, bir büyük kesenin içinde nice keseler çıkıp, mezbûr keselerin birinde elli bin akça ile bir tezkirede "yüzelli bin akçayı sıhhatimde malımdan ifraz edip Hind-i sagîreye hibe etmiş idim" deyu yazılmış olsa sair verese zikr olu­nan elli binden hisse almağa kadir olurlar mı?

Cevap: Zeyd, ikrâr-ı mezbûru sıhhatinde dahi ettiğine beyyine olucak, olmazlar. Şâhidler akçayı görmek asla lâzım değil­dir, [870]

821. Mes’ele: Zeyd maraz-ı mevtinde, veresesinden Amra bir evi kıymetinden altı bin akça eksiğe bey' eylese sahîh olur mu?

Elcevap: Tamam bahasına bey' dahi nâmeşrû'dur. [871]

822. Mes’ele: Zeyd maraz-ı mevtinde, onbin akça değer evini ec­nebiden Hinde beş bin akçaya bey' edip fevt olsa, veresesi bey'i adem-i kabule kadir olurlar mı?

Elcevap: Muhâbâtına sülüs kifayet ederse olmazlar. Etmez­se, sülüsten ziyâdesin müşteriden alırlar, vermezse bey'i fesh eder­ler. [872]

823. Mes’ele: Zeyd maraz-ı mevtinde, sülüs-i malın vücûh-i hay­ra sarf olunmak için vasiyet edip, neye sarf olunacağın vasî-i muh­tar olan Amra tefvîz eylese. Amr, Zeydin sülüsü ile bir medrese bina edip, tedrisini Bekre şart eylese, mu'teber olur mu?

Elcevap: Olmaz.

Cevaba Ahar: "Tedrisi kime dilersen şart eyle" deyu, Zeyd Amra tefviz etti ise olur. [873]

 

12- ARAZÎ MESELELERİ

 

I. Arazî

 

824. Mes’ele: Arâzî-i memleketi sultan temlike kadir midir?

Elcevap: Kadirdir. [874]

825. Mes’ele: Arz-i mülk ve arz-ı mîrî nedir?

Elcevap: Şehirler içinde olan yerler mülktür. Sahibi bey'e ve hibeye ve vakfa kadirdir. Fevt olucak cemi' vereseye intikâl eder. Mîrî arz, karyeler etrafında olan zirâ'at olunur yerlerdir ki, sahipleri kulluğunu çekip behresini verirler. Bey'e ve hibeye ve vakfa kadir değillerdir. Fevt oldukta oğulları kalsa tasarruf eder­ler ve illâ sipahisi tapuya verirler. [875]

826. Su'al: Arz-ı mîrî, arz-ı öşrî midir, yoksa harâcî midir. Ve tasarruf eden re'âyânın bey' eylemeleri ve rehin komaları ve mi­ras değmesi ve şüf'a câri olması şer'an caiz midir?

Cevap: Asla caiz olmaz. Ne öşrîdir ve ne harâcîdir. İkisi dahi ashabının memlûküdür. Buna mutasarrıf olanlar mâlik de­ğillerdir. Memlekettir. Alınan eğerçi arzın haracıdır amma arzın rakabesi beyt-ül-mâl için alıkonmuştur, re'âyâya temlik olunma­mıştır. [876]

827. Su'al: Vilâyet-i Rumelinde, re'âyâ ellerinde olan arazînin bey' ü şırasının vedî'a ve i'âresinin ve şüf'a ve istibdâlinin sıhha­tinde, anda olan kudât-i müslimîn ki hüccet verip ve sicillerine kayd ederler, şer'-i şerife muvafık mıdır?

Cevap: Muhaliftir, hemen i'tibar sipahilerinin tapuya ver­mesidir. Kudât bey'ü şirâ yazmak hatâdır. "Zeyd, tasarrufunda olan tarlaların tasarrufunu Amra tefvîz edip, mukabelesinde şu kadar miktar akça alıp feragat ettikte, sipâhî olan Bekr dahi şu miktar resm alıp Amra verdi" deyu yazmak gerektir. [877]

828. Su'al: Zeyd mâ-tekaddemûn mukâta'aya vere geldiği çayırını Amra bey' ettikte, Bekr-i sipâhî, Zeydden akçasının öşrünü almağa kadir olur mu?

Cevap: Bey' bâtıldır, öşrün almak değil çayırı Amrdan alıp âhara tapuya vermeğe kadirdir. [878]

829. Mes’ele: Zeyd, mîrîde bir miktar yerin etrafında hendek ve hark edip, ba'zı meyve ağaçları dikip zirâat etse şer'an Zeydin mül­kü olup veresesine değer mi?

Elcevap: Yer mülk olmaz, amma verese tasarruf ederler. [879]

830. Mes’ele: Zeyd tasarrufunda olan arz-ı mîriyye üzerinde, kim aşıladığı ma'lûm olmayan meyve ağaçları yere tâbi' olur mu?

Elcevap: Aşılı ağaç yere tâbi' olmaz, sahibi yok ise beyt-ül-mâle raci'dir. [880]

831. Mes’ele: Zeyd, Amr ile müşterek oldukları yerin üzerinde olan hüdayî fidanları aşılayıp, Amr dahi "fidanlarda hakkım vardır" deyu talep ettikte, vermeyip "var ahar yerde olan fidanları aşıla”dese, gayri fidanlardan hisse taleb eylemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz, fidanları aşıladığı zamanda değer bahası­nın nısfın alır. [881]                                   

832. Sual: Arz-ı mîrî üzerinde hudâyî biten ağaçları Zeyd aşılasa, Zeydin mi olur, yoksa sâhib-i arzın mı?

Elcevap: Zeydindir, sâhib-i arza fidan bahasıyla behresin ve­rir. [882]

833. Mes’ele: 'Akar hususundan onbeş yıl mürur eylemiş kaziye mesmû'a olur mu?

Elcevap: Mülk-i vakıf olucak olur, mîrî yer olucah olmaz” memnundur. [883]

834. Mes’ele: Zeydin tasarrufunda olan mîrî yerde alçı ma'deni bulunsa, mîrî canibinden emin, Zeydi dahi ettirmemeğe kâdîr olur mu?

Cevap: Öyle emr olucak olur, [884]

 

II. Arazî Rüsumu

 

835. Su'al: Sipahilerin arz-ı mîrîde olan mahsûlden aldıkları sümün, ve resm-i çift deyu aldıkları akça ve resmi bennâk ve resm-i mücerred ve resm-i ganem ve resm-i nahl ve resm-i tapu sipahilere helâl olur mu?

Cevap: Resm-i ganem, ganemin zekâtıdır, ikiyüz dirheme mâlik olmayana haram değildir. Resm-i nahl dediği balın öşrü ise, fâkîr olana ol dâhi haram olmaz. Elinde yeri olmayan müslimden alınandan gayrisi ganî olana dâhi haram olmaz. [885]

836. Su'al: Arz-ı mîrînin, bey'i ve hibesi ve rehni ve ağırlık verilmesi ve bedel-i sulh deyu verilmesi şer'an caiz olur mu?

Cevap: Olmaz. [886]

837. Su'al: Bir karyenin malikânesinden murad, yerinin tasar­rufu mudur, yoksa öşr-i hâsıl mıdır?

Cevap: Hiç biri değildir, yerin rakabesidir. Sahibinin yer mülküdür. Dîvânîsinden alıntın, ol yerden alınan onda bir yahut se­kizde bir harac-i mukâsemedir. Ve çift akçası deyu alınan harac-i muvazzafıdır. Yeri tasarruf' eden re'âyâ müste'cilerdir. Malikâne canibe onda bir midir, sekizde bir midir verdikleri yerin ücretidir. [887]

838. Mes’ele: Zeyd-i sipâhî,  re'âyâsınm terekesinden kırk kilede beş kile, ve yirmi iki akça çift hakkı, ve mücerredden altı akça, ve te'ehhül edenlerden dokuz akça, ve öşr-i kovan ve resm-i 'arûs deyu aldığı helâl olur mu?

Elcevap: Kadimden sekizde bir âlını gelicek helâldir. Çift akçası yirmi iki akça dahi helâldir, Ba'zı yerlerde elli yedişer vazy olunmuştur. Mücerred ve mütehhüin elinde azdan çoktan yer yok ise anlardan alınana bir mesned-i şer'î yoktur, Resm-i arûs dahi öyledir. Öşrî yerde hâsıl olan balın öşrü verilmek lâzımdır. [888]

839. Su'al: Zeyd, tasarrufunda olan mîrî yerin üzerine buğday ekip biçip, ağniyâdan olan sipâhî Amra öşrün verdikten sonra, buğdaydan fukaraya bir miktar nesne lâzım olur mu?

Cevap: Öşür, öşür değildir. Öşür demek, âmme-i nâsın galat-ı fahişleridir. Mîrî yer cemî'an harâciyedir. Asla öşriye olmak muhaldir. Verilen behre harâc-i mukâsemedir. Sipahinin hakk-i şer'îsidir. Arz-i öşriye, nevâhi-i Ra'be-i muazzamadır. Andan alı­nan öşür fukaraya verilir. [889]

840. Mes’ele: Sipâhî, reayanın gailelerinin öşrünü, cebren akça al­maya kadir olur mu?

Elcevap: Olmaz. [890]

841. Mes’ele: Zeyd-i câbî, cibâyetinde re'âyâdan aldığı mahsûlü bey' ettikte narh-i rûzîden eksiğe bey' eylese, emr-i şerîf ile teftiş olundukta, a'yân-i vilâyetten ol zaman narh-i rûzî ne idüğü ma'­lûm olduktan sonra, mezbûr câbîden narh-i rûzî üzere akçayı, mütevellî-i vakf almağa kadir olur mu?

Elcevap: Kadirdir. [891]

842. Mes’ele: Resm-i çift ve resm-i bennâk deyu alman akça heIâl midir?

Cevap: Resm-i çift ve ekinli bennâk resmi helâldir, meşru­dur, arzın harac-i muvazzafıdır. [892]

843. Su'al: Emr-i şerîf ile tekâlif-i 'urfiyeden mu'âf olan ehl-i karyeden, emîn bennâk almağa kadir olur mu?

Cevap: Bennâk akçası tekâlif-i 'urfiyeden ise alınmaz. [893]

844. Su'al: Zeyd-i sipâhî re'âyâsından ispençe deyu aldığı akça, ve bağlarının üzümün 'asr ettikte yedi ölçüde birini, ve hınzır ye­dikleri zamanda dahi ikisine bir akça alsa helâl olur mu?

Cevap: Hınzırdan alınan nâmeşrû'dur. Amma kalanı kadim­den alını geldiyse tağyir olunma olmaz. [894]

845. Mes’ele: Zeyd-i sipahi, onbeş kilede iki kile öşür alsa şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Sipahinin aldığına öşür demek cehelededir. Öşür olsa fukaraya verilir idi. Harac-i mukâsemedir. Ol onda bir alınmak lâzım değildir. Yerin tahammülüne göre vaz' olunur, nısfına değin caizdir. [895]

846. Su'al: Zeyd semen takdir olunan yerlerde, vermeyip öşür verse helâl olur mu?

Cevap: Vazifesi semen ise olmaz. [896]

847. Su'al: Baba ve müsellem taifesine, yerlerinde götürdükleri hâsıldan öşür verilmek lâzım olur mu?

Cevap: Kadîmden nice olu gelir ise tağyir olunmaz [897]

848. El-Su'al: Timar ile hisar eri olan Zeyd, vakt-i hasadda bir ay hizmet eylese Amr "a'şârı ben alırım, kabz ettim" deyu Zeyde vermemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olur, Umarda böyledir. [898]

849. Mes’ele: Kadîmden sultan Murad han (aleyh-ir-rahmeti ve-1-gufran) vakfından olan mahsûlün bâyi'i  olanlarından alınmak mümkün olmamağın, bacı, tüccar taifesinden alım gelmiş iken, hâ­len tüccar vermemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Şeri-i şerife bacın alâkası yoktur. [899]

850.  Mes’ele: Bac-i bâzâr vakf olmak caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz, pazar yeri vakf olunup, üzerinde bey' olunan nesnelerden ücret alınmak caiz olur, şer'îdir. [900]

 

III. Arazı-i Mukaddese

 

851. Mes’ele: Cemî' diyâr-ı 'Arab arz-ı mukaddeseden midir, yok­sa hudûd-i muayyenesi var mıdır, arz-ı mukaddesenin sair arazî­den farkı var mıdır?

Elcevap: Mutlaka diyâr-ı Şâmiye arz-ı mukaddes derler. Beyt-i Mukaddes ve Haleb ve şâir nevâhî, Dımışk andandır. Ba'zıları he­men Erbaha derler. Ba'zıları Dımışk ve Filistindir derler. [901]

852. Bu Surette: Arz-ı mukaddesenin şâir arazîden rüchânı olupp, şerefi ne veçhedir. Ve anda sakin olan halka sevabın meziyeti ne cihettendir. Ve bir kimse arz-ı makbûlede sakin olmak için vatan-ı aslîsini terk etmekle âsim olur mu?

Elcevap: Hak subhânehu ve te'âlâ, bikâ'-ı arzın her birini bir keyfiyet-i hâssa üzerine ibda' buyurmuştur. Nebat, hubûd ve simâr, sair âsâr-ı zahirede birbirine muhalif ve mubâyin olduğu gi­bi, âsâr-i bâtınede dahi birbirinden tefâvüt-i kesîresi vardır. Arâzî-i mukaddese, safâ-i cevahir ile sair bikâ'dan mümtaz olma­ğın, menâzil-i enbiyâ (aleyhim-üs-salâti ve-s-selâma) mehbit da­hi olmuştur. Anda vâki' olan ibâdatın sevabı anın için ekserdir. Vatan-i aslîsinde sılası vâcib olur erhâmı olmayıp, anda muhace­ret etmekle ibâdete teveccühü ve kalbinin rikkati artık olucak, varmak efdaldir. Ve illâ vatanında olup uhdesinde olan hukûk-i er­hâmı murâ'ât edip, ibadete teveccüh ve ikbal tahsiline sa'y etmek evlâdır. Vallâhu a'lem. [902]

 

13- ŞEHİD, CENAZE, MEZAR VE EVLİYA

 

I. Şehid

 

853. Mes’ele: Şehîd-i hakîkî ismine ehak ve evlâ olan kâfir ile mu­harebe sadedinde kati olunandır, yaraları ile bilâ-gasl defn olurlar. Ve zulmen âlet-i harb ile kati olunan dahi bu hükümdedir. Harîk ve garîk ve nazirleri şehâdetlerine, şehâdet-i nübüvvet üzerine ce­reyan etmişlerdir. Anlara şehâdetin ahkâm-ı dünyeviyesi ki rif'at derecedir, ol carîdir, bi-fazlillâhi te'âlâ. [903]

854. Mes’ele: Kâfirde mahbûs iken fevt olan müslümanlar şehîd olurlar mı?

Elcevap: Müsâb olurlar, bi-inâyetülâhi te'âlâ. [904]

855. Mes’ele: Berden müsâferete kadir olmamağın, tâlib-i ilm olan oğlunu İstanbulda sılaya gelirken deryaya gark olan Zeyd şehid olur mu?

Elcevap: Olur, rahmetullâhi aleyh. [905]

856. Mes’ele: Zeydi mülk evi içinde haramiler kati edip gaybet et­seler, Zeyd gasl olunmadan defn olunmak şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Olur. [906]

857. Mes’ele: Zeyd kulu Amra "niçin su getirmedin" deyu üzeri­ne vardıkta, Amr Zeydi âlet-i eâriha ile kati edip ol hînde bilâ-te'hîr fevt olsa, şer'an Zeyde ahkâm-ı şehîd icra' olunur mu?

Elcevap: Olunur, rahmetullâhi te'âlâ. [907]

858. Mes’ele: Kendüyi kendi boğazlıyan kimse, şehid deyu gasl olun­madan caiz olur mu?

Elcevap: Şehid olmaz, meğer kendüyi boğazladığı için zecren gasl olunmaya. [908]

 

II. Cenaze

 

859. Mes’ele: Meyyit gelip uğradıkta ayak üzere durmak sünnet midir?

Elcevap: Değildir, müstehabdır. [909]

860. Mes’ele: Zeyd hasbeten lillâh tenbîh-i gâfilîn için, sûkta meyyit önünce zikr eylese, şer'an Zeyd-i mezbûra ne lâzım olur?

Elcevap: Ref'-i savt bi-z-zikr mekruh idüğü mu'teberatta mes­turdur demek ile teşbih ekâbir-i seleften menkûldür. [910]

 

III. Mezar

 

861. Mes’ele: Meyyit gasl olunup alnına ve sadrına "Bismillâhirrahmânirrahîm" ve ba'zı âyât yazmak caiz midir?

Elcevap: Bir kâğıda yazılıp kabrinde karşısına konmak evlâ­dır, çürüyüp bulaşmaktan ihtiraz olunmak gerektir.[911]

862. Mes’ele: Mekâbirde meyyit yanında Nur du'âsın komak caiz midir?

Elcevap: Ba'zı meşâyıh tecviz etmişlerdir, amma meyyite değ­memek gerektir.

Elcevap: Cesed-i meyyite değmemek evlâdır.

Elcevap: Koymakta siyan yoktur, fâide mütevakkı'dır. [912]

863. Mes’ele: Bir du'â "kefen du'âsı" deyu kefenine dikip, bile ko­şalar şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Caizdir, Kelâmullahtan nesne komak gerektir. [913]

864. Mes’ele: Zeyd, fevt olan oğlunun mezarını mermer ile bina et­mek istedikte, Amr "bina etme" der iken, Zeyd eslemeyip bina edicek âsim olur mu?

Elcevap: Fahr için etti ise olur, ve illâ olmaz. [914]

865. Mes’ele: Zeyd-i misafir bir mevzi'de fevt olup defn olunduktan sonra, veresesi varıp üzerine türbe yapmak istediklerinde, ta'yîn için açıp meyyiti görmek caiz olur mu?

Elcevap: Olur. [915]

866. Mes’ele: Bir makberelikte kendisi için bir makbere kazıp, du­var edip, sonra ahar yere gidip geldikte, Amr oğlu Bekri, Zeyd yaptırdığı makbereye defn ettirmiş olsa, Zeyd ol makbereden Bek­ri ihraç etmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Mülkü ise olur. [916]

867. Mes’ele: "Meyyitin başı ve ayağı ucuna konan taş rûz-i mah­şerde keffe-i mîzâna konulur büyük konmanın ziyâde fazileti var­dır" deyu merhum Kemalpaşa-zâde hazretinden menkuldür, aslı var mıdır?

Elcevap: Yoktur. [917]

868. Mes’ele: "El'iyâzübülâh, müslümandan imansız gideni kâfir mekâbirine ve kefereden îmâna gelip îmanla gideni müslüman mekâbirine nakl eder kudret develeri vardır" derler vaki' midir?

Elcevap: Rivayet olunur, meşâhir-i kütüb-i ehâdîste yoktur. [918]

869. Mes’ele: Mekâbir-i müslimîn üzere işlenen san'atten alınan kesb helâl olur mu?

Elcevap: Ol fi'l harâm-ı mahzdır. [919]

870. Mes’ele: Zeyd bir mevzi'de defn olunan mevta remîm olduk­tan sonra, mevzi'-i mezbûru sâhib-i arz ma'rifetiyle bahçe eylese, bahçenin etrafında harâc-ı arz alan Amr, Zeydin bahçesinden dahi almağa kadir olur mu?

Elcevap: Mevta ehl-i İslâm ise bahçe tahrîb olunur, makbere üzere ibkâ olunur. [920]

871. Mes’ele: Bir şehrin makbereliğı üstünde, ba'zı kimselerin sı­ğırları ve atları çiğneyip gezse, hâkim nice defa men' edip men'le memnu' olmasalar şer'an mezburlara ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr ile men' olunmak lâzımdır, ta’zîr-i şedîd ve habs ile zecr lâzımdır. [921]

 

IV. Evliya

 

872. Mes’ele: Zeyd, yerinden kalktıkta, yâ bir belâya giriftar ol­dukta, evliya ismin çağırsa şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Nesne lâzım gelmez. [922]

873. Mes’ele: Zeyd, evliyâullahtan veya şühedâdan bir kimsenin mezarına, anlardan istimdâd için bir marîz iletip, anların ruhları için koyun kurban eyleyip, fukaraya tasadduk eylese şer'an Zeyde nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Kurbanı Hak te'âlâ ta'zîmi üzerine eyleyip, seva­bını anların ruhlarına ihdâ edip, istimdâd ederse nesne lâzım gel­mez. [923]

874. Mes’ele: Karaca Ahmed tekkesine hasta ve kurban ileten kimseler, "hasta anda varmakta şifâ gelir" deyu i'tikad eyleseler, şer'an o kimselere ne lâzım olur?

Elcevap: Şifâyı Hak te'âlâ hazreti cenabından bilip, Karaca Ahmedi bir abd-i sâlih i'tikâd ederse nesne yoktur.[924]

 

 

14- ÇEŞİTLÎ MES’ELELER

 

I. İmânı Mes’eleler

 

875. Mes’ele: Dîn-i İslâm ve millet nedir beyan buyurula.

Elcevap: Hak te'âlânın vahdaniy yetine ve Resûllullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem) in nübüvvetine, ve şerîat-i şerîfenin haki­katine i'tikad etmek 'avama kifayet eder. Mefhumlarına ve tefâsîl-i ahkâmına vukûf-i tafsîlî lâzım değildir. [925]

876. Mes’ele: Hak celle ve 'ala hasretleri, mekândan münezzeh olucak, göklerde deyu i'tikâd etmek mi gerektir, ve nice i'tikâd etmek gerektir?

Elcevap: "Cemîl emkineden münezzeh olup, gökler yerler hük­münden ve ilminde ve kudretinde" deyu i'tikâd etmek lâzımdır. Du' âda eli yukarı kaldırmak, cihet-i fevk du'âya kıble kılındığı için­dir. [926]

877. Mes’ele: "Mü"mine olan hayır ile şer Allahtandır" deyu i'tikâd etmek mi gerektir, yoksa "hayır Allahtan şer abdin nefsindendir" deyu i'tikâd etmek mi gerektir?

Elcevap: Hayır dahi şer dahi, Hak Te'âlâ hazretinin halkı ve icadı ile olur. Amma, hayır Hak Te'âlâ hazretinin lütfü ile olur, şer 'abdin sû-i hâlinden olur. [927]

878. Mes’ele: Zeydin malı ve 'ameli, kesb ü sa'y eylediğin, ziyâde sa'y etmek ile indallah mukadder olandan ziyâde olur mu?

Elcevap: Kesb ü sa'y etmek ile mukadder olandan ziyâde ol­mak muhaldir. Amma kesb ü sa'y etmediği takdirce hâsıl olacağı miktardan ziyâde olur. [928]

879. Mes’ele: Zeyd-i kâdî meclisinde, "Allahu Te'âlâ sağ olsun" de­se, ne lâzım olur?

Elcevap: Eğer bir karîbinin, veyahud bir istinad ve i'timat ettiği kimsenin fevti esnasında, Hak subhânehû ve te'âlâ hazreti ile iktifa edip, şâir mevcudattan istiğna göstermek tarikiyle söyle­diyse olmaz. Ba'zı mütevekkilinden beyti kütüb-i muteberde min gay­ri tekebbür makûldür. Eğer istihza ve istihfaf tarîki ile, yahud Hak subhânehû ve te'âlâ hazreti dahi fevt ve fenaya kabil olmağı iham etmek vechi ile lâtife söyledi ise, küfürdür. Tecdîd-i îman, tecdîd-i berat lâzım olur. [929]

880. Mes’ele: İftira gibi gıybet gibi hukûk-i ibâd kabilinden olan nesneler, istiğfar ile tevbe ile mağfur olmak mercû olur mu?

Elcevap: Hukûk-i ibâd istihlâlsiz olmaz. [930]

 

II. Hayattan Mes’eleler

 

881. Mes’ele: Hadîsi sahîh olup anın ile 'amel caiz olur mu?

Elcevap: Caizdir. "Emirinize ittiba' edin, fâcirdir diye hulf edip, isâre-i fitne etmen" demektir. [931]

882. Mes’ele: Hasbî Kur'an ta'lîm eden, etfâl-i müslimîni istihdam şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Ağır hizmet olmayıcak haram olmaz. [932]

883. Mes’ele: Zeyd-i cüzhân, tilâvet-i Kur'an-ı 'azîmi mücerred üc­ret için etse, aldığı akça şer'an helâl olur mu?

Cevap: Olmaz, sahibine istirdâd lâzımdır. [933]

884. Ne Buyurulur: Meclis-i va'za mâni' mefsededen ârî olduğu takdirce, Zeyd akd-i meclis edip, leylen ve nehâren cemâ'at-i mü'minîne hasbeten lillâhi te'âlâ va'z etmesi makbul ve hasen midir?

Elcevap: Değildir, her vakit etmek olmaz. İstimâ' edenlere me­lal ve seâmet gelicek vaz'dan ictinâb lâzımdır. [934]

885. Mes’ele: Zeyd Amr ile olan da'vâsına, özr-i şer'îsi yok iken "ben zîşânım" deyu vekîl nasb eylemeğe kadir olur mu?

Elcevap: Olur, ma'zûre dahi değil ise. [935]

886. Mes’ele: Zeyd mutallâkası Hindle bir evde sakin olmak ger'an caiz olur mu?

Elcevap: Birbirin görmeyip, fitne tevakku' olunmayıcak olur. Bir evde müteaddid beytler olur. [936]

887. Mes’ele: Zeydin kazı ve tavuğu çok olup, câri Amrın bağına ve bahçesine girip zarar eylese, Amr Zeyde zararım def ettirmeğe kadir olur mu?

Elcevap: Kadirdir, eğer zabt eylemezse, Amr bağına ve bah­çesine kazı ve tavuğu helak eder nesne saçmak caizdir. [937]

888. Mes’ele: Yirmi dört mahalleli bir şehirde tâ'ûn olup, şehirli­si ve imam müezzini olanlar kaçıp, her mahallede birer ikişer fakir kalıp, öldükleri zamanda hakların yerine getirmeğe kimse bulun­mayıp, zikr olunan mahallelerin imamlarına ve müezzinlerine şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr ve azil lâzımdır, [938]

889. Mes’ele: "Filân fi'li işlersem hazret-i Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) in şefâ'atinden mahrum olayım" dese, Zeyd fi'l-i mezbûru işlediği takdirce Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Mahrumluk lâzım, olur. [939]

890. Mes’ele: "Dört mezheb üzerine cümle verilen fetvaları bid'attir, Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında yok idi" di­yene şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'sîr-i şedîd olunduktan sonra, aklı var ise şüphesi' hallolmak lâzımdır. [940]

891. Su'al: Zeyd "Ravza-i Resulden vasiyetname zuhur eyledi" deyu bir mektup ibraz edip, halkı altı gün oruç tutturup, yedinci gün bayram namazı gibi namaz kıldırsa, Zeyde ne lâzım gelir?

Cevap: Kezzab ve mübtedi’dir. Hükkâm-ı şer'-i şerîf zecr-i be­liğ etmek lâzımdır. [941]

 

III. Bulunan Mal

 

892. Su'al: Deniz kenarında arayıcılık eden müslümanlar kesbleri he­lâl olur mu?

Cevap: Buldukları nesne sahibi için gerektir. Mecâmi'-i nâsda ta'rîf edip, sahibi zahir olursa verip, olmazsa, sahibi talebden fe­ragat ettiğine i'tikâd geldikten sonra, bulan kimse ganî ise fuka­raya tasadduk eylemek gerektir. Kendine asla helâl olmak yoktur. Eğer fakir ise emr-i kâdî ile nefsine dahi sarf eylemek caizdir.[942]                                          

893. Mes’ele: Zeyd yabanda bulduğu nesneyi sahibine îsâl için al­mak mı efdaldir, almamak mı?

Elcevap: Âmme-i ulemâ' katlarında almak efdaldir. [943]

Bu Surette: Zeyd bulduğu nesneyi sahibine îsâl için aldığına şahidler tutmayıcak, zikr olunan nesneyi gasb etmiş olur mu?

Elcevap: îmam-ı A'zam katında olur. [944]

894. Mes’ele: Zeyd yabanda bulduğu nesne, serî-ül-fesâd olup bir günde fâsid olur olsa ekli helâl olur mu?

Elcevap: Eğer üzüm tanesi gibi şey'-i kalîl olup, Zeyd fakır ise yâ ganî ise ol sâ'at eki etmek caizdir. Eğer kesîr ise emr-i hâ­kimle bey' edip, akçasın hıfz etmek gerektir. [945]

 

IV. Cerrar Ve Dilenci

 

895. Su'al: Câmi'lerde ve mescidlerde cerrara akça veren kimselere şer'an ne lâzım olur?

Cevap: Cerrarlar ta'zîr ile men' olunmak lâzımdır, akça veren­ler âsim olur. [946]

896. Mes’ele: Zeyd-i vaiz "mescidde bir akça sadaka veren kimse, kırk akça dahi sadaka etmek gerektir, tâ günâhtan halâs ola" de­se âsim olur mu?

Elcevap: Dediği gibi mesâil vardır. Amma niyeti anları ta-sadduktan men' ise âsim olur. Sâülere akça vermekle, mescid-i şerîfin hürmetin hetk etmekle günâha girmekten men eylese müsâb olur. Eden kapıda eylesin. [947]

897. Mes’ele: Zeyd-i sâil, Amra gelip "Allah aşkına Resûlullah aş­kına, Allahı seversen ve Resulü seversen,   bana bir akça ver" de­se, Amr sakin olsa yâhud "Allah vere" dese, nesne vermese âsim olur mu?

Elcevap: Sevmek vermeyi mûcib değildir. Şartiyyenin mukad­demi ile talîsi mabeyninde, mülâzeme-i hakîkiye ve âdiye olmadı­ğına binâen vermemiş, hâşâ sevmemekdiği için vermemiş olucak hatâ yoktur. [948]

 

15- İLİM

 

I. Îlim Ve Âlim

 

898. Mes’ele: Bir müslime, kesb-i helâl ile mal eylemek sünnet midir, yoksa raüstehab mıdır?

Elcevap: Taleb-i 'ilm farz olduğu gibi farzdır. [949]

899. Mes’ele: Bir mescide imam olmakla, dülgerlik işlemek, kangısı efdaldir?

Elcevap: Asla salât terk etmeden san'at işlemek makbul amel­dir. [950]

900. Mes’ele: Zeyd-i ganînin oğlu Amr-i baliğ, tahsîl-i ilmde olmağla kâr-i kesble kadir olmayıp, fakir olduğu takdirce, nafakası babasına lâzım olur mu?

Elcevap: Olur. [951]

901. Mes’ele: Ehl-i ilm olan Zeyd, Amrın kızı Hind-i müslime nara-zed olup, bir miktar mehr-i mu'accel dahi gönderse, kabl-en-nikâh Amr Hindi rızasıyla Zeyde vermeyip akçalı olan Bekre vermeğe kadir olur mu?

Elcevap: Müslime lâyık değildir ki, ehl-i ilmden gayri kimse­yi tercih ede. [952]

Bu Surette: Amr, Zeydi "fakirdir" deyu Bekri tercih edicek, şer'an Amra ne lâzım olur?

Elcevap: Leydin ilmi gayrinin dünyâsından hayırlıdır, ilmi tercih etmek lâzımdır. [953]

902. Mes’ele: "Fıkıh okumak nesne değildir, nesne bildirmez. Ma'kûlât lâzımdır" deyu, fıkhı tahfif edene şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: İlmi tahfif ise küfürdür. "Ma'kûlât okumayınca meleke-i ilmiyye hâsıl olmaz" demek ise öyledir, nesne lâzım olmaz. [954]

903. Mes’ele: Zeyd-i imam, dânişmend olan Amra "hep okuduğu­nuz mühmelâttır" dedikten sonra "felsefiyyât okursuz" dese ne lâzım olur?

Elcevap: Küfür lâzım olmaz. [955]

904. Mes’ele: Zeyd-i câhil, ehl-i ilmden Amra "behey mel'un, be hey kezzâb" dese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Ke'y-i hâkim ile ta'zir olunur. [956]

905. Mes’ele: Amrın her zamanda âdeti, 'ulemâ-i dîni ve erbâb-i şerî'ati kadh edip, "kâdîlerin yedikleri ve içtikleri haramdır, ve müderrislerin dahi şüpheden hâlî değildir. Bunların ettikleri câhil etmez. Her ne fesâd olursa dânişmend taifesinden zuhur eder ve cehele haramdan artık ictinâb ederler" deyip ve 'ulemânın 'uyû-bunu tecessüs edip, 'ale-d-devâm bunlara bu'z ü 'adavet üzere, mecâliste mezemmetlerin etmeden hâlî olmayıp halka nefret verse ana ne lâzım olur?

Elcevap: Eğer 'ulemâ-i dîne ilimleri için bu'z ü 'adaveti olup söylediği andan nâşi ise küfür lâzımdır. İsnât ettiği umura te'âti için bu'z ederse nesne lâzım olmaz, içlerinde bî-günâh olanlara if­tira etmeyicek. [957]

906. Mes’ele: Zeyd-i şâir, ulemâ ve sulehâdan ba'zı kimseleri el-fâz-i kabîha ile hicv etmek âdet edinse, şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zir-i şedîdden sonra zindana ilkâ olunup, tevbe ve salâhı zahir olmayınca ihrâc olmamak lâzımdır. Hazret-i Ömer İbn-ül-Hattâb (radiyalldhu te'âlâ anh), Hatî'e, meşâhir-i şu'arâ-i İslâmiyyeden iken şi'rinde ba'zı kimselere ta'arruz etmeğin, ta'zîr ve habsedip, hapisten tevbesi zahir olmayınca ıtlak etmemiştir. [958]

907. Mes’ele: "Manav taifesi manîden müştaktır mubâhîlerdir" de­yu eşkiyâ hicv ettiklerinde, ehl-i ilmden ba'zı kimseler istihsan eyleseler, mezbûrlara ne lâzım olur?

Elcevap: Ne ehl-i ilm olanlar ol asil bâtılı istihsan ederler, ne istihsan edenler ehl-i ilmden olurlar. Şâir tâvâif-i İslâmiye gibi an­lar da eyili yaramazlı bir taifedir. [959]

 

II. Tıb

 

908. Mes’ele: Zeyd-i mu'allim vasiyyet edip, öldükten sonra göv­desin deryada bıraktırıp müslümanlar müntefi' olsunlar deyu mum­ya etmek caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz. [960]

909. Mes’ele: Adam etinden olan mumyanın bey'i caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz. [961]

910. Mes’ele: Zeyd'in çıbanı olup dâima cerahati akmasa, yuyup pâk edip içine fitil sokup. [962]

911. Mes’ele: Zeyd-i imamın ekser zamanda gözünün yaşı aksa, şer'an imamete halel verir mi?

Elcevap: Garb derler bir maraz vardır, eğer ol ise asla ima­meti sahîh değildir. [963]

912. Mes’ele: Tâ'ûn emrâz-i cismâniyeden bir maraz mıdır, yoksa mekr-i cin ile olur nesne midir?

Elcevap: Mizaç, i'tidalden keyfiyet-i hassa üzerine münharif oldukta, bi-emrillâhi te'âlâ, cin dahi etmek müsteb'ad değildir. [964]

913. Mes’ele: Tâ'undan kaçmağa şer'an mesâğ var mıdır?

Elcevap: Hak te'âlâ hasretinin kahrından lütfuna iltica etmek niyeti ve i'tikâdı ile caizdir. [965]

914. Mes’ele: Zeyd, Amrın kafasına 'asâ ile vurup mecruh etti­ği hînde, bir ayağı ma'lûl olup, Zeyd ancak başına darb etmiş olup, ayağına darb etmediği mukarrer olucak, Amr "benim aya­ğım senin darbından oldu" demeğe kadir olur mu?

Elcevap: Darb akabince öyle olduysa olur, a'sâb baştan bi­ter. [966]

915. Mes’ele: Hind-i müteveffanın karnında canlı oğlan olsa, sol böğründen yarıp çıkarmak lâzım olur mu?

Elcevap: Olur. [967]

 

III. Îmlâ

 

916. Süile: Zeyd-i ehl-i ilm, Amr ile niza' edip "vat'ın imlâsı yâ ile kitabet olunur, eğer böyle değil ise fukaraya bin akça nezrim ol­sun" dedikte, Amr "hemze tarafında vâki' olup, makabli sakin olu­cak hiç bir şey suretinde kitabet olunmaz, ancak hemze kitabet olunur" dese ol dahi nezr eylese kangısının kavli sahihtir?

Ücîbe: Asl-i kânûn-i hat Amr dediğidir. Ama hemzeye merkez yazılıp, mehmûz ile muzâaf farkı emrinde ihtimam olunmuştur. Âmme-i kütüb bunun üzerine tahrir olunmuştur. [968]

917. Mes’ele: Zeyd deyu tarih deyicek, Amr "bu yazılmak gerektir" deyu niza' edip, dese ki "avretin üç talâk boş olsun mu?" dese "elbette yâ ile yazılır". Zeydin avreti boş olur mu?

Elcevap: Asl-i kânûn-i hat muktezâ yâ ile yazılmaktır. Amma zamane kâtipleri hemze ile iktifa ede gelmişlerdir. Anlar âdetlerince caiz değil dedi ise boş olmaz. [969]

918. Mes’ele: Zeyd "yazmalı olup, vech-i mezbûr üzerine dalla yazdıkta, Amr "tâ ile yazmak ge­rek idi, tâ ile esahtır" deyip, Zeyd "belki dalla esahtır" deyip, Amr "eğer öyle esah değil ise kulum âzâd olsun" dese, mezkûr kula 'ıtk vâki' olur mu?

Elcevap: Dalla yazmak esahtır. Türkî ibârâtta isti'mâledir. Eğerçi dal bir miktar şedîd isti'mâl olunur, amma tadan dala akrebdir. [970]

 

IV. Eser Ve Müellifler

 

919. Mes’ele: Zeyd-i müverrih, Kur'an-i azîmi iktibas edip bir hu­susta tarih dese Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Nazm-i kerîme tağyir olmayıcak tecviz etmişlerdir. [971]

920. Mes’ele: Türkî tefsir eden Zeyd-i müfessir, Fatiha sûresinde ma'nâsın "dahi senden 'inayet dileriz" deyu tefsîr eylese galat etmiş olur mu?

Elcevap: Olur, "i'ânet" demek gerektir. [972]

921. Mes’ele: Zeyd esnâ-i kelâmda "tavşan ve sırtlan bir yıl erkek ve bîr yıl dişi olurlarmış, Kemâleddin Demiri "Hayât-i Hayvan" da böyle zikr eder, ve tavşan emrinde Sahibül-Kâmüden ba'zı ke­lâm nakl edip kelâmını teyid eder, ve sırtlan emrinde "Rebî'-ul-eb-râr" da Kazvînî "Acâib-ül Mahrukat" ta ve İbn-üs Salâh Aristodan böyle nakl eder, deyu kelâmını teyid eder" dedikte, Amr "ne ihtimaldir bu dünyada ola, bu söz gerçek ola. Bir canavar bir yıl erkek olup, bir yıl dişi olmak mümkün değildir. Baştan Kemâled­din dedikleri ne kişidir, anın sözüne i'tibar. "Hayât-i Hayvan" da yazdığı hep yalandır, inanmazım dedikten sonra "eğer Kemâled-dîn'in bu sözü mu'teber ise ve bu sözler yalan ise, avretim üç ta­lâk boş olsun" dese şer'an Amra ne lâzım olur?

Elcevap: Avreti boş olmaz. Amma "hep yalandır" dememek lâzım olur. Ol kitapta ahbâr-ı sâdika vardır. [973]

922. Mes’ele: Ebû Zeyd Debûsî hazretlerinin kitablarında zikr ettiği mesâil ile 'amel sahîh midir?

Elcevap: Sahîhdir. [974]

923. Mes’ele: "Fetâvâ-i Bezzâziye" ve "Câmi'-ül Füsûlîn" ve "Dürer" "Gurer" sahiplerinin sözlerine itimad olunur mu, ve anların kavillerine nisbet edip 'amel eylemek caiz olur mu?

Elcevap:  Şâir kütübde hilâfına Mes’ele olmaytcak olur. [975]

924. Mes’ele: "Muhît" ve "Bezzâziye" ve "Câmi-ül Füsûlîn" sa­hipleri tabakası ednâdır, deyu yemin eden kimseye hins lâzım olur mu?

Elcevap: Sâhib-i Muhitten muradı Radiyüddîn Semhsî ise olur. [976]

925. Mes’ele: “Mecma'-ul Bahreyn'e Firiste oğlu şerhi" mu'teberâttan mıdır?

Elcevap: Eyüdür. [977]

 

16- KIYAFET

 

I. Saç Ve Sakal

 

926. Mes’ele: Kâkül komak şer'î midir?

Elcevap: Kendi bilir, sulehâ vaz'ı değildir. [978]

927. Mes’ele: Erenler sakalını kına ile boyamak sünnet midir?

Elcevap: Caizdir.  [979]

928. Mes’ele: Kına ve mazı ile sakalın boyayan Zeyde şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Kendi bilir. [980]

929. Mes’ele: Ak sakalın kara boyayla boyayan Zeyde ne lâzım olur, âsîm olur mu?

Elcevap: Olur, kerahet vardır. [981]

930. Mes’ele: Lihyenin kabzadan ziyâdesin kesmek sünnet midir?

Cevap: İbni Ömer (radiyallahu anh) öyle ederlerdi, Resûlullah (sallallahu te'âlâ aleyhi ve sellem) hazretlerinden dahi öyle nakl ederler. Amma dahi ziyade olmakta nesne yoktur, katı çok üzre olmayıcak. [982]

931. Mes’ele: Zeyd sakalın boyundan tarafını traş eylemek ile âsim olur mu?

Elcevap: Olmaz. [983]

932. Mes’ele: Sakalın traş edenlerin boyayanların ve kırkanların şehâdetleri makbul olur mu?

Elcevap: Salih ve âdil olucak olur. [984]

933. Mes’ele: Zeyd "sakalım traş edip ve kırkan kimsenin üstadı İblis ve Ebû Cehildir" dese Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Ebû Cehil idüğü ma'lûm değildir. Evvelki haktır her fi'l-i nâmeşrû'u ol öğretir. [985]

934. Mes’ele: Zeyd-i berberin, sakal traş ettiği ve kırdığı için al­dığı akça helâl olur mu?

Elcevap: Kavi ü şart edip olmayıcak, hürmetine hükm olun­maz. [986]

 

II. Giyim-Kuşam

 

935. Mes’ele: Rical taifesi safî harîr libâs giymek helâl olur mu?

Elcevap: Olmaz. [987]

936. Mes’ele: Safî ibrişim kuşak, yâ altın yâ gümüş tel atılmış ku­şak ricale helâl olur mu?

Elcevap: Olmaz.[988]                                      

937. Mes’ele: Erkek, baliğ olmadık oğlancıklara, safî ipek giydiren kimseler günahkâr olur mu?

Elcevap: Olurlar. [989]

938. Mes’ele: Harirden yorgan örtünmek ve döşek döşenmek ri­cale şer'an helâl midir?

Elcevap: Döşenmek yasdınmak, İmâm-ı A'zam katında caiz­dir ve cem kütübde mesturdur. Döşenmek caiz idüğü ba'zı kütübde mezkûrdur. [990]

939. Mes’ele: Zeyd, makramasın yanına takıp salmdırsa, Zeyde nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Edeb üzerine hareket edip, ol asil evzâ'-i mekruhdan ictinâb etmek lâzımdır. [991]

940. Mes’ele: Zeyd "yanına şah-destur takman kendi kâfir avreti boştur" dese şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: "Şah-destur" nedir, beyan olunmak gerektir ki ce­vap yazıla. [992]

Cevap: Şah-destur dedikleri, yol yol yol nakış işlenmiş ve-yahud dokunmuş revâkibî bir destmâîdir. Kuşağa sokulup hacet oldukta kullanırlar. Tahmasb'ın mu'tâdı bunu kullanmak olmağın adı şah-destur komuşlardır. Vâkı'â takınmakta hatâ var mıdır?

Cevap: Eğer anı takınanlar ol âcize taklîd edip, kendiler da­hi anın mezhebi üzerine iseler, vâkı'â kâfirlerdir, avretleri boştur. Amma mücerred anı takındıkları için değil, belki anın mezhebi üze­rine oldukları için ise kâfirlerdir. Eğer taklid etmeyip, hemen şö'yle kullanırlarsa, asla şâir destmâlden farkı yoktur. Eğer Zeydin sözü evvelki takrir üzerine ise sahîhdir. Amma küfür, takınmakta değil idüğün beyan etmek lâzımdır. [993]

941. Mes’ele: Sipahilerin kılıglarının kınına gümüş kaplamak ve gümüş uyan ve sînebend ve gümüş kaplama eyer ve eyer üstüne harir­den yasdık indirmek, bu makûle kılıç kuşanırken ve mezkûr eyerin üstüne binerken "bismillah" demek şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Kılıç gümüşlü olmakta be'is yoktur. Kalanı mek­ruhtur. Harir üzerine yatmakta ve oturmakta nesne yoktur, caiz­dir. Besmele meşrü'dur mekruh olanlarda istifsar evlâdır. [994]

942. Mes’ele: Üsküflerde olan altın ne ayarda ve ne miktarda olur ve silâh ve evânîye kaplı altın ve gümüş ve ayarda ve ne itibar üzre karar bulur ve murassa'âtın ta'ayyünât ve tafsilât olur mu, gaza ve cihâd iğin der-mahzen olan cebehâne ve şâir silâh ve yerâk için zekâta ittifak var mıdır, müzehheb murassa' kılıçlar ve zırhlar ve tuğlar ve kalkanlar ve kolçaklar ve eyerler ve uyanlar ne veçhile tahkik ve tefrik olunur, serâser ve bun çatma libaslar ve yastıklar ve minderler ve sırmalı destimâlden ve makrama ve destar-puglar ve pırehenler ve kuşaklar ve bilcüm­le evânî ve esbabı mahlut olan altın ve gümüş ve şâir esvâb ne veçhile hesâb olunur ve sinîn-i maziyesinin esbâb ve âlâti- sâ'âti ve evkâtı ile tedârik olunmayıcak sonradan ne veçhile müyes­serdir ve tahvil geçmiş sene-i maziyenin haslarından satılmayıp bakî kalan mahsulâtı ve hububatı satmazdan evvel anbarlarda ve zimemde durduğu evkâtın zekâtı var mıdır ve ne veçhiledir havli geçmiş malın zekât ihraç olunmadan evvelâ maldan zekât mahsûb olur mu ve bilcümle zekât vâcib olan emlâk ve esbabı tatvîl ve itnâb üzere tahrîr ve tezkîr olunmak babında sa'y-i müstetabları diriğ buyurulmaya.

Elcevap: Üsküflerde aded-i miskâline işaret olunmak mu'tâddır, İşaret olunmayanlarda ve silâhın cemi' envâ'ında ve evâ-ni-i gayr-i hâlisede ve murassa'âtta ve sırma ile işlenen işlerde olan altın ve gümüş, erbâb-ı vukuf tahminleri ile takdir olunur, ve serâser kısmının bahasına itibar yoktur, ol dahi eshâb-ı hibre tahmini ile ta'yin olunur, Huliyy-i nisada imam Şâfi'î re'yinde zekât vâcib değildir. Ricale isti'mâli mubah olan silâhta dahi vâcib değildir. İsti'mâli mubah olmayanda bir kavlinde vâcib de­ğildir, bir kavlinde vâcibdir. Sinîn-i maziyede zekâtı vâcib olan malın miktarında ve evkâtmda te'emmül olunup gâlib zan ile amel olunur. Ve haslarda olan hubûbun asla zekâtı yoktur, anbarda ne miktar durursa dursun satılıp akça olmayınca zekât veril­mez. Zimemde olan mal kabz olundukta zekât verilmek şer'an ca­iz ve vâcibdir. [995]

943. Mes’ele: Zeyd yanında olan bıçağının sapında, fil dişinden bir dirhem miktarından, yâ balık dişinden bir dirhem nesne olsa, kerâhet-i salât olur mu?

Elcevap: Olma, götürmek caizdir müfsid-i salât değildir.

944. Mes’ele: Yaldızlı tasın isti’mali caiz olur mu?

Elcevap: Olur. [996]

945. Mes’ele: Huf üzerine meshin müddeti... [997]

946. Mes’ele: Topuktan aşağısı dikili yukarısı iplikli ilinip giydikleri topuk meshine mesh... [998]

947. Mes’ele: Basmak miktarı mesh kaplanmış çuha çakşır üzerine mesh... [999]

948. Mes’ele: Zeyd çuha çaksır üzerinden topuktan bir aşagı munfasıl postal mesh üzerine... [1000]

949. Mes’ele: Zeyd dize gelince abadan yahut bezden iç edik içine topuklu çakşır giyip... [1001]

950. Mes’ele: Zeydin iç edik içine başlı çuha giyse yahud aba kalçın giyse yahud ayağına bez sarılsa... [1002]

 

17- YİYECEKLER VE AV

 

I. Yiyecekler

 

951. Mes’ele: Ba'd-ez-zebh at etin eki eylemek câiz olur mu?

Elcevap: İmâm-ı A'sam katında mekruhtur, katf-i madde-i cihanda meddî olduğu için. İmâmeyn katlarında kerahet yoktur. [1003]

952. Mes’ele: İstakoz ve kerevit ve midye ve istiridyenin ekli helâl olur mu?

Elcevap: Kerâhet-i tahrîmî ile mekruhtur.  [1004]

953. Mes’ele: Turşu balığının ekli helâl olur mu?

Elcevap: Helâl olur, haramla turş olmayıcak. [1005]

954. Mes’ele: Tuz ile ve sirke ile perverde olan hadravât çiğ iken eki olunsa helâl olur mu?

Elcevap: Olur mu'tâddır. [1006]

955. Mes’ele: Pırasa demekle ma'rûf nesneyi yemek helâl olur mu?

Elcevap: Olur, mescide varmayıcak. [1007]

956. Mes’ele: 'Isırgan dikeni" demekle ma'rûf otu, taze iken pi­şirip yemek câiz olur mu?

Elcevap: Olur mu'taddır. [1008]

957. Mes’ele: Pekmezin şırasına toprak katıp kaynatsalar ser'an helâl olur mu?

Elcevap: Şer'îdir, hem öyle olmayınca pekmez olmaz. Sorula­cak nesne değildir. Merhum Kemâlpasa-zâdeye isnâd olunan söz bir galata mebnîdir galattır. Sûret-i fetvayı yazan cehele "şıraya" diyecek yerde "şaraba toprak katılıp" deyu yazmış. Merhum anı "şaraba" demek sanıp "haramdır" deyu cevap yazmıştır. [1009]

958. Mes’ele: Zeyd "eğer şurb-i hamr edersem zevcim Hind üç talâk boş olsun" dedikten sonra, "arab şerbeti" dedikleri nesneyi içse talâk-ı selâse vâki' olur mu?

Elcevap: Müskir ise olur. [1010]

959. Mes’ele: Ba'zi kimseler akça çıkarıp, ta'am pişirip eki eyleseler helâl olur mu?

Elcevap: Sonra helâllaşmak evlâdır. Yâhud cümle bir emîne teberru' edip, öl dahi cümle teberru etmek münâsibdir. [1011]

II. Av

 

960. Mes’ele: Tüfek ile ve dûzah ile vurulan av helâl olur mu?

Elcevap: Olur. [1012]

961. Mes’ele: Zeyd kelbini besmele ile sayda irsal ettikte, kelb-i mezbûr ahz ü cerh edip öldürdükten sonra ba'zı ki eylese, bakî kalanı eki helâl olur mu?

Elcevap: Olmaz, saydı eki eden kelp mu'allem olmaz. [1013]

962. Mes’ele: Zeyd, kelb-i mu'allemini, besmele ile me'kûl-ül-lâhm sayda salıp, yolda bir miktar oyalanıp yâhud sinse ba'dehu varıp öldürse helâl olur mu?

Elcevap: Olmaz, sinmek mu'tâdı değil ise, oyalanmak ile tes­miyenin hükmü sakıt olur. [1014]

963. Mes’ele: Zeyd, parsı besmele ile salıp, pars şikâra yolda sinip ba'dehu alıp cerhle öldürse şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Olur, sinip andan almak parsın şânıdır. [1015]

 

18- TARİHÎ VAK'A VE ŞAHSİYETLER

 

I. Şehzade Bâyezid

 

964. Mes’ele: Bir sultan-ı âdilin ebnâsından biri, tâ'atten hurûc edip, ba'zı kılâ'a müstevlî olup, ehline mal salıp cebr ile alıp, asker cem' edip gayri tarîk ile ref i mümkin olmayıp kıtale mübaşeret eyleseler. Anların kıtalleri ve sinip cem'iyetleri dağılıncaya değin kıtalleri şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Helâldir, nass-ı Kur'ân-i eazîm ile sabit olmuştur. Hükm-i şer'îdir ve icmâ'-i sahabe-i kiram dahi anın üzerinedir. Kıtale kadir olanlar kıtalle, olmayanlar kelâm-ı hak ile ve du'â-i hayırla, ref-i fitne ve fesada sa'y etmek vâcibdir. Vallâhu te'âlâ a'lem ve ahkem [1016]

965. Mes'ele: Bir taife sultân-ı 'âdil tâ'atinden hurûc edip, ba'zı kılâ'a müstevlî olup, asker cem' edip, ba'zı bilâd ehline mal salıp cebr ile alıp, kıtale mübaşeret eyleseler. Anlara ihtiyar ile mal verip mu'âvenet edenler ve  kaville ve  fi'ille  mu'âvenet  edenler, veya "bunlara kılıç çekmek helâl değildir" diyenler anlar hükmün­de olup, kıtalleri ve malları şer'an helâl olur mu?

Elcevap: Malla ve kaville ve fi'l ile mu'âvenet edenler, cem'iyetlerinde olmayıcak darb-i şedîdden sonra, ve tevbe-i sahîhalart ve salâh-ı halleri zahir oluncaya değin hapis lâzımdır. Amma "bun­lara kılıç çekmek helâl değildir" diyenler Kur'ân-i azîmin nass-i kafisine inkâr edip, ve icma'-i sahabe-i izama muhalefet etmekle-kâfir olup, katilleri helâl olur. [1017]

966. Mes’ele: Zeyd, Sultan Bâyezide yazılıp, varıp birkaç gün ya­nında durup, geri ihtiyarı ile koyu gidip, yerlerine geldikte, şehir­lisi kâdî ile cem' olup "senin simden geru tevben makbul değildir" deyu kati ettiklerinden, kâdî olan Amr namazın kıldırmasa ve müslüman makberesine dahi kodurmasa şer'an ne lâzım olur?

Elcevap: Bâgînin tevbe-i sahihi makbuledir. Tevbe-i sahih et­ti ise katli haramdır. Katiline diyet lâzımdır. [1018]

 

II. Mansür (Hallacı)

 

967. Mes’ele: Zeyd-i imam "Mansûr bi-haseb-iş-şer' kâfir oldu ise, bi-haseb-il-hakîka mü'min-i kâmildir, 'ind-el-hakîka da'vâsı sâdık­tır" dese i'tikâdı bunun üzerine olduğu takdirce şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Mansûra lâzım olan lâzımdır. [1019]

Bu Surette: Zeyd-i imânım kılıverdiği salât i'âde olunmak lâ­zım olur mu?

Elcevap: Olur. [1020]

 

III. İbrâhîm Gülşeni

 

968. Mes’ele: A'zam-i 'ulemâ-i dîn ve a'lem-i fuzelâ-i râh-i yakîn, bu Mes’ele tahkikinde ne buyururlar ki:

Zeyd dese ki "Mısır'da, câmi'-i Müeyyediye kurbunda medfun olan şeyh İbrahim Gülşenî, ve ana mürîd olanlar, ve i'tikâd edip muhabbet eyleyenler külli­yen mülhidlerdir, ve zındıklardır. Merhum Çivizâde fetvası bu hususta bize kâfidir. Anların imametleri caiz değildir, ve anlara i'tikâd eylemek hatâdır, ve ana mensub olanlar dâll ve mudili ve zebîhaları haramdır dese, Amr bu mukabelede dese ki "bu sözü mutlak söyleme, beyt: hadîs-i şerîfiyle amel evlâdır. Bu kavmin kül­lisi sen dediğin gibi değildir. Zira şeyh İbrâhim’i gördüm, mirâren nasihatini dinledim. Ol aziz ehl-i sünnet i'tikâdı üzre idi. Ve 'âbid ve zâhid ve ehl-i takva ve hak yolunda âşık ve sâdık idi. Ve müslümanları hevâ-i nefse tâbi' olmadan nehy edip, şer'-i serîf muktezâsı ile 'amel eyleyip, selef-i sâlihîn tarîki üzre halkı doğru yola irgâd eyle­mekte cidd ü himmetin sarf eder kimse idi. Hattâ Pâdişâh hazretle­ri (zâdellâhu ömrehu) canibinden ol azîzi Mısır'dan İstanbul'a ge­tirdiler, ahvâli kemâyenbagî tefahhus olunup cemî' etvârı şer'-i şerîfe muvafık bulunmuştur. Çivizade yalnız anıtı hakkında bed-gümân olmamıştır, şeyh-i ekber Muhyiddin-i Arabî ve şeyh Ömer İbn-ül Farız ve Molla Hudâvendigâr (kaddesallahu esrârahum) ve sair meşâyihten çok kimselere sû-i zan etmiştir, anın re'yi bize delil olmasa olur, zira mutlak söyleyip, selb-i küllî eylemiştir. Bu taifenin içinde hod zahiri ve bâtını şer'-i şerîfe muvafık, sünnî ve dindar ve ehl-i sülük ve perhizkâr nice 'âbid ve zâhid ve âlim ve nâsih mü'min ve müttakî kimseler vardır. Ve anlara i'tikâd edip muhabbet eden müslümanlar hadden birun ve 'adedden efzundur. Eğerçi ol 'azîze mensub geçinenlerin arasında mülâhide Var ise, an­lara ne i'tibar, şeyh İbrahim kendi 'arif ve kâmil ve vera' ve tak­vaya ve ilm-i ma'rifete mail olmakla, mürîd olanlarda akidesi pâk kimseler çok, ve zahirî şer'a muhalif kavilleri ve fi'illeri olmayan halîfelerine ve muhiblerine ve mürîdlerine sû-i zan etmek lâyık değildir" dese bu hususta Amrın sözü mâ'kûl ve makbul müdür, ve yâhud Zeydin sözü hak olup şeyh İbrahim ve ana mensub olan­lar bi-1-külliyye tarîk-i sedâddan ve istikâmetten ma'zûl müdür, bu hususta re'y-i sâ'ibiniz ne veçhiledir? Şâfî cevap buyurup, in­şallah me'cûr ve müsâb olasız.

Elcevap: Ehl-i sünnet ve cemâ'at i’tikâdı üzre olup, şer'-i şerîf muktezâsınca "amel edip, selef-i sâlihîn tarîkine sâlik olan kâinen mâ kân makbuldür. Şeyh İbrâhimlidir demekle anlara dahi ve ta'arruz caiz değildir. [1021]

 

IV. Bedreddin Simâî

 

969. Mes’ele: Şeyh Bedreddin Simâvî ki "Varidat" sahibidir, "tek­fir etmeyip la'net etmeyen kâfirdir" diyen Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: "Anın müridlerinden olan kâfirlerdir" demek lâ­zımdır. Şâir kefere gibi adın anmayıp la'net etmeyip kendi hâlin­de olan müslüman kâfir olmaz. [1022]

970. Mes’ele: Semâvetlü taifesinden bir taife, şurb-i hamr ettik­lerinde biri birinin avretlerini icazetleri ile tasarruf eyleseler, meşhurlara ne lâzım olur?

Elcevap: Katil lâzımdır. [1023]

971. Mes’ele: Zeyd-i naibin "ehl-i sünnet ve cemâ'atten olan, şeyh Bedreddin dervişlerini, kim ki evine kondurup konuk edinirse ta'zır edip cerime hükm edin" dese şer'an dürüst olur mu?

Elcevap: Bed-namlık ile meşhur olan Semâvenli taifesinden ise, anlara meşrudur. Amma konağı ta'zîr olunup cerime alınmak meşru' değildir. [1024]

 

V. Karamanlı Şeyh

 

972. Mes’ele: Mahrûsa-i İslâmbolda emr-i şer'-i şerîf üzere kati olunan Karamanlı Şeyh demekle ma'ruf olan şahsın, katli îcâb eden sebeb-i şer'î ne idüğü, hin-i teftişte hâzır olmayan ehl-i İslama be­yan buyurup müsâb olalar.

Elcevap: Zarûriyât-ı dinden olup, nusûs-i kâtı'a ile sabit olan ahkâm-i şerî'at-i şerîfeye inkâr ile zındık idüğü, ve Hazret-i Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) cenâb-i rifatlerini tahkir vec-hi ile zikr ettiği tarîk-i şer'î ile sabit olduğu için kati olunmuştur. [1025]

973. Mes’ele: Zındık olanın ve seb edenin İslâmı ve tevbesi îmam-ı A'zara katında makbul olup, katilden halâs olur.  Şahs-ı mezkûr mirâren tecdîd-i îman ve tevbe etmiş iken halâs olmadığının bâisi nedir?

Elcevap: Zındıkın tevbesi kabul olunmak B kabl-el-ahz vâki oluncaktır. Tutulduktan sonra vâki' olan tevbeye i'tibar yoktur. Şahs-i mezbûrdan ne ki vâki' olmuştur, ba'd-el ahz vâki' olmuştu. Seb edenin İmâm-ı A'zam katında eğerçi İslâmı ve tevbesi ile vücûb-i katil sakıt olur, amma şâir eimme-i din katında hâli üze­rine bakîdir. Kudât-i memâlik-i mahmiye, umûr-i dinde mubâlât etmeyenlerin tevbelerine i'tibar etmeyip şâir eimme mezheblerince katillerine hükm etmeğe me'mur ve me'zunlardır. Ba'd-el-hükm ol cihetten dahi vücûb-i katil ittifakı olur. [1026]

974. Mes’ele: Bu hususta hükm eden hâkim hanefî mezheb olup kendi mezhebin 'amden terk edip, şâir eimme mezhebleri ile hükm edicek hüküm nafiz olup bil-ittifak katli vâcib olur mu?

Elcevap: İmâm-i A'zam katında tevbe ve İslâmla sakıt olan, vücûb-i katildir, cevâz-i katil değildir. Şâir eimme re'yleri ile 'ame­len kati olunmak caiz idüğü, ve hükm olunduktan sonra hatmen vâ­cib idüğü îmam-ı A'zam katında mukarrer ve müsellemdir. Hükm eden hâkime hanefî olmak sarar eylemez. Hattâ hakim-i hanefî müctehid olup, îmam-ı A'zam re'yinin sıhhatine i'tikâd ve kuvvet-i deliline kemâl-i i'timad üzerine iken dahi, şâir müctehidîn kavli ile amel edip, kendi mezhebinin hilâfına hükm eylese, imam Ebû Yûsuf katında eğerçi hükmü nafiz değildir, amma îmam-ı A'zam’dan ezhar rivayet üzerine nafizdir. Kibâr-i meşâyıh-i hanefiyeden imam Halil Ebû Bekr Muhammed İbn-ül-Fazl Buhârî ve İmam-i Mecid sadr-i şehîd bunu ihtiyar etmişlerdir. Meşâhr-i kütüb-i fetâvâda fetva bunun üzerinedir. [1027]

975. Mes’ele: Şahs-ı mezbûra isnâd olunan ekâvîl-i bâtılanın, her biri bir zamanda sâdır olmak üzerine şehâdet ollundu, şühûdun zamanda ve mekânda birbirlerine muhalefetleri şehâdetlerine ha­lel verir mi?

Elcevap: Zamanda şehâdete halel vermek, şehâdet olunan, nesne darb ve katil ve gasb gibi ef'âl kabilinden olucaktır. Akval makûlesinden olucak zamanda ve mekânde ihtilâf şühüd şehâdetlerinde kâdih değildir. [1028]

976. Mes’ele: Ol ekâvîl-i bâtıla şahs-i mezkûrdan sudûru ile, edâ-i şehâdet mabeyninde çok zaman geçmiştir. Şahidin hududa tekâ-dümle şehâdeti kabul olunmaz. Bu maddede kabul olunmağın vechi nedir?

Elcevap: Şahs-i mezbûrun katli, eğerçi sebbiledir, eğer zındıka iledir, eğerçi imam Şâfi'i mezhebince hadden katildir. Amma anın katında tekâdümle şehâdete halel gelmez. Zmdıka ile katil îmam-ı A'zam katında hadden katil değildir ki tekâdüm şüphe­siyle sakıt ola, belkî irtidad tarihiyledir. Tevbesi ba'd-el-ahz olmağın menzile-i 'ademde kılınmıştır. Te'hîr-i şehâdetle şühûdun adaletlerine halel gelmek, eğerçi kütüb-i fetâvâda mesturdur. Amma kibâr-ı meşâyıh-i hanefîden imam Ebu-l-Kâsım Saffâr "te'hir ile şehâdetlerine halel gelmez makbuldür" deyu ihtiyar etmiş­tir. Hususan şâhidler bu babda te'hîr-i şehâdete a'zâr-i makbule beyan etmişlerdir. [1029]

Bu Hususta: Ba'zı kimseler "ulemâ ta'assub ettiler, zulmen kati ettiler" deseler anlara ne lâzım olur?

Elcevap: Eğer ol kimseler, ol şahsın mesleğini hak i'tikâd-edip, 'ulemâ sülük ettikleri tarîk-i hakkı zulm i'tikâd ederlerse zındıklardır, tevbeleri kabul olunmaz. Re'islerini ahz kendileri­ni ahz hükmündedir, cemî'an kati olunmak lâzımdır. Eğer öyle i'tikâd etmeyip "şer'le zuhur eden umurun mûcebi katil değil idi, kati etmek zulümdür" derlerse kâfir olurlar, zevceleri bâinlerdir, îmana gelmezler ise katilleri mubahtır. Eğer böyle dahi demeyip "şühûd gayr-i vâki' zulmen ve ta'assuben şehâdet ettiler" derler ise, tezkiye ve ta'dîl olunup şeri'at-i şerife kabul ettikten sonra anlara ta'n etmekle, ta'zîr-i beliğ ve habs-i medîd lâzım olur. [1030]

 

VI. Hakîm İshak

 

977. Mes’ele: el-âyeh. Hakîm Ishak ehibbâsından olan Zeyd ve Amr ve Bekr âyet-i kerîmede zikr olunan ibareti ile istidlal edip "hâliyâ, yehûd ve nasâra ellerinde Tevrat ve İncil inzal olunduğu üzerinedir, asla tağyir olunmaz" diye i'tikâd eyleseler. Tevrat adına hâliya yehûd ellerinde olan kitabda hasret-i Lût (aleyhis-selâm) hakkında -hâşâ- "sekran olup kendini bilmez iken kızları­na zina eyledi" deyu mestur olup, Kur'an-i 'azîme muhalif ve münâkız nice nesneler olsa, vech-i meşrûh üzere i'tikâd edip musir olan kimselere ne lâzım olur?

Elcevap: Bebb-i sarîh ve cehl-i kabîhdir. Israr ederler ise bi-l -ittifak katilleri lâzımdır. Tevbe-i sahîha edip imanlarını tecdîd edicek bizim eimme katında katilden halâs olurlar, şâir eimme mezheblerince hadden kati olunurlar. [1031]

 

VII. Oğlan Şeyh

 

978. Mes’ele: "Sabıktan kat olunan Oğlan Şeyh dedikleri şahıs, zulmen'katl olundu" diyen Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Anın mezhebinde ise kati olunur. [1032]

("Sûfîler" bölümünde 349 numaralı fetvada bahsi geçen vaiz, Oğlan Şeyh'dir. Oraya bakınız.)

 

19- GARİP VAK'ALAR

 

I. Nazar

 

979. Mes’ele: Bir kasabada sakin olan Zeydin nazarı, gayet bir vâfir olup, her neye ki nazar eylese "ne hoş nesne olur" dese elbette helak olmak mukarrer olup, hatta bir pınar pâk olunurken nazar edip "ne vâfir suyu var" dediği gibi pınarda su kalmayıp asla, ve nalband dükkânında iki öküz dururken "ne ra'nâ nesneler olur" deyu nazar edip dedikde, biri fi-l-hâl helak olup, biri eve vardığı gibi helak olup, ve sabuncunun sabun küpüne nazar ettiği gibi iki pare olup, kırk filorilik ziyan olsa. Bunun gibi nice maddeleri olduğun­dan ehl-i kasaba mütezarrir olsalar ne lâzım olur?

Elcevap: Hak teâlâ hazretine tevekkül ve tazarru' edip, şer­rinden isti'âze edip, dâima münâcât üzre olmak lâzımdır. Mercû-âur ki Hak subhânehû ve teâlâ ehl-i İslâm’ın du'âsın kabul edip şer­rinden halâs eyleye. [1033]

 

II. Hortlak

 

980. Mes’ele: Bazı kimseler fevt olup defn olunduktan sonra, kab­rinde kefenin yudup, a'zâsına kan gelip, bedenini humret ihata et­miş bulunsa, bu vech üzere olmasına bir sebep var mıdır?

Elcevap: Vâki' ise, müessir Hak te'âlâ hazretinin irâdet-i şerîfesidir. "Hayatında a’mâl ve ahlâkta kendine    müşârîk nüfûs-i şerîrenin ba'zı cesedine ta'allûk edip efa'îl-i dâireye âlet edinir’ demek vardır. Kudret-i rabbaniyyeden ba'îd değildir. [1034]

Bu Surette: Vech-i meşrûh üzerine bulunduğu takdirce, zikr olunan meyyit nice olmak gerektir?

Elcevap: Örte komak gerektir, müslim adına ise zararı olmaz. [1035]

Bu Surette: Ba'zı kimseler makberes inden çıkarıp ihrâk et­meğe ger'an kadir olurlar mı?

Elcevap: Olmazlar. [1036]

981. Mes’ele: Rumelirtde, Selanik tevâbi'inden bir karyede, nasâra taifesinden bir kâfir mürd olup, gömdüklerinden bir kaç gün mü­rur ettikten sonra nısf-i leylde akrabasının ve gayrın kapılarına gelip "bre filân gel seninle falana gidelim" deyip, yarınki gün ol kâfir dahi mürd olup, ve bir kaç günden sonra birine dahi nida edip, ol dahi mürd olup, ve-l-hâsıl bu üslûb üzerine hayli kâfir mürd olduklarında, keferenin böyle kırıldıklarını görüp, ehl-i İslâm’dan ol karyede sakin ba'zi kimseler, vehimlerinden firar etmek dilese, şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Olmaz, ale-l-husus ki bu, kasaba-i küffar hususun' da müsâhere ettiklerinden sonra, mü'mine lâftın olan emrin mâlik -ül-umûra tefviz etmektir. [1037]

982. Mes’ele: Husûs-i mezkûrun hikmetin ve illetin ve define olan çarenin işaretin beyân ve iyân buyurmak bâıs-i ecr ile ihsan buyurula.

Elcevap: Bu makûle ''umurun hikmet ve illetini beyânda li­san âciz ve ezhân hasıradır, ve erbâb-i tahkikin ettikleri beyân tatvîline mahal müsâid değildir. Define çâre oldur ki:

Vâki' oldu­ğu gün varıp evvel mücerred bir asâ bile, bi-haseb-it-teyemmün göynüne vâsıl olacak yere kakalar, me'mûldür ki mündefi' ola. Eğer olmazsa, levninde humret olacak olursa başın kesip ayağın canibi­ne atalar. Ba'zı mevzi'de beyân olunmuştur. Nice kabre koyup ol hâl üzre bulursa, boğazlayıp hâli üzerine koyalar. Eğer tegayyür-i vaz' etti ise başın kesip ayağı ucuna koyalar. 'Ala külli hâl bu mer­tebeler ile mündefi' olmazsa, çıkarıp ihrâki bi-ni-nâr edeler. Selef-i sâlihîn zamanlarında ihrâk kirâren ve dâren olmuştur. [1038]

 

III. Hilkat Garibesi

 

983. Mes’ele: Zeyd zevci Hindden doğan Zeynebin, sağ canibi si­yah olup lihye misâl uzun kılları oldukta, ba'zı kimseler "eseri-i cindir" deyu dahi eylese, vâkı'â eser-i cin midir, yoksa 'alâmet-i hayr mıdır?

Elcevap: Bâtıl söylemişler, ealâmet-i hayrdır. Nice bunun em­sali vâki' olmuştur. Öyle deyenlere teybe ve istiğfar lazımdır. [1039]

984. Mes’ele: Bir şahsın, ferci hem zekeri olup, ikisinden birden tebevvül eylese, lâkin birinden çok gelse, i'tibar çok gelene mi olur?

Elcevap: İ'tibar olunmaz, müşkildir. [1040]

 

20- FAL VE EĞLENCELER

 

I. Fal

 

985. Mes’ele: Zeyd-i müslim "peygamber falıdır" deyu, müslümanlara fal açıp mukabelesinde aldığı akça helâl olur mu?

Elcevap: Olmaz. [1041]

986. Mes’ele: Zeyd-i imam "Tâli-i Mevlûd" kitabın açsa imameti caiz olur mu?

Elcevap: Bir müteşerri' kimse bulunursa imamet ana veril­mek evlâdır. [1042]

987. Mes’ele: Kur'an-ı azîm falı açmak 'âdeti olan müezzinin, 'âdil olduğu takdirce imameti caiz olur mu?

Elcevap: Min ba'din teeddüben terk ederse olur. Olur olmaz niyet için Kur'an-ı azîm tefe'ül edilmez. [1043]

988. Mes’ele: İlm-i remilde mahareti ve iştiharı olan Zeyd-i rem-mâle, ba'zı kimseler varıp remi ettirdikte, Zeyd dahi "bu ilmin kavâidi üzere, remil şunu ve şunu beyân eder" deyu asla nesne hükm eylemese, şer'an remmâle varanlara nesne lâzım olur mu?

Elcevap: Olmaz. [1044]

 

II. Satranç Ve Tavla

 

989. Mes’ele: Zeydin abdesti var iken satranç ve tavla oynayıp, tek­rar abdest almadan ve elini yumadan kalkıp namaz kılsa şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Elini yumak evlâdır, abdest almak dahi evlâdır, oynamamak din ve dünya sa'adetidîr. Hak hazreti müyesser buyura. [1045]

990. Mes’ele: Zeyd bir kaç kimse ile Ramazan, gününde satranç oynarken, Amr gelip oyunların bozup, içlerinden biri "neyledin" deyu Amra söyledikte, Amr dahi hiddet ile üç kere "kâfir oldun" dese. Zeyd dahi "estağfirullah neden kâfir oldum" dese, Amra ne lâzım olur?

Elcevap: Nehy-i münkeri dahi nıkfla etmek gerektir bu mik­tar telgît (taglîzf) etmek ısrara ve inada bâis olur. [1046]

Bu Surette: Amr, Zeyde "hınzır eti yiyen oruç tutar mı" de­se, Zeyd de "hınzır eti yiyen kimdir" dedikte, Amr "sen yâ hınzır eti yemişsin yâ satranç oynamışsın" dese ne lâzım olur?

Elcevap: Eğerçi hazret-i Ali (kerremallahu vecheh)  bir ke­re bunlar gibi oynayan taife gördükte, 'abede-i esnam hakkında vârid olan âyet-i kerimesini okumuşlardır. Amma mehmâ emken nıkfla nasihat etmek evlâdır, [1047]

Bu Surette: Zeyd ile Amr çekişip fârig olduktan sonra, Bekr kavgaya bâis olan Zeyde "kavganın aslı ne idi" deyu su'âl eyle­dikte, Zeyd-i mezkûr hiddet ile üç defa Bekre "dîniniz gitti" dese ne lâzım olur?

Elcevap: Ramazan gününde anın mühmel işe mübaşeretine nasihat ve münker eden Amra muhalefet etmekle kanâ'at etmeyip, Bekre ve Amra "dininiz gitti" demek "nehy-i münker etmekle din gider" demektir, küfr-i sarihtir. Tecdîd-i îman ve tecdîd-i nikâh lâzımdır. [1048]

 

III. Karagöz

 

991. Mes’ele: Zeyd-i hatib ekâbir meclisinde vâki' olup, gece ile hayâl-i zil dedikleri oynayıp, define kadir olmayıp ve kalkıp gi­demeyip, iğmâz-ı ayn edip, sabah istiğfar eylese, şer'an nesne lâ­zım olur mu?

Elcevap: Hitabeti, Bak te'âlâ hazreti 'azamet ve heybetin ol ekâbir dediği hakir kulunun 'azamet ve heybetinden gâlib bilip ana göre 'amel eder bir müslime verilmek lâzımdır. [1049]

992. Mes’ele: Bir gece bir meclise hayâl-i zil oyunu getirilip, imam ve hatib olan Zeyd ol mecliste bile olup, oyun âhirine değin bile seyr eylese, şer'an imametten ve hitabetten azle müstehak olur mu?

Elcevap: Eğer ibret için nazar edip ehl-i hâl fikriyle tefekkür ettiyse olmaz.

993. Mes’ele: Hayâl-i zil için ba'zı ehl-i basiret demiştir. Hem "mahall-i ibrettir" deyu bu­yurduğu vâki' midir?

Elcevap: Vaki'dir. Erbâb-i besâir-i selîmeye ibret-i acibedir, [1050]

 

IV. Kıssahan

 

994. Mes’ele: Kıssahan olan Zeyd, Resûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem) in ammi olan hazret-i Hamzaya ba'zı kizbler isnâd edip "anın asrında bir kâfir pâdişâhı -neûzübillâhi te'âlâ- ulûhiyyet da'vâsın eyleyip, cenneti var idî" deyip, ol mel'unun ağzından -ne'uzübillâh- "ben Hamzayı âsî yarattım hikmetim böyledir, fi­lân pehlivanı mutî' yarattım o benim cennetime dâhil oldu" deyip "hazret-i Hamzanın Kasım ve Bedî' olup iki oğulları var idi" de­yu birbirine hasım eyleyip, cenk ettirip, müstemi' olan ba'zı Bedî'e ve ba'zı Kasıma meyl edip biribirlerine bu'z ü 'adavet eyleyip, mezkûr Zeydi istimâ' ederlerken ba'zı ikindi namazın ve ba'zı akşam namazın terk edip, ve ba'zı vakt-i mekruhta namaz kılsalar. Vech-i meşrûh üzre cem'iyyet eden Zeyde ve dâima va­rıp istimâ' edenlere ne lâzım olur?

Elcevap: Hâkim Zeydi ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd ile if­tiradan men' edip, idlâl ettiği ehl-i hevâ ve dalâl dahi tevbe ve istiğfar edip, kendi hallerinde olmak lâzımdır. [1051]

 

V. Çalgı

 

995. Mes’ele: Tabi ü nakkarenin mücerred cihad için makâmât üzre ta'lîm ve ta'allümü şer'an caiz olur mu?

Elcevap: Asla gayrı garaz muhâlit etmeyicek makâmât üz­re ta'düüm lâzım olmaz. [1052]

996. Mes’ele: Bir kasabanın şeyhi olan Zeyd, "çalgılı düğüne va­rıp, ta'âm önünce giden ve peşkir çeken kimseler, kendiler kâfir ve avretleri bâindir" dese şer'an Zeyde ne lâzım olur?

Elcevap: Çalgılı olduğuyçün der ise, ve çalgı çaldıranlar ve lu'b ü lehv ettirenler, istiklâl tarîki ile ederler ve ettirirler ise, şeyhe nesne lâzım olmaz. Amma rıfkla nasihat evlâdır. [1053]

997. Mes’ele: Mahall-i fıskta çalgı çalan Zeydin çalgı âletini, Amr-i sâlih vurup paralasa ne lâzım olur?

Elcevap: Sevâb-i azîm ile müsâb olur bi-fazlillâhi (azze ve celle âlet-i habîsenin ağaçlığı hâlinde kıymetin vermek dahi lâ­zım olmaz. Fetva bu kavil üzerine. [1054]

998. Mes’ele: Zeyd-i muslini çalıcı olup, kefereye kopuz çalıverse, ana ne lâzım olur?

Elcevap: Ta'zîr-i şedîd ve habs ile zecr lâzımdır. [1055]

999. Mes’ele: Bir hatun sazende olup, kimi kendinin ve kimi âharm cariyelerine saz ta'lîm eylese, kimse ile kavgası olmasa, mücerred ta'lîm etmekle mahallesi halkı mezbureyi mahalleden ihraca kadir olur mu?

Elcevap: Şer'le kadirlerdir. [1056]

 

VI. Güreş

 

1000. Mes’ele: Güreşçiler güreşirlerken tasliye ettiklerinde kera­het var mıdır?

Elcevap: Kerahet muhtemeldir. Temâşâcı kesîr için ve lehve halkı rağbet için tasliye küfürdür. [1057]

 

VII. Canbaz

 

1001. Mes’ele: Bir şehirde canbaz oynamaktan hâkim men'  eylemese, hâkime ne lâzım olur?

Elcevap: Nehy-i münker üzerine vâcib iken etmeyicek, ism-i azîm ile âsim olur. [1058]

 

LÜGAT

 

A

Âba: Babalar.

Abede-i Esnam: Puta tapanlar.

Abes: Boş, beyhude, faydasız.

Abhâne: Hela.

Abık: Zorlayıcı ve haklı bir sebebi ol­madan efendisinin yanından kaçan köle.

A'câm: Acemler, İranlılar.

Âdem: 1. Adam,  İnsan.

2. Hz. Âdem.

Agnâm: Hayvanlar üzerinden alman vergi. Çeşitli zamanlarda alman yedi çeşit agnâm vardı.

Ahar: (hı) Başka, diğer.

Ahbes: En kötü, en pis, en habis.

Âhîk: (hı) Son, akıbet.

Ahir: (ayın, elif, he)  Zina eden.

Ahyânen: Bazen, arada sırada.

Ahz: 1. Almak. 2. Yakalamak.

Akar: (kaf) Para getiren mülk. Ev, han, dükkân, bağ ve tarla gibi.

Akça: Eskiden para birimi olarak kullanılan küçük gümüş sikke. Değeri ihtiva ettiği gümüş miktarına göre değişmiştir. Kuruş'un birim olarak kabu lü İkinci Süleyman zamanındadır. (1687- 91).

Akdem: Daha önce.

Aktlzâif: Kendinden geçmiş.

Âkîl: (kaf) Akıllı.

Akim: (kaf) Kısır, neticesiz.

Akrab: Çok yakın,

Akvâ: (kaf)  Daha kuvvetli

Ala Külli Hâl: Her halde, nasıl olursa.

Ala Melein Nas: Halk arasında, alenen.

Ala Senetin Vahidetin: Bir se­nelik.

Alaim: Alâmetler, işaretler.

Alâim-i Küfr: Küfr (bkz.) alâmet­leri. Kâfir olduğunu anlatan deliller, işaretler.

Alânîyeten: Açıkça.

Alay Beyî: Zeamet sahibi. Bkz. Timar.

A'lem: Daha âlim, daha çok bilen.

Âlem-i Şehadet: Görülen âlem, maddî varlıklar. Dünya.

Âlemi Tekliften Münsellh Ol­mak: Maddî varlıklar âleminden, sıyrılıp çıkmak. Cezbeye gelip coşarak, akıl ve şuurla ilgisi kalmamak. Bu su­retle dinî teklifler (farzlar, haramlar) altında bulunmamak.

Âlempenâh: Dünyanın kendisine-iltica edip sığındığı. Osmanlı padişahı.

Ale-i Tafsil Ve-l Tatvil: Tafsi­lâtlı ve uzunca olarak.

Aleyhîr Rahmeti Ver-Rıdvân: "Allah'ın rahmeti ve rızası ona olsun" yerinde dua.

Al-i Resul: Peygamber soyu.

Amden: Haksız yere ve kasden.

Amel-i Kavm-i Lüt: Cinsî sapıklık, livâta. Lût Peygamberin, ıslah için gönderildiği millet bu günâhı işliyordu.

Âmil: 1. Amel eden, iş yapan.

2. Vali.

3. Osmanlılarda, ehl-i örf denilen ida­re memurlarının aşağı rütbede olanla­rına da bu isim verilmişse de yayılmamıştır.

Âmme-i Memalik-i İslâmîye: Bü­tün İslâm memleketleri.

Amr: Fetva metinlerinde erkeği, tem­sil etmek üzere kulanılan umûmî isim­lerden biri ötekiler: Zeyd, Bekr, Beşr, Hâlid.

Ana: Ona.

Anveten Fetih: Savaşarak bir ye­rin fethedilmesi. Zor ile zapt etmek.

Arab Şerbeti: Hastayı terletmek için kullanılan baharatlı şerbet. Müskir değildir.

Arak: 1. Ter. 2. Rakı.

Arayıcılık: Deniz kenarına dökülen süprüntülerde ve yangın yerlerinde kıymetli şeyler arayan "Arayıcı esna­fı" nın mesleği.

Arazî: Yer, memleket. (Osmanlı ida­re teşkilatındaki taksimatı için, bkz. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimle­ri Sözlüğü, e. 1, s. 63-79).

Arz-ı Emiriyye: Devletin malı olup, fertere kiralanan arazi. "Arâzi-i memleket, Arâzi-i havz, Arâzi-i bey-tiilmal, Arâzi-i sultanîye" isimleriyle de anılır. Has, Timar, Zeamet arazisi. .

Arz-ı Hakacî: Müslümanlar tarafınden kılıç ile (anveten) feth olunduğu halde gayri müslimlerin elinde bırakı­lan veya sulh ile alınıp da bir vergi konularak gayri müslimlere terk olu­nan arazi. Bkz. Haraç.

Arz-ı Havz: Bkz. Arz-ı emiriyye,

Arz-ı Öşri: Müslümanlar tarafından feth edilerek mücâhitlere veya diğer müslümanlara verilmiş olan arazi. Bkz. Öşür.

Artık: Fazla.

Asâkîr-i Muvahhîdîn: Muvahhid askerler, Allah’ı birleyen askerler. İs­lâm ordusu.

Asâr-i Zahire: Göze görünen eser­ler.

Asim: Günah ve kabahat etmiş olan. Suçlu, günahkâr.

Asîtane-ı Devlet: Devlet kapısı. Saltanat merkezi, İstanbul.

Ashâb: 1. Sahipler, mâlik olanlar.

2. Hz. Peygamberi görmek şerefine ermiş müslümanlar.

Asr: 1. Asır, yüzyıl.

2. İkindi vakti.

Aşar: Öşürler.

Atik: (Kaf) 1. Eski

2. Azat olmuş veya edilmiş köle veya câriye. Cari­yeye “atika” da denir.

Avarız: İcap ettikçe konan vergiler.

Avret: 1. Kadın, dişi, karı, zevce.

2. Gösterilmemesi gereken yer.

Atabe-i Ulya: Yüce eşik. Padişa­hın huzuru.

Avende Ve Kevende: Gelen gi­den, ziyaretçi.

Ayîn: Görenek, âdet, usul, ibadet tarzı.

Azad: Köle veya cariyenin sahibi tarafından serbest bırakılması, hür kıl­mak.

A'zar: Özürler, bahaneler.

B

Bac: 1. Halktan alman öşür ve ha­raç, tüccarlardan alman temettü res­mi ve gümrük rüsumu v.s. den iba­rettir.

2. Kudretli hükümdarın zayıf olandan aldığı vergi.

Bac-i Bazar: Pazar yerinde malını satan tüccardan alınan vergi.

Ba'de Zamanın: Bir zaman sonra.

Ba'd-Ed Duhûl: Duhulden (bkz.) sonra.

Ba'd-El Îdde: îddetten (bkz.) son­ra..

Ba'dehu: Ondan sonra.

Badî Azlemdîr: Sebep olan daha zâlimdir.

Bâgî: Veliyyülemr'e (bkz.) kendisin­ce doğru olan bir sebebe dayanarak, aslında haksız yere isyan eden kuv­vet   sahibi müslim.

Ba'îd: Uzak. Alâkasız.

Baîn: Bkz. Talâk-i bâin.

Baliğ: Buluğa (bkz.) ermiş erkek çocuk. Kız ise: Eâliğa.

Bâri: Yaratıcı, Allah.

Bâtıl-l Mahz: Tamamen boş ve bey­hude.

Batman: Mayiler ve hububat için bir ölçü. Yerine göre iki okkadan sekiz okkaya kadar çeşitleri vardır. Bir ok­ka 1 kg. ve 283 gr’dır.

Batnen Ba'de Batnîn: Soydan soya, nesilden nesile.

Bedgîrdar: Kötü işli.

Bengüman: Fena şüphede bulu­nan.

Bednam: Adı kötüye çıkmış, rezil.

Bedel-i Hal': Bkz. Hal' okuşmak.

Bedel-l Kitabet: Kölenin kitabet (bkz.) mukabilinde sahibine ödemeyi teahhüt ettiği mal. Bedel-i mükâtebe.

Ber: 1. Toprak, kara.

2. Hayır işleyen.

Berat Namazı: Şaban ayının on beşine tesadüf eden Berat gecesinde fazla olarak kılman yüz rekât namaz.

Berhurdar: Hisse ve nasibi olan, devlet ve ikbâle eren.

Berk: (kef) Yaprak, (kaf) Şimşek.

Berkîtîb: Sıkıca bağlayıp, Sağlamlaştırıp, takviye edip.

Berş: Afyon şurubu ve keten yapra­ğı ile yapılan sarhoşluk verici bir çe­şit macun.

Ber Vech-i Maktu': Muayyen bir bedel karşılığı olarak

Beşr: Fetva metinlerinde erkeği tem­sil etmek üzere kullanılan umûmî isim­lerden biri. Ötekiler: Zeyd, Amr, Bekr, Halid.

Bey': (ayın) Satmak, satış.

Beyt-i Mukaddes: Mukaddes ev.

1. Kudüs.

2. Kudüs camii: Mescid-i Aksa.

Beyt-Ülmal: İslâm hükümetinin mâ­liye hazinesi. Beyt-ülmâl-i müslimîn.

Beyt-Ülmâlcî: Yeniçeri ocağı efra­dından ölenlerin mirasının vârisler ara­sında taksimi, vârisi küçükse kalan paranın işletilmesi, yoksa, paranın Beyt-ülmâle gönderilmesi gibi işleri ya­pan vazifeli.

Beyyîne: Delil.

Beyzâ:1. Çok beyaz.

2. Yumurta.

Bı-Günah: Günahsız, kabahatsiz.

Bî-Haseb-İş Şer'-İş Şerif: Mukad­des şeriat gereğince.

Bi-Namaz: Namaz kılmayan.

Bî-Nefsihâ: Kendisi.

Bid'at: Dinin, îman ve ibâdet husus­larında, aslında bulunmadığı halde sonradan ihdas olunan şeyler.

Bid-Defeât: Defalarca.

Bîhte: Zayıf, esir.

Bîla-Gasl: (ölüyü) Yıkamadan.

Bîka': (kaf) Yerler, topraklar, ülke­ler.

Burun: Dışarı, dışarıda.

Bulüg: Erkek ve kız çocuklarının, tenasül kabiliyeti kazanmaları. Bâlig ve bâliga olmak. Çocuk buluğdan son­ra dînî emirleri yapmakla mükellef olur.

Butlan:  Boş ve bâtıl. Yanlış olarak.

Bür': Kurtulmak.

C

Cari: Bkz. Câbî-i vakıf.

Cabi Vakıf: Vakıf gelirlerini toplamaya memur kimse, vakıf tahsilda­rı.

Caiz: Şeriat ölçüleriyle yapılması ser­best ve doğru olan.

C'anbaz: Canını tehlikeye koyan. Canbazlık eden.

Canıb: Taraf.

Car: Kadınların tesettür maksadiyle büründükleri örtü, çarşaf. Önceleri bü­yük bir tek parça hâlinde idi.

Câriye: Bir müslümanın malı olan genç veya yaşlı köle kadın.

Cebehane: Silâh ve harp malzeme­sinin saklanıp korunduğu yer. Cebe: Zırh.

Cebren: Zorla cebr ederek.

Cehele-1 Küttab: Cahil kâtipler.

Cehr: Aşikâr olmak. Sözü açıktan söylemek. Yüksek sesle okumak.

Cela: Memleketinden ayrılmak, gur­bete düşmek.

Cemaat-i Saniye: İkinci cemâat.

Cemaat-i Ülâ: İlk cemâat. Ezandan sonra birlikte kılman namazın cema­ati.

Cem' Olmak: 1. Bir araya gelmek, toplanmak.

2. Zifaf olmak, kadınla erkeğin birleşmesi, cima'.

Cemîan: Topluca, hep beraber.

Cemm-i Gafîr: İnsan kalabalığı.

Cer: Medrese talebesinin üç aylarda etrafa dağılıp, Kur'an okuyup vaaz ederek geçimlerini temin edecek ma­lı  toplamaları.

Cerh: Baş ve yüz kısmından başka uzuvlardan herhangi birini yaralamak.

Cerrar: Cerre çıkan kimse. Bkz. Cer.

Cevanib: Canipler, yanlar, çevre, et­raf.

Cezbe-i İlahîye: İlâhî bir his ile coşarak kendinden geçme hâli.

Cîbâyet: 1. Büyük vakıfların ayrı vazifeliler (câbî) tarafından idare edi­len kısımları. 2. Vakfa ait paraları toplama vazifesi (cihet).

Cibril: Cebrail. Peygamberlere Al­lah'ın emirlerini tebliğ eden melek.

Cidd: Ciddîlik. Bir işi gerçekten yap­mak.

Cihad: Müslümanın malını ve canını feda ederek ve her çeşit vasıta ile Allah yolunda çalışması ve savaşma­sı.

Cihât: Cihetler. Vakıf müessesesine ait vazifeler. İmamlık, hatiplik, müez­zinlik, kayyimlik, müderrislik, hâfız-ı kütüplük gibi.

Cihaz: Kocaya varan kız için hazır­lanması âdet olan eşya. Çeyiz.

Cihet: Vakfa ait vazife ve hizmet. Ekz. Cihât.

Cîhet-i Fevk: Yukarı taraf.

Cîhet-i İhtisâb: İhtisab (bkz.) Va­zifesi.

Cima: Cinsi münâsebet.

Cîmâ' Lâfzı ile Şetm: Cinsî mü­nâsebet sözünü kullanarak birine sövmek. “Sinkef” ile sövmek.

Cîyef-i Dünya: Dünya cifeleri, pis­liği. Dünya, dünya malı.

Cizye: Gayri müslimlerin mükellef olan erkeklerinden senede bir defa alı­nan  şahıs  vergisi,  haracür  rüûs.

Cünûd: Askerler, ordular,

Cünün: Delilik.

Cüzhan: Namazlardan evvel, Kur'an'dan bir cüz okumakla vazifeli cami hademesi. Kur'an otuz cüz'den ibaret­tir.

Ç

Çarhıya Çıkmak:  Meydana çıkıp savaşmak.

Çeyiz: Bkz. Cihaz.

Çiftlik Rüsumu: Çiftlik vergisi.

Çuka Çakşır: Çuha kumaşından elbise.

D

Dahl: Karışma, tesir etme.

Dahl Etmek: 1. Karışmak, müdâhale etmek. 2. Taarruz etmek.

Dâin: Alacaklı.

Da: (dad) Dalâlete düşmüş, sapıt­mış, hidâyetsiz.

Dalyan: Tutulan balıkların içinde muhafaza edildiği çevrilmiş deniz par­çası.

Dana: Âtim, arif, bilgili.

Dânişmend: Medrese tahsili görmüş kimse. Âlim kıyafetinde bulunan kim­se.

Dar: 1. Ev.

2. Yer.

3. Memleket.

Dâr-ı Hare: Müslümanların elinde bulunmayan yer ve müslümanlarla sulh yapmamış olan gayri müslimlerin ülkesi.

Dar-i İslâm: Müslümanların hâkimi­yeti altında bulunan yerler.

Darb Eylemek: Vurmak, dövmek.

Debbağ: Kösele yapmak için hayvan derilerini işleyen esnaf.

Decâce: Tavuk.

Defter-i Hâkânı: Şahsî tasarruf, timar, zeamet, has, mülk ve vakıfla­rın ve bunlardaki değişikliklerin kay­dını tutup senedini veren dâirenin adı. Tapu.

Delâlet: (dal) Delil olma, işaret et­me, yol göstermek.

Der-ı Devlet: Devlet kapısı.

Der-Mahzen: Mahzende. Mahzene koymak.

Derâhım: 1. Dirhemler

2. Akçalar, paralar.

Derekât-ı Nâr: Ateşin dereceleri, Cehennemin tabakaları.

Devirhan: Camilerde namazlardan evvel Kur'an okumakla vazifeli kim­se.

Devran: 1. Dönerek oynamak.

2. Ba­zı tarikatlerde dervişlerin bir halka teşkil edip dönerek yaptıkları zikir ve âyin.

Deyn: Bir kimsenin ödemek zorunda olduğu bedel,  borç.

Dımışk: “Şam” şehri.

Dirhem: Okkanın dört yüzde biri. Bir dirhem 3,2 gramdır.

Dîrhem-i Şer'î: On dört kırat gü­müş. Orta büyüklükte yetmiş arpa ta­nesi ağırlığı... Zekât, mehir, diyet ve sirkat nisablarında muteber olan bu dirhemdir.

Diriğ: Sakınmak, uzak tutmak, esir­gemek.

Dîyâr-ı Arab: Arap memleketleri.

Dîyâr-ı Şâmiye: Şam ülkesi, Şam.

Dîyet: Yaralama veya öldürme hâlin­de, yaralanana veya ölenin vârislerine, suçlu tarafından bir çeşit tazminat mahiyetinde olarak verilmesi gere­ken mal.

Donanma: Mühim günlerde yapılan şenlik ve eğlenceler.

Duhûl: 1. Girmek.

2. Erkeğin kadın­la cinsî bakımdan tam olarak birleş­mesi, zifaf olmak. Kendisiyle zifaf olu­nan  kadına “medhûlün bihâ” denir.

Düzah: Cehennem.

Dürer: 1. Büyük inci taneleri.

2. Bir fıkıh kitabı. Şeyhülislâm Molla Hüsrev (öl. 1480) tarafından yazılmıştır. Bunun şerhi olan “Gurer” de ayni zâ­tındır.

Düş: Rüya.

E

Eazzalâhü Ensârahu: Allah onun yardımcılarını aziz etsin.

Ebâtîl: Boş, yalan, esassız şeyler.

Eben 'An Ced: Babadan, büyük ba­badan, dededen.

Ebnâ-Yı Sebil: Yolcular.

Ebnâ-Yı Zaman: 1. Zamane çocuk­ları. Bugünün insanları.

2. Dönek kim­seler.

Ebü Cehil: Hz. Peygambere düş­manlığı ile tanman müşrik. Bedir ga­zasında öldürüldü.

Ecel: Kararlaştırılan vakit, müddet.

Ecîl: Sebep.

Ecir: 1. Ücret. 2. Sevap.

Ecr-i Misil: 1. Bir malın kullanıl­masından doğan menfaatin para ölçü­leriyle takdiri.

2. Ehl-i vukufun bir husus  için takdir ettiği ücret.

Ecza: 1. Cüzler, parçalar.

2. Kur'an cüzleri.

Eda-Yi Salât-i Mektûbe: Farz olan beş vakit namazı kılmak.

Edal: (dad) Çok fazla dalâlette olan, çok sapmış olan.

Ed'iye: Dualar, evrad. Devamlı oku­nan dua ve zikir.

Ef'âl-i Şenîa: Kötü işler, hareketler.

Efdal: Daha faziletli, daha iyi.

Efzun: Fazla, çok, yukarı.

Eğerçi: İse de.

Ehab: Çok sevilen.

Ehak: (kaf) Daha lâyık, müstehak.

Ehl-i Bazâr: Satıcı.

Ehl-i Heva: Hevâ ve heveslerine uyanlar.

Ehl-i Hıref: Esnaf.

Ehl-i Şer': Bkz. Meclis-i şer'.

Ehl-i Urf: İdâre memurları hakkın­da kulamlan bir tabir. Daha ziyâde “muhtesib” gibi kânûnî yollardan çok idarî tedbirlerle iş gören ve halkla yakından ilgili vazifeliler. Zabıta. İn­faz memurları.

Ehl-i Zîmmet: Müslümanlardan eman (bkz) almış bulunan gayrimüslimler. Erkeğe “zimmî”, kadına “zimmiye” de­nir.

Eimme: 1. İmamlar (bkz.)

2. Büyük din imamları,  âlimler, müctehidler.

Ekâvil-i Batıla: (kaf) Bâtıl Göz­ler.

Ekl Etmek: Bir şey yemek.

El-Îyâzü Bîllâh: Allaha sığınırız.

Eman: 1. Korkusuzluk, âsûdelik, en­dişeden uzak olmak.

2. Harpte, kork­maması ve hayatından emin olması için düşmana verilen söz.

Emîn-i Evâbık: Sahibinden kaçmış köleler (âbıklar) ile ilgili memur.

Emin-i Mâlî Gâib: Kaybolmuş kim­selerin mallarına bakan memur.

Emîr: 1. Bir yerin reisi.

2. Seyyid (bkz.)

3. Sancak Beyi.

Emirler: 1. Ümerâ. Sancak Beyi (bkz.).

2. Seyidler.

Emr-i Ma'rüf: Ma'rûfu doğru ola­nı emr etmek. Allahm emirlerini ha­tırlatıp, anlatmak. Bkz. Nehy-i münker

Emred: Bıyıkları yeni terlemiş, saka­lı çakmamış genç çocuk.

Emsâr: (sad) Şehirler.

Emsâr-ı Müslîmîn: İslâm şehirleri,

En'am: 1. Kur'anda bir sûre.

2. Bir dua kitabı.

3. At, deve, sığır, koyun gibi hayvanlar.

Enfa': Çok faydalı.

Enkiha: Nikâhlar (bkz.).

Enseb: Çok münâsip, en uygun.

Eramîl-i Eytam: Yetimlerin ana­ları.

Erba’ Ve Erba'ın Ve Tısamie: Dokuz yüz kırk dört. Milâdî: 1535.

Erbâb-ı Besair-l Selîme: Selim görüş sahipleri. Olgun ve tedbirli kim­seler.

Erbab-ı Hall ü Akd: Selâhiyet sa­hipleri, işbaşındakiler.

Erbab-ı Sûk: Çarşıda pazarda ti­caret edenler.

Erham: Hısımlar, akrabalar.

Esbab: 1. Sebepler.

2. Esvap, elbise­ler, çamaşırlar, eşyalar.

Esfel: Aşağı, alt taraf.

Eshâb-ı Cahîm: Cehennemlikler.

Eshab-ı Hîbre: Bir mesele hakkın­da derin bilgisi olanlar. Ehî-i hîbre, ehl-î vukuf, bilirkişi.

Eshab-ı Vukuf: Bkz. Eshâb-i hibre.

Eslah: En sâlih, en iyi.

Eşed: En şiddetli.

Evâbık Eminî: Bkz. Emîn-i evâbık.

Evâni: Eve ait eşyalardan sofra, çay, kahve takımları ile leğen, ibrik, testi, kâse gibi maden veya çiniden yapılmış kaplar. Avani.

Evfak: En muvafık, en uygun.

Evkât-ı Hamse: (kaf) Beş vakit namaz.

Evla: En münâsip, en lâyık.

Evliya: 1. Velîler, keramet sahiple­ri.

2. Emir sahipleri.

3. Himaye eden­ler. Evliyâ-yı umur: iş başında bulu­nan kimseler.

Evza-i Masnüa: Düzme tavırlar, yapmacık hareketler.

Eyyam-i Nahir: Kurban bayramının, kurban kesüebilen ilk üç günü.

Eyyedehullahu Teâlâ Ve Kavvahu: Allah onu teyid etain ve kuv­vetlendirsin.

F

Farz: Allah'ın kat'î emir ve yasak­ları.

Fasık: Allah'a İtaatten çok uzakla­şan. Büyük günahlar işleyen.

Fasıd Namaz: Yanlış bir hal veya hareket sebebiyle doğru olmaktan çıkan namaz. Fâsid-i namaz: Namazı fâsid eden şey.

Fatıma: Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden biri. Ötekiler: Hind, Hatice, Zeyneb.

Fecere: Fâcirler. Günahkâr, sefil, rezil, yalancılar.

Ferâg-i Bal: Gönül rahatı.

Ferâîz: 1. Farizalar, Allah'ın kat'î emirleri.

2. Mirasçıya şer'an düşen his­se, îlm-i ferâiz: Vârislerin hisselerini bildiren ilim.

Ferc: 1. Aralık, yarık, çatlak.

2. Ka­dın tenasül uzvu.

Feseka: Fâsıklar (bkz.).

Fesh-i Nikâh: Nikâhın, boşanma ol­madan bozulması. Nikâhı fesh eden hallerden bazıları:

a) Eşlerden birinin irtidâdı (bkz.)

b) Eşlerin birbirine mahrem (bkz.) olduğunun meydana çıkması,

c) Erkeğin, kayınvalide veya üvey kızı ile, kadının kayınpeder veya üvey oğlu ile münâsebet kurması veya şehvetle sarılması veya tenasül yerine şehvetle bakması,

d) Pir câriye veya köle ile evli olan kimsenin miras yolu ile eşinin sahibi durumuna geçmesi.

Fetâvâ: Fetvalar.

Fetva: Müftü tarafından verilen şer'î hüküm. (Eserin giriş kısmındaki iza­hata bakınız.)

Fevt Olmak: 1. Elden kaçmak, kay­bolmak.

2. Ölmek.

Fısk Fücur: Allah'ın emrini terk etmek, günah işlemek.

Fî-Zamânîna: Zamanımızda.

Fi'l-i Abes: Boş iş, faydasız hareket.

Fi'l-i Kabih: Kötü ve günah iş. Livata (?).

Fîlori: Milâdî 11. asırdan evvel Filoransa'da çıkarılan üzeri çiçek nakışlı altının adı. Daha sonra Avrupa'da basılan başka altın paralara da bu isim verildi. Bizde ilk olarak Fâtih tarafın­dan bastırılan altın paranın adı sadece “altın” idi. Fakat “filori” de denmiştir.

Firkat: Ayrılık.

Fuzûlî Nîkah: Asîl velî, vekil veya elçi olmayan bir şahsın başkası na­mına akt ettiği nikâh.

Fülûs: Mısır'da 1633 yılında basılan bakır para Osmanlıların zamanında, İs­tanbul'dan gönderilen bakırla kesilen bu para, ilk olarak fülûs adını almış­tır. Araplar bakır paralara 1400 yılın­dan beri fülûs diyorlardı.

Fünûn-i Skâzîbe: Yalancı ilimler, kandırıcı fenler.

G

Galîb Bel Mütehakkîk: Daha üs­tün, hatta muhakkak.

Gabn: Hile, aldatmak. Bir şeyin mik­tarını eksiltmek.

Gabn-i Fâhîş: Fahiş derecede, çok aldanmak.

Gallât: Gaileler.

Galle: Gelir ve mahsul. Galle-i vakf: Vakfın gelirleri.

Garb: Daimî akıntı yapan bir göz hastalığı.

Garet: Çapul, yağma, akın.

Garra: Güzel, gösterişli, şatafatlı.

Gasl Etmek: Ölüyü yıkamak, gasil.

Gaybet: Kaybolmak, bilinmemek.

Gedik: Esnaflık ve san'atkârlık et­mek üzere daimî kalmak için kiralan­mış veya mülk alınmış bir yer veya dükkân içinde, kiracı tarafından sahip veya mütevellinin izni ile yapılan bi­na, dolap, raf ile içeri konan âletler.

Grîv: (gaym)  Bağırma, feryat.

Gurema: Alacaklılar, borçlular.

Gurer: Bir fıkıh kitabı. “Dürer” in şerhidir.

Gurre: 1. Kamerî ayların ilk günleri.

2. Malın ve kölelerin en iyi ve güzel olanı.

3. Düşürülen bir cenin için ve­rilecek tazminat.

Gurre-i Ramazan: Ramazan ayı­nın ilk günü.

Gurre-i Şevval: Şevval ayının ilk günü.

Gusl: Cünupluk, hayız ve nifas hal­lerinden sonra dinin emri gereğince yı­kanma. Boy abdesti.

Güzeşte: Geçmiş.

H

Habs-i Medyun: Borcunu vermeyen borçlunun haps edilmesi. Ödememeyi âdet edinen veya malı olduğu halde saklayan borçlu hapsedilir. Pişman olursa, hakikaten fakir olduğu anlaşı­lırsa veya para kazanıp ödeyeceğine hâkimin kanaati gelirse serbest bıra­kılır.

Habs-i Medîd: Tam bir gün veya daha fazla süren hapisler.

Hac: İslâm’ın beş şartından biri. Her müslümanm belirli bir maddî imkâna eriştiği anda üzerine farz olan ibadet.

Had: 1. Men etmek.

2. Bir kısım ce­zaların umumî adı.

Hadd-i Kazf: Kadın veya erkek, zi­nadan kendisini koruduğu, temiz ve iffetli olduğu bilinen bir kimseye zina ile iftira edene verilen ceza. İftiraya uğrayan hür ise 80, köle ise 40 değnek darbesidir.

Hadd-i Şürb:  Sarhoş edici içkilerden birini kendi isteği ile içen kimseye ve­rilen ceza. Hür ise 80, köle ise 40 değ­nek darbesidir. Hadd-i sekr, hadd-i hamr.

Hadem ü Haşem: Hizmetkârlar.

Hadis: Çıkan, meydana gelen. Yeni, yeni çıkan.

Hadîs: Hz. Peygamberin sözleri. Bkz. Sünnet.

Hadravat: Sebzeler.

Hakk-ı Hizane: Bakıma muhtaç kız çocuğunu, süt etmesi ve terbiye edil­mesi gereken yıllarda yanında bulundurma hakkı.

Hakk-ı Tebbiyet: Bakım ve terbiye yıllarında erkek çocuğu yanında bu­lundurma hakkı.

Hal': 1. Soyma.

2. Boşanma.

3. Taht­tan indirme.

Hal' Okuşmak:  Karşılıklı şartlarıkabul ederek boşanmak.

Halas: Kurtulmak, serbestlik.

Hali'-Ül Îzâr: Kötü, yırtık, edepsiz.

Halid: Fetva metinlerinde erkeği temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri, ötekiler: Zeyd, Amr, Bekr, Beşr.

Hâlîya: Şimdi, hâlâ.

Hall ü Akd Erbabı: Bkz. Erbâb-ı hail ü akd.

Hal-Ledet Hılafetehu: Hilâfeti dâim olsun.

Halt: 1. Karıştırma.

2.  Münasebetsiz söz söyleme.

Halvet:  Zevç ile zevcenin yalnız bu­lunmaları.

Halvet-i Sahîha: Zevç ile zevcenin birleşmelerine (cima') mâni olacak bir hal olmadığı halde halvet olmaları.

Halveti: 1. Halvetiyye tarikatına mensup olan.

2. Haîvetiyye tarikatı: 14. asırda Harzem ve Hirat'ta yaşamış olan Siraceddin Ömer Haivetî'nin kur­duğu  tarikat.

Hâmil: 1- Bir şeyi üzerinde bulundu­ran. Taşıyan.

2. Hâmile.

Hamr: Şarap.

Hamse Ve Erbain Ve Tis'amie: Dokuz yüz kırk beş. Milâdî: 1536.

Harac: Biri adam basma, diğeri topraktan veya hâsılatından olmak üzere gayrimüslimlerden alınan iki çeşit verginin adı. Adam başına alınan ve şahsî vergi mahiyetinde olana “ciz­ye” veya “harac-ı rüûs” denir. Top­raktan veya hâsılatından alınana ise “harac-ı arazî” denir. Harac-ı: rüûs re­şit ve sağlam olan gayri müslim er­keklerden alınır. Müslüman olurlarsa alınmaz. Harac-ı arazî ise, arazi sa­hibi müslüman olsa da alınmaya devam edilir. Mukâseme ve muvazzaf olarak iki çeşittir.

Harac-i Mükâseme: (kaf) Arazî­nin verimine göre hâsılatın onda birin­den yarışına kadar alınabilir. Her mah­sul kaldırışta alınır.

Harac-ı Muvazzaf: Arazinin veri­mi göz önünde tutulmakla beraber, ara­zî üzerine ve dönüm başına sabit ola­rak konan vergidir. Mahsul durumu ne olursa olsun aynen ve yılda bir kere alınır.

Haraç-Güzar: Haraç veren.

Haram: Yapılması, Allah tarafından kat'i olarak yasak edilmiş.

Harami: Yol kesen, haydut.

Haramzade: Gayri meşru, piç.

Hakekât-ı Mevzû'a: Bkz. Evzâ'-i masnûa.

Harem: 1. Saray, konak ve evlerde kadınlara mahsus kısım. Harem daire­si.

2. Mukaddes şey, girilmesi yasak olan yer.

3. Zevce.

Harici: Hz. Ali ile Hz. Muâviye ara­sında zuhur eden anlaşmazlık sırasın­da, Hz. Ali saflarından çıkarak her iki tarafa da düşman olan bir fırka. Ehl-i sünnetten tamamen ayrılan bu hizip mensupları Hz. Ali tarafından mağlûp edildiler, fakat ortadan kalkmadılar. Sonunda Hz. Ali'yi hançerle şehit et­tiler, îman, amel ve hilâfet hususların­da farklı görüşleri vardır. Kendi gibi­lerden gayrısına kâfir, öteki İslâm di­yarlarına “dâr-i harb” (bkz.) derler. Çeşitli kollara ayrılmışlardır. Ehli sün­nete en yakın kolu “ibâdiyye” dir.

Harir: İpek.

Has: Bkz. Timar.

Haşîr: 1. Toplama.

2. Ölülerin dirilipmahşere gelmeleri.

Hatib: 1. Güzel söyleyen.

2. Camide hutbe okuyan.

Hatice: Fetva metinlerinde kadım temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri. Ötekiler: Hind, Fâtıma, Zeynep.

Havaîc-i Aslîye: Aslî ihtiyaçlar za­rurî ihtiyaçlar.

Havale: 1. Bir evin içine bakarak ra­hatsızlık veren yapı.

2. Perde, mâni, manzarayı kapayan.

Havalı: Etraf, çevre.

Havaric: Haricîler (Bkz.).

Havf: Korku.

Havf ü Reca: Korku ve ümid. Al­lah'a karşı, kulların dâima bulunmala­rı gereken hal. Günâhtan ve azaptan korku ile af ve cenneti ümid etme his­lerinin aynı anda taşınması hâli.

Hayâl-i Zıll: Gölge oyunu, kara­göz.

Hayme: Çadır.

Hayyen: Diri, canlı olarak.

Hazîne-i Âmîre: Devlet hazînesi, devlet kasası.

Hedm: Yıkmak, harap etmek.

Helak: (kef) Ölmek, mahvolmak.

Hemmaz Ve Gammaz: İnsanın ayıp ve kusurlarını araştırıp, yayan ve şi­kâyet eden.

Hergiz: Asla, katiyen, hiçbir vakit.

Hetk: Yırtma, yarma. Hetk-i ırz: Ir­za saldırma.

Hıdane: Bkz. Hizâne.

Hıfz: 1. Korumak, bakıp beslemek.

2. Ezberlemek. Hafız: Kur'an'ı ezberle­yen.

Hılâl-İ İddet: İddet süresi.

Hınzır: Domuz.

Hıref: Hırfetler. Ehl-i hıref: Esnaf.

Hırfet: Geçim sebebi olan iş ve san'at.

Hıyâr: Muhayyerlik. Taraflardan bi­rinin bir zaman için anlaşmayı boz­makta serbest olması.

Hıyâr-i Fesih: Bir anlaşmayı fesh etme hakkına sahip olma.

Hıyâr-i Gabn: Aldatılmış olmak se­bebiyle anlaşmayı bozma hakkı.

Hıyar-ı Gurur: Bir alışveriş veya anlaşmada bir kimsenin kendi kendine aldanması sebebiyle geri dönebilme hakkı.

Hibe: Bağışlama, bağış.

Hill: Helâl olmak.

Hin: Vakit, zaman, an.

Hînd: Fetva metinlerinde kadını tem­sil etmek üzere kullanılan umûmî isim­lerden biri. Ötekiler:  Fâtıma, Hatice, Zeynep.

Hîndîbâ: Bir bitki. :

Hins: Yeminini bozmak.

Hîrman: Nasipsizlik, mahrumluk.

Hizane: 1. Besleyip büyütmek.

2. Ço­cuğu,  buna hak sahibi bir yakınının muayyen müddeti içinde muhafaza ve terbiye etmesi.

Hucurat: Hücreler.

Huf: Namaz abdesti alınırken üzeri­ne mesh edilen bir çeşit mest, ayak­kabı.

Huffaz: Hafızlar.

Hufyeten: Gizlice.

Hukuk-u İbâd: Kulların hakkı.

Hulle: Bir kadının, talâk-ı selâse (bkz.) ile kocasından ayrıldıktan sonra, yine eski kocasına dönebilmesinin şer'an mümkün ve helâl olabilmesi için gereken şart. Bunun için kadının baş­ka bir erkekle evlenip ayrılması gerekmektedir. Bu ikinci evlilik bir hile şeklinde olmayıp zifaf olunması şart­tır.

Huliyy-i Nisa: Kadınların süs takı­ları, ziynetleri.

Hümret: Kırmızılık, kızıllık.

Hüms: Beşte bir.

Hürmet: Haram olmak.

Hurûc: 1. Çıkma.

2. Ayaklanma.

Husûmet: Anlaşmazlık, da'va mev­zuu.

Huzür-i Şühüd: Şahitlerin huzuru, önü.

Hüccet: Delil, isbat edici.

Hürm-ı Şer'i: Şerîate göre verilen hü­küm.

Hünkâr: Osmanlı pâdişâhı.

Hünsâ-Yı Müşkil: Kendisinde hem erkek, hem de kadın tenasül âleti bu­lunan veya hiçbiri bulunmayan insan. Bunlar işeme tarzları, cinsî meyilleri, sakal veya göğüslerinin çıkması gibi hallere göre iki cinsten birine dâhil edi­lirler.

Hürret-ül Asl: Doğuştan hür.

Hüsn-i Muaşeret: İyi geçinmek.

Hüsn-i Savt: Ses güzelliği.

I

Iskatı Salat: (kaf) ölen bir müslümanın, hayatında kılamadığı namaz­ların affına sebep olur ümidi ile, ken­di vasiyeti üzerine veya vârisleri ta­rafından, fakirlere dağıtılmak için ay­rılan para ile yapılan muamele.

Itk: (kaf) Azad etmek, köleyi ser­best bırakmak.

İ

Îâre: Ariyet vermek. Geri almak üze­re vermek.

Îba: Şiddetle çekinmek, tiksinmek.

Îbahat: Mubah olmak, serbestçe ya­pılabilir olmak.

İbka: (kaf) Devam ettirmek, ayni halde bırakmak.

İbieâ: Bir kimsenin üzerinde başka­larının hakkı, alacağı vereceği kalma­dığını gösteren muamele.

İbraz: Göstermek, meydana koymak.

İbtidâ-i Hadd-i Buluğ: Buluğun (bkz.) başlangıç yaşı.

İcabe: Kiralamak.

İcazet: 1. İlim veya yazıda (hat) tahsilini bitirenlere verilen izinname, şehâdetnâme, diploma.

2. İzin, müsade.

İcbar: Cebr etmek, zorlamak.

İcla: Nefy etmek, sürmek.

Îddet: Kadının boşanma veya ölüm sebebiyle ayrılması üzerine, tekrar ev­lenebilmesi için geçmesi gereken   zaman.

İddet-i Talak: Boşanan bir kadının tekrar evlenmeden önce beklemesi ge­reken müddet. Üç ay on gün, yüz gün.

İddet-ı Vefat: Kocası ölen bir kadının tekrar evlenmeden önce bekle­mesi gereken müddet. Dört ay on gün, yüz otuz gün.

İdhal: 1. Dâhil etmek, içeri koymak.

2. Erkeklik âletinin sokulması.

İfakat: (kaf) Hastalıktan iyileşme.

İhâneten: Korkutarak.

Îhsan: 1. İyilik etmek, bağış, lütuf.

2. Bir yeri sağlamlaştırma.

İhtira: 1. İcad etmek.

2. Uydurmak.

İhtiraz: Çekinmek.

İhtısab: Bkz. Muhtesip.

Îhtîsâben: İhtisab vazifesi olarak. Bkz. Muhtesib.

Îhtîzar: Ölüm hâli, hastanın ölüme yaklaştığı hâl.

İkab: (kaf) Ceza, azap.

İkamet: (kaf) Yerine getirmek, vücûde getirmek.

İkâmeti Had: (kaf) hadlerin (ce­za) yerine getirilmesi, ifâsı.

İkrah: Bir kimseyi haksız yere kor­kutarak rızası olmayan bir sözü söy­lemeye veya bir işi işlemeye mecbur etmek.

İkrar: (kaf)  Kabul etmek, itiraf et­mek.

İkta': (kaf) Beyt-ülmâle âit araziyi veya arazinin gelirini, beyt-ülmalden, almaya hakkı bulunan bir kimseye veliyyülemrin (bkz.) vermesi.

İktida: (kaf) 1. Uymak, tâbi ol­mak.

2. Cemaatle namaz kılarken ima­ma uymak.

Î'la: 1.Yemin etmek.

2. Erkeğin bir müddet için veya devamlı olarak ka­rısına yaklaşmamak üzere yemin et­mesi.

İ'lâ-yı Kelimetullah: Allah'ın sözünü yüceltmek. İslâmiyeti yaymak.

İlâ Yevmina Haza: Günümüze ka­dar.

İlhad: Hak yoldan yüz çevirip, kü­für yollarından birine sapmak. Böyle olana “mülhid” denir.

İlhak: (kaf) Katmak, bitiştirmek.

İlka: (kaf) Bırakmak, koymak, at­mak.

Îlla: Aksi takdirde.

İlm-l Hendese: Geometri.

Îlm-i Remil: Bir takım nokta ve-çizgller yardımıyle, gaibi keşfetme id­diasında olan bir ilim. Bununla uğra­şana  “remmâl” denir.

İmam: 1. Önde bulunan ve kendisine uyulan kimse.

2. Din ilminde yüksek bir mevki sahibi.

3. Peygamberin ha­lifesi, müslümanların reisi, devlet baş­kanı.

4. Halifenin izni ile halka namaz, kıldıran, dini öğreten, yol gösteren, müşkillerini halleden, nikâh vb. işlere bakan kimse.

İmam-ı A'zam: Ebû Hanîfe Numan b. Sabit el-Kûfî. Mezhep kuran dört bü­yük müctehidden biri. Hanefî mezhebi kurucusu (699-767). Öteki müctehidler: Mâlik, Şafiî, Hanbel.

Îmam Muhammed: Ebu Abdillah Muhammed b. Hasen. İmam-ı A'zam'ın en ileri gelen talebesi. Hocasının dersleri­ni yazarak tesbit etmiştir.

İmam Şafîi: Ebu Abdillah Muhammed b. İdris mezhep kurucu dört müc­tehidden biri Şafiî mezhebi kurucusu (767-819).

Îmameyn: “İki imam” demektir, “imam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed” için, bazen de “İmam-ı A'zam ve  İmam  Şafiî” için kullanılır.

İnas: Kadınlar, dişiler.

Înfak: Nafaka vermek, beslemek.

İnhiraf-i Fahiş: Çok sapmış olmak, fazla yanlış.

İnşa: Yapma, vücûda getirme.

İnzal:  1. indirmek, nüzul ettirmek.

2. Cinsi temasta meninin çıkması.

İrâdet: Dilemek, istemek murad et­mek.

İrsal Etmek: Göndermek, yollamak.

İsa: (sad) Vasiyet eden.

Îsâ: İsâ peygamber.

İsare-i Fitne: Fitne salmak. Fitne ile ortalığı karıştırmak.

Îsga: Dinlemek, kulak vermek.

İskâr: Sekir vermek, sarhoş etmek.

Îsm: Günah, kabahat suç.

İspençe: Bir nevî şahıs vergisi. Müs­lim veya gayri müslim, buluğa er­miş herkesten alınırdı.

İstibdâl: 1. Değiştirmek.

2. Bir vak­fı, bir mülk ile mübadele etmek, de­ğiştirmek. Bu muamele vakf edenin şartı, veya  şer'î lüzum üzerine yapı­labilir. Yeni  mülk de aynen vakf sa­yılır.

İstîdâne: Borç, ödünç almak veya alınmak.

İstihâl: Hâl değiştirmek.

Îstihânet: Hor ve hakir görmek, horlamak.

İstifsar: Sormak, soruşturmak. So­rulma.

İstifta: Fetva istemek. Müftü veya dînî ilimleri bilen birinden mesele sor­mak.

İstiğfar: Allah'tan mağfiret dile­mek, af istemek. “Estağfirullah” de­mek.

İstihlâl: 1. Helâl saymak.

2. Helâllaşmak.

İstihsânen: Beğenerek, beğenilerek.

İstikrah:  Kötü sayma, tiksinmek.

İstiksa: Bir şeyin esasını anlamak için inceden inceye araştırmak.

İstilad: 1. Cariyeyi ümm-i veled (bkz.) kılmak.

2. Efendinin, cariyesi­nin hamile olduğu veya doğurduğu çocuğu  “bu bendendir” diye nesebine alması.

İstima': Dinlemek.

İstimrarı: Devamlılık, -kalıcılık.

İstirbah: Faize yatırma, faizle para verme.

İstizan: İzin istemek.

İştira: Satın almak.

İ'tâk: (Kaf) Köleyi azad etmek, hür kılmak.

İtâkname: (kaf) Âzâd olduğuna dâ­ir kölenin eline verilen vesika.

Îtâle-i Lisan: Dil uzatma, kötü söyleme.

İt'am: Yedirmek, yemek vermek.

Î'tikaf: (Kef) Bir yere kapanıp ibâ­detle vakit geçirme.

İtlak: (Kaf) 1. Erkeğin zevcesini bo­şaması.

2. Bırakmak, salıvermek.

İttîba': Tâbi olmak, uymak.

İttisaf: Muttasıf olma, vasıflanma, bir hal takınma.

'İvaz: Değişmek, bir şeye bedel ola­rak başka bir şey vermek.

Îyallîğe Vermek: Evlâtlığa ver­mek.

Îza: incitmek, eziyet etmek.

İztirari: Mecburen, elde olmayarak.

K

Kabayih: Kabîhalar, çirkin ve gü­nah şeyler.

Kabîh: Çirkin ve yakışıksız.

Kablehu: Ondan önce.

Kabl-El-Ahz: 1. Almadan önce.

2. Ya­kalamadan önce.

Kabz Etmek: Almak, elinde tutmak, el koymak.

Kaçağan: Kaçmayı âdet edinmiş.

Kaçkın Kul: Kaçmış, firar etmiş kö­le. Bkz. Âbik.

Kâdî:  Kadı, hâkim.

Kadir: (Kaf)

1. Yapabilme, yapmaya hakkı olma.

2. Yapabilme gücüne sa­hip erkek.

Kadire: (kaf) Kadir olan kadın.

Kadir Namazı: Ramazan ayının yir­mi yedinci gecesine tesadüf eden Ka­dir gecesinde fazla olarak kılınan namaz. İki rekâtten bin rekâta kadar olabilir.

Kâfir: Müslüman olmayan. Bkz. Küfr.

Kâfir-i Harbî: Kendisiyle sulh ya­pılmamış, harp hâlinde bulunulan kâfir.

Kaftan: Eskiden giyilen bir üst el­bisesi. Her sınıf ve rütbenin kaftan şekli farklıdır. Uzun ve kısaları var­dır.

Kahpe: Orospu, kötü kadın.

Kahren Fetîh: Cebren, zorla, sava­şıp yenerek fetih. Bkz. Anveten fetih.

Kahve-Fürûş: Kahve satan.

Kahve-Nüş: Kahve içen.

Kakül: Perçem. Alnın üzerine sar­kan kısa kesilmiş saç.

Kal': Koparma, sökme, temelinden çı­karıp atmak. Yıkmak.

Kangi: Hangi.

Karine: Bir meselenin çözülmesine yarayan hal ipucu.

Karye: Köy, kasaba.

Karz: 1. Ödünç vermek veya almak.

2. Ödünç verilen şey.

Kakz-ı Hasen: Faiz veya diğer bir karşılık almadan borç vermek.

Kasâme: Katili meçhul olarak bulu­nan bir ölünün bulunduğu yer halkın­dan elli kişiye “Ben öldürmedim, öldüreni de bilmiyorum” diye yemin et­tirilmesi. Ölünün velisinin itham ettik­lerine yemin ettirilir. Katil bulunmaz­sa, ölenin diyeti (bkz.) ora ahalisi tarafından ödenir.

Kasr-I Yed: 1. El çekmek.

2. Mütevellilik, imamlık gibi babasından ken­disine geçen bir haktan vaz geçmek.

Kassam: Ölenden kalan malların vâ­rislere taksimi ile vazifeli memur. İs­tanbul'da “Kassam mahkemesi” var­dı.

Kat'-ı Yed: El kesmek.

Kat'-ı Tarîk: Yol kesicilik. İslâm di­yarında müslümanların veya zimmîlerin (bkz.) mallarını ellerinden al­mak, öldürmek veya halkı korkutmak için, birtakım kimselerin yolları tut­ması. Bunlara verilen ceza için bkz. Haramiler. Kâtı'-ı tarîk: (kaf) Yol kesici, Kuttâ'-ı tarîk.

Katı: Çok.

Katıl: Öldürülmüş, maktul.

Kavîl: 1. Söz.

2. Dîni bir Mes’ele hak­kında söylenmiş muteber bir fikir. İctihad.

Kayyım: Vakfın camiinde temizlik iş­lerine bakan hademe. Mütevelli (bkz.) manâsına da kullanılmıştır.

Kazf: Bir kimseyi kötülemek için “zi­na”  ile  suçlayıp iftira  etmek.

Kedhüda: Kâhya. Bir esnaf zümre­sine nezaret etmek üzere idare ma­kamlarınca seçilen kimse.

Kefaret-i Yemin: Yerine getirilemeyip bozulan yemine karşı ödenen ceza. Oruç tutmak, sadaka vermek, köle  azad etmek vb. gibi.

Kefere: Kâfirler.

Keffe-ı Mîzan": Terazinin kefesi.

Keume-1 Küfür: İnsanın kâfir ol­masına sebep olan söz. Müslüman bir kimse tarafından söylenirse, onu din­den çıkaran söz. Bkz. Mürted.

Kemâ Yenbagı: Lâyık olduğu gi­bi, gerektiği şekilde.

Renayls: Kenîseler, kiliseler.

Kerahat-I Salat: 1. Namazı hatalı kılan şey.

2. Namaz kılınmasının doğ­ru olmaması.

Kerevit: Büyük karides.

Kerrat Ve Merrat: Kerelerce, de­falarca.

Kerremallahu Vechehu: “Allah yüzünü ak etsin” manâsında Hz. Ali için kullanılır.

Kesîm: Tuna ötesi ile Irak ve Basra halkının bütün vergilere karşılık ver­dikleri vergi. Bazı bağ, hurmalık vb. den her sene alman öşür (bkz.) muka­bili vergi.

Kesr Etmek: Kırmak.

Keşiş: Manastırlarda ibadetle meş­gul olan papazlar.

Keyfiyet Île Mübtela: Keyif ve­rici macun vb. düşkün olan.

Kıble: 1. Namaz kılınırken dönülen, Kâbenin bulunduğu taraf.

2. Güney Güneyden esen rüzgâr.

Kıble-Nümâ: Pusula.

Kına: Bir çeşit nebat. El, saç ve sakal boyamak için kurutularak tozu kullanılır.

Kısas: Bir kimseyi öldürenin, öldürül­mesi, yaralayanın ayni şekilde yara­lanması. Kısas, cinayeti sabit kılan yedi şartın varlığı neticesinde icra olu­nabilir. Aksi takdirde veya ölenin va­rislerinin arzusu ve affı ile diyet (bkz.) alınır.

Kıssahan: Hikâye, masal söylemeyi meslek edinen kimse. Sonradan “med­dah” denmiştir.

Kıstulyevm: Bir güne isabet eden kısım. Kıstulyevm icra etmek: Gün­delik kesmek.

Kıyam: 1. Ayağa kalkmak, ayakta durmak.

2. Bir işe kalkışmak.

3. Na­mazda ayakta duruş.

4. Ayaklanma, isyan.

Kıyamen: Ayakta, ayağa kalkarak.

Kîl: (kaf) Söz.

Kîlâb: Kelpler, köpekler.

Kile: Bir tahıl ölçeği. Çeşitleri var­dır. İstanbul kilesi 25 kg. kadardı.

Kitabet: Kölenin, tayin edilen bir bedeli ödediği veya bir şartı yerine getirdiği takdirde serbest olması için, sahibinin onunla anlaşması. Bedeli ödeyinceye kadar köle iş ve kazançta ser­best kalırdı.

Kitabet Alel-Mal: Tayin edilen mal veya parayı ödeyip serbest ol­ma şartına bağlı kitabet.

Kitabet Ales-Sene: Tayin edilen zaman kadar ve istendiği şekilde hiz­met edip serbest olma şartına bağlı kitabet.

Kizb-i Sabîha: Apaçık yalan.

Kolçak: Zırhın kola geçirilen parça­sı.

Kopuz: Üç telli bir saz.

Kudât: Kâdîler  (bkz.)

Kunut: 1. Vitir namazı

2. Vitir na­mazının son rekâtında rükûdan evvel okunan dua.

Kunutun Bedeli: Kunut duasını bilmeyenlerin, onun yerine okudukları kolay bir dua.

Kura: Karyeler, kasabalar, köyler.

Kurb: Yakın, bitişik.

Kutta-i Tarîk: Yol kesiciler, eşkiyâlar. Bkz. Kat'-ı tarîk.

Ku'üden: Oturarak.

Küfr: Allah'ın varlığını veya birliği­ni, veya ilâhî dinlerden veya peygam­berlerden herhangi birini inkâr et­mek, bunu anlatan bir söz söylemek veya bir şey yapmak.

Küfür Söylemek: Bir müslümanın kendisini dinden çıkaracak, kâfir ede­cek bir sözü söylemesi. Bkz. Mürted.

Küllema-i Şer'iyye: “Küllemâ diye başliyan ve “Bütün nikahlandığım kadınlar boş olsun” manâsına gelen arapça ibare.

Kütüb-i Fetava: Fetva kitapları. Fetvaları (bkz.) toplu olarak ihtiva eden kitaplar.

Kütüb-ı Mu'tebere: Muteber din kitapları.

L

Lahîk Olmak: (kaf) Katılmak, ek­lenmek, bitişmek. Ar lâhik olmak: Utanmak.

Lağv: Boş, bâtıl, beyhude.

Lehv: Oyun, eğlence, çalgı. İnsanı gaf­lete düşüren, ciddiyetten uzaklaştıran şeyler. Lu'b.

Levn: Renk.

Ll'an: Erkeğin, karısını zina ile itham veya çocuğunun kendinden olmadığı­nı iddia etmesi üzerine hâkim ve şahitler huzurunda görülen da'va.

Lihye: Sakal.

Lîvâta: Cinsi sapıklık. Oğlanların ka­dın gibi kullanılması. Bkz. Amel-i kavm-i  Lût.

Lu'b: Oyun, lu'biyyat.

M

Ma'an: Beraber, birlikte olarak.

Mâbeyn: Ara, arası.

Ma'fuv: Affolunmuş, istisna edilmiş.

Mahlut: Karışık, karıştırılmış.

Mahrem: 1. Haram, şerîatin yasak ettiği şey.

2. Nikah düşmeyen, şer'an evlenilmesi yasak edilen.

3. Kadının yanına örtünmeden çıkabildiği erkek.

4. Gizli, sır. Nâ-mahrem: Yabancı, nikâh düşen.

Mahûf: Korku verici.

Mahza: Yalnız, ancak.

Mahzar: Huzur, hazır bulunulan yer,

Mâîde: Üzerinde yemek hazır edil­miş olan sofra veya tepsi.

Makbule: Makbul olan, kabul edilen.

Makelama: Peşkir, büyük mendil, peştemal.

Makûl: (kaf) Söylenmiş, söylenen söz.

Makûle: (kaf) Gibi, benzer.

Ma'kûlat: (ayın, kaf) Akla uygun, mantıklı şeyler.

Maktu': 1. Bedel, vergi.

2. Kararlaş­tırılan miktar.

Makzûf: Kendisine kazf (bkz.) edil­miş.

Mâl-i Gâîb: Yaşayıp yaşamadığı bi­linmeyen kaybolmuş kimseden kalan mal.

Mah-Î Mefkûd: Mefkûddan kalan mal. Bkz. Mefkûd.

Malikane: (kef) Kanunî şartlara gö­re birine verilen beylik arazi, Bkz. Arâzi-i emiriye.

Ma'mûlün Biha: Kendisi ile amel edilen, ona dayanarak iş görülen, ge­çerli.

Manî: Maniheizm.

Maraz-ı Mevt: Hastayı zayıf düşü­ren ve ölüme varacağı korkusu veren hastalık. Hasta iyileşmeden ölürse, Ölümle neticelenen hastalığı maraz-ı mevt sayılır Bir ara iyileşirse, sayıl­maz.

Mâsivâ: 1. Allah'tan başka her şey.

2. Manevî olmayan şeyler.

Maslüb: Salb edilmiş, asılmış.

Ma-Tekaddemûn: 1. Geçmiş zaman­lar.

2. Geçmiş şeyler.

Ma'ûniyet: 1. İhtiyaç, yardım.

2. MasrafIık.

Mazanne-i İsm: 1. Günah ihtimali.

2. Kendisinden kötülük umulan.

Mazı: 1. Bir çeşit ak meşe.

2. Mazı ağacı: Bir çeşit küçük çam.

Mechül-Ün Neseb: Babası bilinme­yen.

Meclîs-i Şer': Kadı'nın muhakeme veya dinlemek için topladığı celse.

Mecruh: Yaralı. Kadın olursa: Mecrûhe.

Me'cûr: 1. Ecir ve sevap kazanan, ve­rilen. 

2.  Kiraya verilen.

Medhûlün Biha: Kendisine duhûl (bkz.) edilen kadın.

Medyun: Borçlu, vereceği olan.

Mefkûd: Bulunduğu yer, ölü veya di­ri olduğu bilinmeyen kaybolmuş kim­se.

Mehâuîb: Mihraplar (bkz).

Mehasin: Güzellikler.

Mehbît: İnecek yer.

Mehmâ Emken: Mümkün mertebe gayret etmek.

Mehr: Kadının nikâhtan sonra hak ka­şandığı maldır. Kocasından alır. Ni­kâh kıyılırken mehrin tayin edilmesi, nikâhın şartlarından sayılmıştır.

Mehr-i Misil: Bir kadının, babası tarafındaki veya o beldedeki kadınlar­dan yaş, güzellik v.s. bakımından kendisine denk olanların mehri. Bu örnek, mehir tayin olunurken dikka­te alınır.

Mehr-i Muaccel: Nikâh sırasında peşin olarak verilen mehir. Biraz de­ğişik şekli: Ağırlık.

Mehr-i Müeccel: Nikâhtan sonra verilmesi kararlaştırılan mehir. Mu­ayyen bir vakit konmamışsa erkeğin vefatında veya boşanma hâlinde veri­lir.

Mehr-i Müsemmâ: İki tarafın rızası ile nikâh sırasında tayin olunan mehir.

Me'kûl-ül Lahm: Eti yenen.

Mekruh: Yapılması haram kadar şid­detle yasak edilmemiş, fakat çirkin sa­yılmış olan. Terk edilmesi güzel ve se­vap olan.

Mekrûhe: Kendisinden tiksinilen ka­dın.

Mekşûf-ül, Avret: Avret yeri açık olan.

Memâlîk-i Mahrüse: Muhafaza altında olan memleketler. Osmanlı ül­kesi.

Memat: Ölüm.

Memlüke: Dişi köle, câriye.

Me'mûrun Bıh: Emr olunan şey.

Menâbir: Minberler (bkz).

Menâsıb-ı Cihat: Cihetlerin (bkz) mansıpları. Vakıfta mevcut vazifeler ve bunların makam ve ücretleri.

Menazil-i Enbiya: Peygamberlerin yaşadığı yerler.

Menkûha: Nikahlanmış olan kadın, nikâhlı karı.

Menkûl: Nakledilmiş, taşınabilir.

Mescû: Rica edilen, istenen, temennî olunan.

Mehrât: Bir çok defalar.

Meremmetçî: Onarıcı, tamirci.

Mesarif:  Masraflar.

İm Esire i Sefer: Sefer edilen, yer, yol. Bkz sefer.

Meskû': Sar'a hastalığına tutulmuş olan.

Mestur: (ti) Yazılmış, çizilmiş.

Meşhut: Şart koşulmuş.

Mevâzî': Mevziler, yerler.

Mevkuf: Bağlı.

Mevla: 1. Köle veya cariyenin sahibi.

2. Köle.

3. Kölesini âzad eden efendi.

4. Şanlı şerefli kimse.

5. Allah.

Mevlid: Doğum, doğuş.

Meyyit: Ölmüş. üzerinde yaralanma alâmeti bulunmayan ölü.

Mezbur: Yazılmış olan, kendinden bahsedilmiş, zikri geçen, mezkûr.

Me’zun: İzinli.

Mısır: Mısır ülkesi.   

Mısr: Şehir, ülke.

Mihrab: Camilerin içinde, önde, kıb­leye doğru çoğu biraz yüksekçe ve duvara biraz girintili kısım. Cemaate namaz kıldıran imam burada durur.

Mîn Ba'din: Bundan sonra.

Minber: Camilerin içinde mihrabın sağında yüksekçe bir yer. Cuma günü hatip, hutbesini buraya çıkarak okur.

Mirâren: Defalarca, birçok kere.

Mîrî: Beğlik. Devlete ait, devlet malı.

Misil: Gibi, benzer.

Misk: (kef) Bir çeşit ceylândan çıka­rılan güzel kokulu madde. Müşk.

Moskov Diyarı: Rusya.

Muallem Kelb: Avcılık için terbi­ye olunmuş köpek.

Muaşeret: Yaşamak, hayat sürmek.

Muattala: Battal, kullanılmaz, bı­rakılmış.

Muâvîye: Ashabdan (bkz.) ve Emevî devletinin kurucusu.

Muazzeb: Azap çeken.

Mubah: Yapılıp yapılmaması dînen serbest bırakılan.

Mubtil: İptal eden. Alıkoyan.

Mûcebî: Gereği.

Muhaddebe: Örtülü haya sahibi, namuslu kadın,

Muhâlata: Karışma.

Muhallefat: Ölen bir kimsenin bı­raktığı şeyler.

Muhammed Gazâlî: Ebû Hâmid el-Gazâlî, 1058-1111. Büyük İslâm âlimi ve mütefekkiri.

Mühavvel: Tahvil edilmiş, değişti­rilmiş.

Muhayyer: İhtiyarı elinde, serbest.

Muhîk: (kaf) Hakkı söyleyen. Haklı.

Muhît: Ihâta eden, kuşatan. Çevre.

Muhsan: Akıllı, baliğ, müslüman, hür ve sahih bir nikâhla evli bulunmak gi­bi şartları hâiz olan erkek.

Muhsane: Muhsan olan kadın.

Muhtelit: Karışık.

Muhtesîb: Belediye ve ahlâk işleri ile vazifeli memur. İhtisab Ağası, va­zifeli olduğu hususlarda kadı'nın icra memurudur. Kanundan ziyade, örfî ve idarî olarak karar verir, icra eder. İhtisap vazifesi yıllık bir bedel (bedel-i mukataa) karşılığı ihale olunur. Üze­rine alan, kendi adamları ile bu işi yapar ve ihtisap vergisini toplardı.

Mukarrer: Kararlaşmış, kesinleşmiş.

Mukata': (kaf) Mukâta'a edilmiş.

Mukâta'a: (kaf) Devlete ait bir ye­rin muayyen bir bedel karşılığı kira­lanması. Geçici olarak temlik.

Mukteda: Başkalarının kendisine uy­duğu kimse. Kendisine uyulan.

Murahhas: Ruhsatlı, izinli.

Murdar: 1. Kirli, pis.

2. İslâmî usûle uyulmadan kesilmiş hayvan.

Musalla: 1. Cenaze namazı kılman yer.

2. Namaz kılmağa mahsus açık yer.

Musallî:  Namaz kılan.

Musir: Israr eden, devam eden.

Musir: Zengin.

Mu'tad: Her zamanki, alışılmış olan şekil.

Mûtallaka: (kaf) Kocası tarafın­dan boşanmış Kadın. Talâk verilmiş.

Mutasavver: 1. Düşünülen

2. Umu­lan.

Mü'teber: 1. İtibarlı, sayılır.

2. Doğ­ru iş.

Mütî': İtaatli.

Mu'tek: (kaf) Azad edilmiş köle

Mu'teka: (kaf) Azad edilmiş câriye.

Mit'tik: (kaf)  Sahip olduğu köle veya cariyeyi azad etmiş olan kimse.

Muttasıl: Bitişik, devamlı.

Muztar: Çaresiz, başı darda.

Mübalağa: Aşırılık.

Mübaşeret: Bir işe başlayıp çalış­mak.

Mübtedi': 1. Yeni bir şey ortaya ko­yan.

2.  Eid'at çıkaran.

Mücâmea: Cinsî birleşme, cima'.

Mücazefe: Bir şeyin bütününü kast etmek. Toptan konuşmak.

Mücebree: Tecrübe edilmiş.

Mücerred: Evli olmayan.

Müdarebe: Sermâye ve emeğin ayrı kimseler tarafından konması ile mey­dana gelen bir şirket şekli. Sermâye sahibine “rabbülmâl”, çalışacak olana “müdârib” denir.

Müdarîb: Mudârebe şirketine emeği ile katılan.

Müddet-i Keza: Bir çocuğun, başka bir kadından süt emmesi hâlinde, iki­si arasında süt hısımlığının tahakkuk etmesi için, çocuğun içinde bulunması gereken yaş. İmam-ı A'zam'a göre süt hısımlık otuz ay içinde olur. Daha bü­yük çocuğun süt emmesi hısımlığa se­bep olmaz. Bkz. Rezâ.

Müdebber: Sahibinin ölümü ile azad olacak olan köle. Cariye olursa, Müdebbere.

Müeddî: Sebep olan.

Müekked: Te'kid olunmuş, tekrar emr edilmiş.

Müfarakat: Ayrılmak, ayrılık.

Müfsid-i Salat: Namazı, bozan şey.

Mühmel: İhmal edilen, bırakılan.

Mühmelat: Mühmeller, terk ve ih­mal edilmiş şeyler.

Mühmîl: İhmal eden, savsaklayan, ihmalci.

Mükateb: Sahibi ile kitabet  (bkz) akdi yapmış olan köle.

Mükatebe: Sahibi ile kitabet  (bkz) akdi yapmış olan câriye.

Mükateb Alel Mal: Bkz. Ki­tabet alel-mâl.

Mükateb Ales Sene: Bkz, Ki­tabet aies-sene.

Mükatîb: Köle veya cariyesini ki­tabete (bkz.) bağlayan sahip.

Mülâ'abe: Oynaşma, oynayıp eğlen­me.

Mülahid: İlhada (bkz.) düşmüş olan, mülhid.

Mülahide: Mülâhidler,

Mülazemet: 1. Bir şeyden ayrılma­mak üzere beraberinde bulunmak.

2. Gayretle çalışmak ve devam etmek.

Mülazim: 1. Asla ayrılmaz olan, mülâzemet eden.

2. Bir sanat veya toplu­luğa girmek için maaşsız hizmete de­vam eden.

Mülhid: İlhada (bkz.) düşmüş olan.

Mültebis: Karışık, şüpheli.

Münhakîf: İnhiraf eden, sapmış.

Münkek: İnkâr olunan, makbul ol­mayan. Günah ve kabahat sayılan.

Mürâ'at: Riâyet ve hürmet etmek, gözetmek.

Mürâfa'a: Şerîat huzurunda dava görülmesi.

Mürted: Önceden müslüman olduğu halde, dinini terk eden kimse. Bunu açığa vurur ve yakalanırsa hapsedilir. Tekrar iman ve İslâma dönmezse öl­dürülür. Bkz. Küfr.

Mürtedde: Mürted olan kadın. Müs­lüman erkek başka dinden kadın ala­bildiği halde, putperest veya mürtedde olan kadını alamaz.

Mürte'îş: Titreyen.

Mürur: Geçmek, geçiş.

Müsab: Sevap kazanan, sevaba gi­ren.

Müsahaeet: Sohbet etmek, dostluk.

Müsahale: Gevşek davranmak. Uy­sallık.

Müsellem: Harp vukuunda askere gitmek şartı ile vergiden muaf tutu­lan kimse.

Müsellem Taifesi: Müsellemler.

Müselles: Kaynatılarak üçte ikisi buharlaşan ve bu suretle şiddetlenip sarhoş edici bir hâle gelen yaş üzüm suyu.

Müskir: Sekir verici, sarhoş edici.

Müstağniye: Herhangi bir hususta başkasına muhtaç olmayan kadın, er­kek ise: Müstağni.

Müstehab: Makbul olan. Yapılması dînen sevap olan, fakat yapılmaması günah olmayan.

Müstehabât: Müstehablar.

Müstelzim: Sebep olan, gerektiren.

Müste'men: Başka bir milletin ülke­sine eman müsade ile giren kimse Müste'min.

Müstemir: Devam eden.

Müşabehet: Benzemek, benzerlik.

Müşabih: Benzeyen.

Müşâhed: Görülen.

Müsrif: Yakın, meyilli, istidatlı.

Müşgil: İştigal eden, meşgul olan.

Müştehat: Erkeklerde cinsî arzu uyandıracak kadar gelişmiş kız.

Müştehî: Şehvetli, istekli.

Müteahkîrîn: 1. Sonradan gelenler.

2.  Son devir âlimleri.

Müte'allik: (kaf) Dâir, ilgili.

Mütebadir: Zihne gelen. Birdenbire meydana çıkan.

Mütedavîl: Kullanılan, geçerli.

Müte'ehhîl: Evli.

Müte'ezzî: Eziyet çeken, üzgün.

Mütefavît: Birbirinden farklı.

Müteferrik: Dağınık, ayrı ayrı.

Mütehalîk: (kef) Acele eden, te­halükle isteyen.

Mütekaddîmîn: 1. Önceden gelmiş olanlar.

2.  Eski âlimler.

Müteşerri': 1. Şerî'ate uygun hare­ket eden kimse.

2. Şerî'at âlimi.

Mütetâbian: Birbiri ardınca.

Mütevelli: Vakıf sahibinin şart koşması veya kadı'nın tayini ile vakfın, işlerini, din hükümleri ve vâkıfın şartlarına göre idare eden kimse.

Muvacehe: Yüzyüze olmak.

Müvâzıbet: Ayrılmamak üzere bir­ice devam etmek.

N

Nâbedîd: Görünmez, kayıp.

Nadas: Tarlayı akime hazırlama.

Nafaka: 1. Geçim parası.

2. Bir kim­senin kanunen bakmaya mecbur ol­duğu kimselere vermesi gereken pa­ra.

Nafaka-ı Îrdet: İddet (bkz.) bek­leyen kadının ayrıldığı kocasından al­mayı hak ettiği geçim masrafı.

Nafile: Farz ve vacip olan namaz, ve diğer ibâdetlerden fazla olarak ya­pılan ibâdetler.

Naib: 1. Vekil.

2. Kadı vekili.

3. Kadı.

Nakîb-i Eşraf: Hz Peygamberin, soyundan gelen seyyid ve şeriflerin, işleriyle meşgul olan yüksek ma­kamda bulunan kimse. Bu makama. Peygamber soyundan biri tayin olu­nurdu. Vazifesi: Soya mensup olan­ların kütüğünü tutmak, kötü işlere-girmekten ve fena hallerden alıkoy­mak, haklarını gözetip ganimetten paylarını alıp dağıtmak, kadınların dengi olmayanlarla evlenmelerini ön­lemek.

Naküs: Kilise 'çam.

Na-Ma'kûl: (kaf) Akıl dışı, akla ay­kırı.

Namzed: Nişanlı, yavuklu, sözlü.

Nâs: Halk, ahâli.

Nas: 1. Ayet.

2. Manâsı çok açılt olan söz. Delil.

Nasaea:  Nasrâniler, Hıristiyanlar.

Nehy-i Münrer: Haramdan ve kö­tülükten men' etmek. Günah işleyenle­ri ikaz edip önlemek, Bkz. Emr-i ma'rûf.

Neseb-i Tahir: Temiz soy.

Neüzü Billahi Mîn Zâlîk: Bun­dan Allaha sığınırız.

Nevafil: Nafile  (bkz.) ibâdetler.

Nezir: Adak.

Nısf: Yarı yarım.

Nikâh: Evlilik sözleşmesi. Dinin emirlerine göre, erkekle kadın arasın­da bir takım hakların teessüsü ve birbirlerinden meşru olarak istifâdeleri­nin caiz olması.

Nikâk-i Cedid: Nikâhın herhangi bir sebeple bozulması ile veya bozulma­dan, yeniden yapılan nikâh.

Nisa:  Kadınlar, nisvan.

Nlsâb: Zekât gibi bazı vecibelerin ve­ya hadlerin  (bkz.) tahakkuk etmesi için gerekli görülen miktar, ölçü.

Nisab-ı Şeb'î: Ekz. Nisab.

Niza: Çekişme, münâkaşa, kavga.

Npsüs: Naslar (bkz)."

Nükûl: Kaçınmak, geri dönmek.

O

Oluben: Olarak.

Ö

Örf: Bkz. Urf. Ehl-i Urf.

Öşür: Öşr. “Onda bir” demek olup, hububattan alınan vergi önceleri onda bir alındığı için bu adı almıştır.

P

Penc Yek: Beşte bir. Penc ü yekçi: Pencik kanununa göre esirlerin ' beşte birini veya pencik vergisini (esir başına bir miktar para) alan memur. Devlete tâbi olup haraç ve­ren kimse.

R

Rakabe: 1. Köle, câriye.

2. Boyun, boyun kökü.

3. Bir malın sahipliği.

Rakabe Etmek: Bir vakfın geliri­ni yine vakfa katıp, vakıftan maaş v.s. (vazife) alanlara vermemek. Vak­fı tamir gibi hallerde buna başvurulur.

Rakabe-i Vakıf: Vakfın aslı.

Raks: Oynamak, hora tepmek. Bir usûle uyup beden hareketleriyle oyna­mak.

Ravza-i Resul: Hz. Peygamberin Medine'de, Mescid-i Nebevî'de bulunan kabri. Ravza-i Nebî, Ravza-i mutahhara.

Re'ayâ: Raiyyeler (bkz.).

Recm: Taşlıyarak öldürmek. Zina edenler muhsan. (bkz.) ve muhsane (bkz.) ise bu ceza verilir.

Redden: Reddederek, kabul etmeye­rek.

Bemmâl: İlm-i remil (bkz.) ile uğ­raşan kimse.

Resmî Bennak: Timar sahipleri­nin reayadan aldıkları vergilerden bi­ri. Çiftçi ve tüccardan alınan bir çeşit gelir vergisi.

Resm-i Çift: Araziden alınan vergi­lerden biri. Bir çift öküzle işlenebile­cek olan yer “çift” sayılırdı.

Reza': I. Meme emmek.

2. En az do­kuz veya daha" yaşlı bir kadının sü­tünün müddet-i rezâ (bkz.) içinde ço­cuğun midesine girmesidir. Bu tahak­kuk ederse kadın çocuğun süt anası olur. Onun yakınları da çocuğa akra­ba olurlar. Süt yakınlığı da aslı gibi evlenmeye mânidir. Bkz. Mahrem.

Ribh: Fayda, kâr.

Ric: Dönmek,  ric'at etmek.

Rîc'ı: Bkz. Talâk-ı ric'î.

Rık: Kölelik. Rıkka, köle.

Rîbâ: Faiz. Bir malı veya parayı, daha fazla olarak geri almak şartıyle vermek, bu muameledeki fazlalık.

Rîbahor: Ribâ yiyen. Faizci, tefeci.

Rîsâlet-Penâh: Hz. Peygamber.

Rûz-i Mahşer: Mahşer günü. Kıya­metten sonra bütün insanların, hesap vermek üzere toplanacakları gün.

Rücû: Geri dönmek. Vaz geçmek.

Rükû: Namazda elleri dize koyarak eğilmek.

Rüsûh: 1. Metin,  kuvvetli,  yerinde sabit olma.

2. Bir İlmin inceliklerini bilme.

3. Alışkanlık, maharet.

Rüsüm: Resmler, vergiler.

S

Saadet Resengâk: Saadete ka­vuşmuş yerler.

Sabit Kadem Olmak: Yerinde durmak.

Sadât: Seyyidler (bkz.)

Sâderüy: Tüysüz gençler. Şâb, em-red.

Sâdır Olmak: 1. Çıkmak.

2. Bir sö­zün söylenmesi, bir emrin verilmesi.

Sağır: 1. Küçük.

2. Küçük erkek ço­cuk. Kız ise:  Sagîre.

Sahth: Doğru, Kusursuz.

Sâ'ı: Çalışkan.

Sâil: Dilenen kimse, dilenci.

Sâim: Oruçlu.

Sâîr: Seyr eden, dolaşan.  Serbest.

Sakît Olmak: 1. Düşmek, ortadan kalkmak.

2. Bir hükmün kalkması.

Sakin Olmak: Bir yerde yerleşmek, oturmak.

Salât : 1. Namaz.

2. Duâ.

Salât-ı Iyd: Bayram namazı.

Salât-i İşâ: Yatsı namazı.

Salât-i Kegâib: Receb ayırım ilk cuma gecesi olan Regâib gecesinde, farz namazlarından fazla olarak kılı­nan on iki rekât namaz.

Salâvat: 1. Hz. Peygambere edilen dualar.

2. (Aleyhissalâtü vesselam. Salâvâtullâhi aleyh. Sallallahü aleyhi ve sellem) dualarından birini okumak.

Sallâllâhu Aleyhi Ve Sellem: Hz. Peygamberin adı geçince söylen­mesi gerekli söz. “Allanın salât ve se­lâmı onun üzerine olsun.”

Sancak Beyi: Eyâlet ve timar usu­lünde beş on kazalık yerin mutasarrı­fı ve sipahilerinin kumandanı. Bunlara “ümerâ” denir, sancaklarında davalara bakar, asayişi temin ederlerdi.

Sancak Subaşı: Sancak içinde be­lediye ve zabıta âmiri.

Sar'a: Nöbetler hâlinde gelen ve has­tayı bayıltan bir illet. Mesrû': Sar'alı.

Sârik: (kaf) Hırsız.

Savm: Oruç tutmak, oruç.

Savt-ı Acîb: Acâip ses.

Sayd: Av, avlanmak.

Sebavet: Çocukluk, gençlik.

Sebb-i Nebi: Hz. Peygambere dil uzatıp hakkında kötü lâf söylemek,

Sebîy: Esir etmek.

Secde-i Tahîyyet: Selâm secdesi. Secde ederek selâm vermek.

Sefeh: Malı faydasız yere sarf t” israf etmek.

Sefer: Yürüyerek 18 saat süren mesafeye yapılan yolculuk (80 km. ve 640 m. kabul edilir.). 2. Savaşa git­mek,

Seferi Namaz: Sefer mesafesi kadar giden kimsenin dört rekâtlık farsları iki kılması.

Sefih: Sefahate düşen. İyi ile fen(5 yi ayırt edemez olan. Kötü yolda. Bkz Sefeh.

Sigar: Sagîrler, küçükler.

Sekînet: Temkin, ağırbaşlı ve eâkir olmak.

Selb-i Neseb: Nesebinden olduğunu reddetmek.

Selef-i Sâlihin: Eskiden yaşamış sâlih kimseler.

Selem: Peşin para verip veresiye mal almak. Malı, parayı verdikten son­ra almak.

Selh: 1. Kesilen hayvanın derisini yüzmek.

2. Arabî ayların son günü.

Sellah-Hâne: Selhhâne, mezbaha, “salhane”.

Semen: Satılan şeyin bedeli, pahası. Semen-i müsemmâ: İki tarafın rıza­sıyla tayin olunan bedel. Semen-i misil: Ehli vukuf tarafından benzerleri­ne kıyasla takdir olunan kıymet. Başçı dükkânı. Kadın ismi. Metinde bir cariyenin adı olarak geçmektedir.

Seyyid: Hz. Peygamberin torunu Hz Hüseyin soyundan gelen kimse. Hz. Hasan soyundan gelenlere “şerif” denir.

Sıbhat-i Nikâh: Nikâhın doğru ol­ması. Nikâha mâni veya onu fesh ede­cek bir hata bulunmaması.

Sıla: 1. Hısım ve akrabasını ziyaret için gurbetten memleketine dönmek.

2. Vakıftaki bir kısım vazifelilere ve­rilen ve hususiyetleri olan bir ücret şekli.

3. Ücret, bahşiş.

Sınmak: 1. Gizlenmek, sinmek.

2. Kırılmak.

Sırken: Gizlice.

Sicil: Vakıfları, vesika ilâm ve mu­kaveleleri yazmaya mahsus resmî def­ter. Tescil: Sicile yazıp imza etmek.

Sicil Etmek: Sicile yazmak, tescil.

Sîcil Olunmak: Resmî deftere, si­cile yazılmak.

Sikât: (kaf) İnanılır kimseler.

Sikence: İşkence, eziyet.

Simâr: Mahsuller, meyveler.

Sinmek: Gizlenmek, saklanmak.

Sînnin-i Mâzîyye: Geçmiş  yıllar.

Sipahi: Timar sahibi süvari askeri. Bkz. Timar.

Sirkat: (kaf) Çalmak, hırsızlık. Sârik:  Hırsız.

Sîyâdet: Seyyidlik (bkz.), ululuk.

Siyeh - Kâr: Kötü işler yapan, gü­nahkâr.

Sofraya Sunmak: Sofraya davet etmek.

Sûhte: 1.  Softa. Medrese talebesi hakkında, halkın “softa” şeklinde kul­landığı tabir. Medrese talebesinin asıl sıfatı “tâlib” idi.

2. Metinde bir takım haydutların adı olarak geçmektedir.

Sulbü Oğlu: Öz oğlu.

Sulehâ Vaz'ı: iyi, sâlih insanlarayakışan hareket.

Süfehâ: Sefihler (bkz.).

Süknâ: İskân olunan yer. Ev, ko­nak.

Sülüs: Üçte bir.

Sülüs-i Mâl: Malın üçte biri.

Sümün: Sekizde bir.

Sünen: Sünnetler.

Sünnet: 1. Âdet, tarikat yol.

2. Hz. Peygamber tarafından, farz veya vacip olmaksızın, bazen terk edilerek yapıl­mış olan bir fiil veya hareket. 3. Hz. Peygamberin söz, fiil veya takrirlerin­den biri. Sünnet-i kavliye: Sözleri. Sünnet-i fi'Iiye: Fiilleri. Sünnet-i takririye: Yapıldığını görüp de ses çıkarmadığı şeyler.

Sünnet-i Müekkede: Hz. Pey­gamberin hemen hemen hiç terk et­meden yaptığı şeyler. Bazen terk et­tikleri:  Sünnet-i gayri müekkede.

Sünnet Olmak: Erkek tenasül uz­vunun ucunu kapayan deri parçasının kesilerek alınması. Bu cerrahî müdâhaleye  sünnet denilmesinin sebebi Hz. Peygamberi takliden yapılmasıdır.

Ş

Şâb: Genç.

Şâfî': Şefaat eden. Birinin bağışla­masını isteyen.

Şâfî: 1. Şifâ veren.

2. Yeter derece­de görülen.

Şâfii: İmam Şafiî mezhebinde olan.

Şayi’: Şüyu bulmuş, yayılmış, duyul­muş.

Şebih: Benzer.

Şârlb-ül Hamk: Şarap içen.

Şefaat-i Resul: Hz. Peygamberin, hesap gününde günahkâr müminlerin affını dilemesi.

Şefi': Şüf'a (bkz.) hakkı olan kimse.

Şehir Donanması: Şehrâyin. Do­nanma, şenlik.

Şehr: Ay, otuz gün.

Şehr-i Ramazan: Ramazan ayı.

Şerif: Hz. Peygamberin torunu Hz. Hasan soyundan gelen kimse. Hz. Hü­seyin soyundan gelene “seyyid” denir.

Şetm: Sövmek.

Şeyn: Ma'nevî ayıp, kusur leke.

Şît: Hz. Âdem'den sonra peygamber olan oğlu.

Şurb-ı Hamr: Şarap içmek. Sarhoş edici birşey içmek.

Şüf'a: Satılmakta olan bir yerde his­sesi bulunan, veya oraya bitişik kom­şu olanın satılan şeyi almakta birinci derecede hakkı olması. Şüf'a sahibi kendinden habersiz satılan şeyi, dava ederse, bedelini ödeyerek müşteriden geri alabilir.

Şühüd: Şahitler.

Şühûd-i 'Udül: Âdil şahitler, doğ­ru şahitler.

T

Ta'am Ekl Etmek: Yemeği yemek.

Tabanca: Tokat.

Tabe Serâhu: “Kabri pâk mezarı cennet olsun” yerinde dua.

Tabh: Pişirmek, pişirilmek. Tabbah: Aşçı.

Tabl ü Nakkare: (kaf) Davul ve çalgı. Mehter.

Tagyîr-l Libas: Elbise değiştirmek.

Tahfif: Hafifletme, yükünü azalt­ma.

Tahrik: (kef) Hareket ettirmek.

Taht-ı Nikah: Nikâh altı, nikâhlı.

Tahvif:  Korkutmak.

Tâife-i Evbaş: Ayaktakımı, terbi­yesiz, aşağılık kimseler.

Taklîl: Miktarını azaltmak.

Talâk: (kaf) Boşanmak. Boşanmayı ifâde eden söz veya ma'nâ ile nikâhı bozmak. Kadının bazı şartlar hâriç boşanma hakkı yoktur. Ric'î ve bâin olarak iki çeşit talâk vardır.

Talak-ı Bâin: Kadının yeniden evleniyorlarmış gibi rızası ile tekrar ni­kâh edilmedikçe geri almamıyacağı talâktır. Kadın istemiyorsa erkek zor­la alamaz. Iddet (bkz.) sırasında, ka­dın erkeğin evinde kalmaz. Erkek, üçüncü defa verdiği bâin talâktan son­ra üzerinden hülle (bkz.) geçmeden karısını bir daha kadın istese de alamaz.

Talâk-ı Ric'î: Erkeğin, karısını iddet (bkz.) müddeti içinde istediği an­da tekrar geri alabildiği talâktır. Ka­dın iddeti içinde yine erkeğin evinde ka­lır,  ancak ayrı bulunur.

Talâk-ı Selâse: Kocanın, karısını üç kere boşaması. Zaman aralıkları ile veya üçünü bir defada olarak. Erkek bu talâkı verdikten sonra hülle (bkz.) olmadan karısını ikisi istese de tek­rar alamaz.

Talâk-ı Selaseye Şart': Erkeğin, herhangi bir şart ileri sürerek, bu şart yerine geldiği takdirde karısının üç kere  boşanmış olacağını söylemesi.

Taleb-i Husûmet: Şefî' (bkz.) olan kimsenin hâkim huzurunda dava ederek hakkını araması.

Tâlîh: (ha) Bir işe yaramaz, fayda­sız.

Ta'lik: (kaf) Bir şarta bağlama.

Ta'lîm: Öğretmek.

Tamu: Cehennem.

Tapunmak: Bir yere vurmak, tepin­mek.

Tarh: Atmak, çıkarmak.

Tarîk: (kaf) 1. Usul.

2. Yol. Tarîk-ı âm: Umûmî yol.

Târik-üs Salât: (kef) Namazı terk eden kimse.

Tasarruf: 1. Çalıştırmak, işlemek.

2. İstediği gibi kullanmak.

3. Cinsî ba­kımdan kullanmak.

Taslîye: Salâvat (bkz.) sözlerini söy­lemek.

Tatlîk: (kaf) Talâk vermek, boşa­mak.

Tatyib: Hoş etmek, tatmin etmek.

Tâ'ûn: Salgın hastalık, veba.

Tavan: Kendi isteği ile.

Ta'yin: Kararlaştırılan miktar, tayın.

Ta'zîm: Ululamak.

Ta'zır: Hakkında muayyen bir ceza bulunmayan çeşitli suçlara karşı ter­tip ve tatbik edilecek olan ceza, te'dib. Hatâyı yapanın hâl ve seviyesine göre, ihtar etmekten idama kadar on yedi kısma ayrılır.

Ta'zir Bil Mâl: Mal ve para cezası vermek.

Ta'zîr-ı Şedîd: Şiddetle cezalandır­mak. Ta'zîrin şiddetlisi.

Te'allül: Sonraya bırakmak, sav­saklamak.

Teberrâ: Beri olmak, sevmeyip yüz çevirmek.

Tecdîd-i İman: Dinden çıkmaya se­bep olacak bir söz söyleyen veya bir­şey yapanın (bkz. Küfr. Mürted) yaptığına tövbe edip, kelime-i şehâüet ve âmentü ile îmânım yenilemesi.

Tecdîd-i Nikâh: Nikâhı yenilemek. Fesh olan nikâhı tekrar akd ederek ye­nilemek. Bkz. Fesh-i nikâh.

Tecrîd Hali: Bekârlık.

Tecviz: İzin vermek, cevaz vermek.

Tefahhus: inceden inceye araştır­ma.

Tefasîl-i Ahkâm: Ahkâmın taf­silâtı, hükümlerin ayrıntıları.

Tefavüt-ı Kesîre: Pek çok fark­lar, ayrılıklar.

Tefrik Etmek: Ayırmak.

Tegannî: Nağme yapmak, şarkı okumak. Teganniyât: Şarkılar, nağme­ler.

Tegayyür-1 Vaz': Duruşunu değiş­tirmek.

Teharrî: Araştırmak.

Tahâtir: Birbirini yalanlayan şehâdetler,  zıt deliller.

Tehâvün: Aldırmamak, ağır dav­ranmak.

Tekâlif-i Urfiye: Fıkıh kitapla­rında tafsilâtı yazılı tekâlif-i şer'iye (şer'î vergiler) dışında olarak, devletin fevkalâde ihtiyaçları için sultanın em­riyle konan vergiler. Cihad ve harp masraflarını devlet hazinesi (beyt-ül-mâi) karşılayamadığı zaman bu vergi­lere ruhsat verilmiştir.

Telbıs: Hakikati gizleyip, yanlışı doğ­ru gibi göstererek aldatmak.

Temessük: Sıkı sıkı tutunmak, ya­pışmak. Manevî bir yola girmek. (734' te:)  Mehil istemek.

Temlik: Tamamen vermek, mülkiye­tini verip sahip kılmak.

Terazi: Anlaşma, karşılıklı rızâ.

Tereke: Her çeşit hububat ve top­rak mahsulleri.

Tekike: Ölen bir kimseden geriye ka­lan mal. Ölenin teçhizi, tekfini, borcu, vasiyeti, veresenin hakkı, terikeye girer.

Termîm: Tamir etmek.

Tesâmü': İşitme. Görmeden kulak­tan duyma.

Tesmiye: 1. İsim vermek.

2. Karar­laştırmak.

3. Mehir takdir etmek.

Teşebbüh: Benzemek.

Teşeffu': Şafiî mezhebine geçmek.

Teşeytun: Şeytanlaşmak, şeytanca hareket etmek.

Tevakki': (kaf) Sakınma, çekinme, korunma.

Tevbe-i Nasüh: Hâlis ve temiz bir pişmanlık. Kötü bir işi, maddî fayda­sına bakmadan manen çirkin görerek pişman olmak ve samimi olarak doğru ve güzele dönmek.

Tevhid: Allahı birlemek. Kelime-i tevhidi söylemek.

Tevliyet: Bir vakfın işlerine bakma vazifesi. Bkz. Mütevelli.

Tezekkür: Hatıra getirmek.

Tezevvüc: Evlenme, izdivaç, tenekküh,  te'ehhül.

Te'zin: 1. Bağırıp ilân etmek.

2. Ezan okumak.

Tezvîc: Evlendirmek.

Tıyb: Sürünülecek güzel koku.

Tıyb-ı Hatır: Gönül hoşluğu. Rıza.

Tımar: Fetih sırasında “Arazi-i emiriye” (bkz.) sayılan yerlerden sipahi­lerle zâimlere kılıç hakkı olarak veri­len Beyt-ülmâî hissesi. Üç bin akçadan yirmi bin akçaya kadar gelir getiren, arazi “timar” sayılır ve silâhlı süvari nefere verilirdi. Timar sahibi sipahi gelirinin üç bin akçasına karşılık olarak kendisi savaşa gelirdi. Fazla olan gelirin her üç bin akçası için de bir sü­vari nefer getirirdi. Tımarın büyüğüne-”Zeamet”, onun büyüğüne “Has” denir­di. Bu şekil ile orduya seferlerde iki yüz bin süvari temin edilmiştir. Ana­dolu eyâletinde 7116 timar ve 195 zea­met vardı.

Tiryaki: Keyif verici maddeleri kul­lanmaya düşkün olan kimse.

Tonguz: (kef) Domuz.

Toprak Kadısı: Toprağa ve gayri-menkullere ait davaları yerinde dinle­yen ve arazi hududlarını tesbit eden kadı naibi. Nâib veya “Toprak naibi” de denirdi.

Topuk Mesi: Goncu, aşığı iki par­mak geçen kısa mest. Siyah olup çe­dikten sonra ve daha ziyade kadınlar tarafından giyilir.

U

Uç Kâfirleri: Hudut boylarında oturan gayri müslimler.

Udûl: 1. Yoldan çıkma, sapma.

2, Vazgeçme.

3. Âdiller, haktan ayrılma­yanlar. Bkz. Şühûd-i udûl.

Ukr: (kaf) Zina yaptığı halde her­hangi bir sebeple kendisine had (bkz.) verilmeyen kadının erkekten veya mirasından alacağı mehr-i misil (bkz.).

Ukübât: Ukubetler, cezalar, azaplar.

Ulufe: Maaş önceleri sipahilerin atları için verilen yulaf (alef, ulufe) parası demek iken, sonraları bütün askere vazifeli memurlara verilen ma­aş yerine kullanılmıştır.

Umür: İşler.

Urf: Örf.

1. Eskiden kalma makbul şey, güzel âdet.

2. Nizam ve âsâyiş için konan kanun ve padişah yasağı.

Uteka: (kaf) Atîklar (bkz.).

Uyan: Atın başına takılan süsler.

Uzema-i Mîllet: Milletin büyükle­ri.

Uzmâ: Büyük.

Ü

Ücür-i Cezîle: Bol sevaplar.

Ümena: 1. Emin kimseler, güvenilir kimseler.

2. Hesap işleri kendilerine bı­rakılan kimseler.

Ümerâ-i Devlet: 1. Valiler.

2. San­cak beyleri.

Ümmi: Okuma yazma bilmeyen.

Ümm-i Veled: Efendisinden çocuk sahibi olan câriye.

Üsküf: Eski başlıklardan biri. Yarısı arkaya sarkan yeniçeri “börk” ünün kenarı sırmalı olanı.

V

Vâcib: 1. Allah'ın farz (bkz.). dere­cesine yakm derecede kat'î emri. Ter­ki ve mkân cezayı icap ettirirse de inkârı küfür sayılmaz.

2. Vacib ve ve­cîbe kelimeleri “farz” yerine de kul­lanılır.

Vâcibât: Vâcibler.

Va'îd: Bir kimseyi fenadan korumak ve iyiye sevk etmek için onu tehdid edip korkutma.

Vâkıf: 1. Vakıf yapan kimse.

2. Ayak­ta duran.

3. Bir şeyi bilen.

Vakıf: Bir mülkü umûmun istifâde ve menfaati için ebedî olarak tahsis etmek. Vakfın muteber olması için gerekli on dört şart vardır. Ayrıca vâkıfın “Allah'ın rızâsını kazanmak” gayesini gütmesi gerekir. Vâkıfın koyduğu şartlara göre on çeşitten faz­la vakıf nevi vardır. Bu şartlara sul­tanlar dâhil hiç kimse müdâhale ede­mez. “Vâkıfın şartları Allah'ın âyetleri gibidir.” kaidesine riâyet edilir. İslâm’da ilk vakfı Hz. Peygamber kurmuş­tur. Vakfı idare edenlere mütevelli (bkz) denir.

Vakt-ı Mekruh: İbâdat edilmesi, dî­nen uygun görülmeyen zaman.

Varid Olmak: Gelmek, yetişmek. Vürüd etmek.

Varidat: 1.Yıllık veya aylık gelir. Varlık.

2. Hatıra gelen, içe doğan şey­ler.

3. Şeyh Bedreddin'in eserinin adı.

Vâris: Mirasçı.

Varoş: Şehrin kale dışında kalan kıs­mı, kenar mahalleler. Çoğu zaman hıristiyan mahalleleri olurdu.

Vasat-ül  Hâl: Orta halli.

Vat': Cinsi temas, cima'.

Vâz: (elif, ze) Bırakma, terk.

Va'z: (ayın, zı)

1. Güzel söz söylemek.

2. Dînî öğüt.

Vaz': (dad, ayın) Koyma, konulma.

Vazife: 1. Bir kimsenin yapması ge­rekli olan iş.

2. Birine verilmesi kararlaşan iş ücreti.

Vech: 1. Şekil,  tarz.

2. İnsan yüzü.

Vech-i Meşrûh: Şerh edilen şekil, açıklanan  tarz.

Vedia: Emânet.

Vekil: Kendisine vekâlet verilen kim­se.

Velayet: Bir başkasını idare etme ve onun adına iş yapabilme selâhiye­ti. Velilik.

Veled-i Kebir: Büyük çocuk.

Veled-i Sağir:  Küçük çocuk.

Veliyy-ül Emr: Emir sahibi, âmir.

Verese: Vârisler,  mirasçılar.

Vesâvis: Vesveseler, vehimler, evhani;

Vilâyet-i Rumelî: İmparatorluğu­muzun, Avrupa kıtasındaki büyük eyâletlerinden biri. Şuraları içine alı­yordu: Selanik, Üsküp, Ohri, Köstendil, Tırhala, Delvina, Avlonya, Elbasan, Pizren, Dukagin, Alacahisar, Vilçetrin, Yanya, Semendre, Yanova.

Vukûf-ı Tafsili: Tafsilatı ile bil­mek. Teferruatına vâkıf olmak.

Vücüh-i Hayrat: Hayır şekilleri, hayır yerleri.

Vücüb-l Kesîre: Pek çok sebepler, pek çok şekiller.

Vülât-I Emr: İşin başındakiler, ida­reciler. Valiler idareye memur zabit­ler.

Y

Yave: 1. Sahipsiz bulunan hayvan, kaçkın

2. Saçma sapan söz.

Yerak: Yerağ.

1. Hazırlanmak.

2. Malzeme, teçhizat, silâh.

Ye's: Ümidini kesme hâli.

Yevmi: Günlük.

Z

Zâdellâhü Ömrehu: “Allah öm­rünü artırsın” yerinde dua.

Za'feran: Safran. Zerde pişirilirken kullanılan san bir çiçek.

Zâhıb Olmak: Meydana çıkmak, an­laşılmak.

Zâid: Fazla, çok olan şey.

Zâîm: Zeamet sahibi. Bkz. Timar.

Zakikîn: Zâkirler, zikr edenler.

Zaleme: Zâlimler.

Zaman: Kefil olma, kefillik.

Zâmîn: Tazmin eden, ödeyen, kefil,

Zarf: içine birşey konulan kap.

Zaviye: Tekkenin küçüğü.

Zebh: 1. Boğazlamak.

2. Kurban  etmek.

Zebîha: 1. Boğazlanmış.

2. Kurban­lık hayvan.

Zekat: Malın, üzerinden belli bir za­man geçmesi hâlinde, almaya hak­kı olan müslümanlara Allah rızası için verilen muayyen bir miktarı.

Zeker: 1. Erkek.

2. Erkek tenasül uz­vu.

Zenâdika: Zındıklar (bkz.).

Zevaid: Fazla şeyler, fazlalıklar.

Zeval: 1. Zail olma, kaybolma, so­na erme.

2. Öğle vakti.

Zevç: 1. Çift, eş.

2. Aileyi teşkil eden karı ve kocasının her birinin adı. Türkçede daha çok “koca” manâsına kullanılmaktaysa da metinde her iki manâya da kullanılmıştır.

3. Koca, Bir kadının nikâhına sahip olan er­kek.

Zevce: Karı. Bir erkeğin nikahı al­tında bulunan kadın.

Zeyd: Fetva metinlerinde erkeği tem­sil etmek üzere kullanılan umûmî isim­lerden biri. Ötekiler: Amr, Bekr, Beşr, Hâlid.

Zeyneb: Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umûmî isimlerden biri ötekiler: Hind, Hati­ce,   Fatma.

Zilli Zalıli İlâh: Allahın gölgesi.

Zıman:  Zarar ve ziyana karşılık veri­len bedel.

Zındık: 1. Allahı inkâr eden, ortak koşan veya ilâhi hikmeti kabul etme­yen.

2. Dinsiz olduktan başka, dünya­nın ebedîliğine, mal ve karı ortaklı­ğına inanan.

Zîfaf: Gerdek. Leyle-i zifaf: Gerdek gecesi:

Zîhar: Zevcesini veya onun bir uz­vunu, kendisine ebediyen haram olan bir kadına (anası, kardeşi gibi) veya onun bakılması caiz olmayan bir uz­vuna benzetmek.

Zîmmî: Müslümanlardan eman (bkz.) almış olan gayri müslim erkek.

Zimmîyye: Müslümanlardan eman (bkz.) almış olan gayrimüslim kadın.

Zînâ: Erkek ile kadm arasında nikâh­sız olarak yapılan cinsî temas.

Zîndegane: Yaşamalî, geçinmek.

Zirâ': Bir uzunluk ölçüsü, çeşitli isim­ler alan on kadar zira vardır: Mima­rîde “zirâ-ı âmme” 75,8 cm. çarşı arşını “zirâ-i  kirbâsî” 68 cm., kol uzunluğunda olan arşın “zirâ-ı sevda” v.s.

Zu'm Etmek: 1. Yanlış ve bâtıl ola­rak düşünmek.

2.Şüphe.

 

METİNDEKİ ARAP HARFLİ İBARELERİN TERCÜMELERİ

 

(1) “Her ne zaman evlenirsem aldığım boş olsun.”

(2) “Şems-ül eimme (Serahsî), namazı terk eden kimsenin cezalandı­rılması şöyle olur dedi:

Tabut üzerinde taşınarak şehirde dolaştı­rılır ve tövbe edinceye kadar dövülür.”

(3) Ayet. Mâide: 3. Meali: “Allah'tan başkasının adına kesilen.”

(4) “Yâ Rab, din ahkâmını beyan eden ve âsîlerin günahlarına şefaat kılana salât ü selâm eyle.”

(5) Yukarıdaki duada âsilerin günahları ibaresi yerine olarak: “Âsîlerin günleri.”

(6) Farsça beyit Ma'nâsı: “Gönül mülkümü senin duana vakf ettim. Vakf edenin şartına muhalefet etmemek gerekir.”

(7) Âyet. Nisa: 103. Meali: “Allah'ı, ayakta iken, otururken, yanlarınız üstü yatarken de anın.”

(8) Hadis. Ma'nâsı: “Kim kendini bir millete benzetirse, onlardandır.”

(9) “Tatmayan bilmez.”

(10) Ayet. Zâriyât: 56.Meâli: “Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etmeleri için yaratmışındır.”

(11) “Zimmîler müslümanlardan, başlarındakiler, binekleri, eyerleri ve elbiseleriyle ayrılırlar. Hidâye'den. Ve diğer bütün kitaplarda böy­le yazar.”

(12) Ayet. Tevbe: 24, Meâli: “De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeş­leriniz, zevceleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, kesat gitme­sinden korktuğunuz ticâret, hoşunuza giden evler, sîzce Allah'tan, peygamberinden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, Allah'ın emri gelene kadar bekleyin. Allah, fâsık milleti doğru yo­la eriştirmez.”

(13) “Allâfru teâlâ, saltanatının gölgesini, müslümanların başları üze­rinde dâim kılsın, onu kuvvetli yardımıyla ve feth-i mübinle te'yid etsin.”

(14) Ayet. Hûd: 46. Meali: “O senin ailenden sayılmaz.”

(15) Bu duanın ikinci cümleden sonraki kısmı âyettir (Al-i İmran: 147). “Kendisinden yardım istenen ve kendisine tevekkül edilen, Allah'­tır. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı affet. Ve ayaklarımızı, sabit kıl ve kâfirler güruhuna karşı bize yardım et.”

(16) Bu ibare, esas aldığımız iki nüshada yoktur. Köprülü Kütüphanesi, K. II. 362 numaralı yazmada, bu fetvanın sonuna kaydedilmiştir:

“Bunu, efendimiz ve en üstünümüz, zamanın büyüğü, İslâm ve zafer diyarının müftüsü Ebussu'ud yazdı. Sene 955.”

(17) “Bir adam: Ben köleyim, beni satın al, dese. Satın alınsa. Sonra hürriyetini isbat etse. Kendisini satanı  bilmiyorsa öder. Kendi­sini satanı bulunca ondan ister. Durer, Gurer.”

(18) “Yeryüzünde bulunan herzeyi bozdular.”

(19) “Sarhoş eden herşey haramdır.”

(20) “Allah subhânehu ve teâlâ, onun saltanatının gölgesini varlıkların üzerinde, günler ve geceler boyu dâim kılsın.”

(21) “Kullarını ölümle kahreden, tek başına bakî olan, ölümsüz Hayy olan Allah'ı teşbih ederim.”

(22) “Bütün ölülere karşı Allah'ın varlığı bana yeter. Bütün ölümlülere karşı, Hakk'in bekası bana yeter.”

(23) Hadis. Ma'nâsı: “Her muttaki ve fâcirin arkasında namaz kılınız.”

(24) Türkçe olarak:  “Eyledi azm-i bekai Ümmihan.”

(25) Türkçe olarak: “Beka Ümmihan.”

(26) Türkçe olarak: “Bekayı Ümmihan.”

(27) Türkçe olarak: “Ayağım adım admaz.”

(28) Türkçe olarak: “Adım atmaz.”

(29) Ayet. Fatiha; 5. Meali: “Ve yalnız senden yardım dileriz.”

(30) Farsça beyit. Ma'nâsı: “Herkesin gönlündeki sırrı Allah bilir. Sen kendini araya ne sokuyorsun?”

(31) Hadis. Ma'nâsı: “Kalbini yardın mı?”

(32) Ayet. Mâide:  48. Meali: “Kur'an'ı önce gelen kitabı tasdiken ve ona şâhid olarak, hak ile sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile ara­larında hükm et.”

(33) Ayet. Mâide: 48. Meâli: “......ona şâhid olarak...”

(34) “Gaybı ancak Allah bilir.”

(35) Ayet. Enbiyâ: 52. Meali: “Bu tapıp durduğunuz heykeller nedir?”

(36) Arapça kıta. Ma'nâsı: “Bu hayal oyununu, ilm-i hakikatte yüksel­miş kimseler için çok ibretli gördüm.  (Çünkü)  Şahıslar ve cisim­ler gelip geçiyor, çabucak yok oluyor. Halbuki onları hareket etti­ren baki kalıyor.”

(37) Yukarıdaki Arapça kit'anın bozulmuş şeklidir.

(38) “Allah'ın lâ'neti, hepsinin ve sözle dahi olsa onlara meyil göstere­nin üzerine olsun.”

 [1059] (meal)” den alınmıştır.

 

BU SAHADA ÇALIŞACAKLAR İÇİN KÜÇÜK BÎR BAŞLANGIÇ BİBLİYOGRAFYASI

 

1. Listede, müracaat kitapları, umûmî mahiyette olan veya mevzu ile doğrudan ilgili eserler birarada bulunmaktadır (1) :

2. “Hukuk-ı İslâmiyye ve Istilâhât-ı Fskhîyye Kamusu” Ömer Nasuhi Bilmen, 2. baskısı 8 cilt, İstanbul 1967.

3. “Büyük İslâm İlmihâli” Ömer Nasuhi Bilmen, Yeni Baskısı, İstanbul 1969.

4. “Kamûs-ül A'Iâm” Şemseddin Sami, İstanbul 1306, 6 cilt.

5. “Kamûs-i Türkî” Şemseddin Sami, İstanbul 1317, 2 cilt.

6. “Türk Lügati” Hüseyin Kâzım Kadri, İstanbul 1928 (ilk iki cilt eski yazı) ve 1943 (son iki cilt yeni yazı).

7. “Kamûs-i Osmânî” Mehmed Salâhı, İstanbul 1313, 4 cilt.

8. “Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat” Ferit Develioğlu, İstanbul 1962.

9. “Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü” Mehmet Zeki Pakalın, İstanbul 1946, 3 cilt.

10. “İslâm Ansiklopedisi” Maarif Vekâleti tarafından Leyden tab'ı esas tutularak, İstanbul 1940 (hâlen çıkmaktadır).

11. “İlmiye Salnamesi” Meşîhat-i ulyâ mektupçuluğu tarafından, İstan­bul 1334.

12. “Vakfa Dâir Yazılan Eserlerle Vakfiye ve Benzerî Vesikalarda Geçen Istılah ve Tabirler” Ali Himmet Berkî, Ankara 1966.

13. “İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebussu'ud Bibliyografyası” Atsız, İstanbul 1967.

14. Türkiyat ve İslâmiyat Tedkikleri Külliyâtı” İsmail Hami Dânişmend, İstanbul 1956, 3 fasikül.

15. “15. ve 16. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Mâlî Esasları” 1. cilt: Kanunlar. Ömer Lütfi Barkan. İs­tanbul 1943.

16. “Osmanlı İmparatorluğunda Para” Ekrem Kolerkılıç, Ankara 1958.

17. “Türkiye'de Şehirciliğin İnkişâfı” Osman Ergin, İstanbul 1936.

18. “Osmanlı Türklerinde İlim” A. Adnan Adıvar, 2. baskısı, İstanbul 1970

19. “Önceki ve Bugünkü Türk Hukukunda Vakıf Kurma Muamelesi” Hü­seyin Hâtemî, İstanbul 1969.

20. “İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı” Salih Tuğ, İstanbul 1963.

21. “İslâm Hukuku” Sabri Ş. Ansay, Ankara 1946.

22. “İslâm Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüt” Sava Paşa, Çev. Baha Arıkan, Ankara 1955, 2 cilt.

23. “İslâm Husûsî Hukukunun Ana Prensipleri, Kur'anda Hukuk” Şakir Berki, Hayrullah Hâmidî, 2. baskı Ankara 1962.

24. “Kur'an Hükümleri ve Modern Hukuk” Mustafa Reşit Belgesay, İs­tanbul 1963.

25. “İslâm Şerîatinde Kaza (Hâkim ve  Hâkimlik) Tarihi ve İftâ Mües­sesesi” Ali Himmet Berkî, Ankara 1962.

26. “Mürted'e Ait Hükümler” Numan Samerraî, Çev: O. 2. Soyyiğit, A. Tekin; İstanbul, 1970.

27. “İslâm Aile Hukuku” Ömer Faruk, Çev.: Y. Ziya Kavakçı, İstanbul 1969.

28. “Anadolu Medreseleri” Metin Sözen, cilt 1, İstanbul 1970. 

29. “Fatih Mehmet II. Vakfiyeleri” Vakıflar Umum Md., Ankara 1938. 

30. “Fatih Devri Sonlarında istanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ve Nü­fûsu” E. Hakkı Ay verdi, Ankara 1958. 

31. (Vakıflar Umum Md.)  “Süleymaniye Vakfiyesi” K. Edip Kürkgüoğlu, Ankara 1962. 

32. (Vakıf­lar Umum Md.) “Venedik Menbalarına Nazaran Şark Meselesi” M. Silberschmidt, Çev: Köprülüzâde A. Cemal, İstanbul 1930.

33. “Türk Mektupları” Busbeco, Çev.: H. Cahit Yalçın, İstanbul “17. Asırda Samhan'da Eskiyalık ve Halk Hareketleri” M. Çağatay Uluçay, İstanbul 1944.

34. “18. ve 19. Yüzyıllarda Saruhan'da Eşkıyalık ve Halk Hareketleri” M. Çağatay Uluçay, İstanbul 1955.

35. “On Altıncı Asırda Bursa” Hikmet T. Dağlıoğlu, Bursa 1940.

36. “On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı” Ahmet Refik, 2. baskı İstanbul 1935.

37. “Hicri On Üçüncü Asırda İstanbul Hayatı” Ahmet Refik, İstanbul 1956.

38. Ahmet Refik Altınay'ın “Hilmi Kitabevi” tarafından neşredilen on kadar eseri: “Lâle Devri, Hoca Nüfuzu, Ocak Ağaları, Lady Montaque'in Şark Mektupları, v.s...

39. İçlerindeki çeşitli makalelerden istifâde edilmesi gereken mecmualar: Mecmuası”. Tarih Kurumu “Belleten” i. Dil Kurumu “Belleten” i.

40. “Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası.”

41. “Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası.”

42. “Türkiyat Mecmuası.”

43. “Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi”.

44. “Vakıflar Dergisi”.

45. “İktisat Fakültesi Mecmuası”.

46. “İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi”.

47. “Fâtih ve İstanbul” Dergisi.

48. “Tarih Dergisi”.

49. “Tarih Semineri Dergisi”.

50. “Şarkiyat Dergisi”.

51. “Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi”.

52. “Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi”.

53. Eski “Halkevi” lerin çeşitli şehirlerde çıkardıkları mahallî dergiler:

54. Ülkü, Yeni Türk, Taşpınar, Aksu., gibi. [1060]



[1] Peşin kanaate saplanmak” hususundaki endişemize sebep, İsmail Hami Danişmend'in 1956 da “Türkiyat ve İslâmiyat Tetkikleri Külliyatı” seri adı altında çıkardığı üç kitapçık olmuştur. Yazar bunlarda, şeriate aykırı hareketlere dair sorulan Mes’eleleri ele alarak “Türk millî âdetlerinin, İslâm fıkhına karşı çıktığını ve Türklerin, İslâmiyete aykırı da olsa adetlerini muhafaza ettiklerini” isbata çalışmaktaydı.

“Hafife almak” endişemize ise, kitabımızın matbaada olduğu bu sıralarda aldı­ğımız, bir haber sebep oldu. Buna göre, bir yazar “fetva mecmuaları” ndan seçme­ler yapmakta imiş. Bu seçmeleri yaparken, fetvaları alaya almak hedefini güdüyormuş. Olabilir... Basit düşünceli birtakım kimseleri kendi ecdadına güldürerek para kazanmak yeni keşfedilmiş bir şey değildir.

[2] Giriş bölümünün yazılmasında istifâde edilen eserler:”Hukûk-i İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu” Ömer Nasuhi Bilmen, İstanbul  1949.”Büyük İslâm İlmihâli” Ayni yazar, İstanbul.”Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü” Mehmet Zeki Pakalın, İs­tanbul 1946.”İlmiye  Salnamesi” Meşîhat-i ulyâ mektupçuluğu tarafından, Dârülhüâfet Üllyye 1334. “İslâm Ansiklopedisi” İlgili maddeleri.... M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuüd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1972: 23.

[3] Şeyhülislâm Ebussu'ûd Efendi'nin fetvalarını toplayan mecmuaların hep­si yazmadır. Bu fetvalar şimdiye kadar gerek eski gerek yeni yazı ile basılmamıştı. Bazı yazılara örnek olarak alman birkaç fetva, neşir sayılmıyacagına gö­re, Ebussu'ud Efendi fetvalarının ilk neşri bu kitapla olmaktadır... Ayrıca umûmî olarak fetvalar üzerinde ilk etraflı tetkikin de bu çalışma olduğunu zannediyorum.

[4] Sonradan neşr edilen bir bibliyografyada daha fazla nüsha gösterilmiş­tir. Bu esere göre İstanbul kütüphanelerinde, 98 yerde Ebussu'ûd Efendi fetvaların­dan parçalar bulunmaktadır. Biz bu bibliyografyadan da  istifade ederek, sâdece hacimli nüshaların, bu İbahsin sonuna bir listesini ilâve ettik. Listeye almadıklarımız birkaç sayfalık metinlerdir. Daha fazla malûmat için bkz. “İstanbul Kütüphane­lerine Göre Ebussu'ûd   Bibliyografyası Hazırlayan: Atsız. İstanbul 1967, Millî Eğitim Basımevi, 61 sayfa. Ancak bu bibliyografya da eksiktir. Meselâ, bizim esas aldığımız (B) nüshası ve gördüğümüz bazı birkaç sayfalık parçalar bu eserde yoktur. “ ...İşbu efkar-i İbâdullahil Melikül Mennân... Çorlulu Sinan bin Ramazan (Süleymaniye-Hacı Mahmud Ef. 1219 mı. yazma­da: Sinan bin Ramazan el-Cevherî) ...eyyâm-i tahsilde âvâre ve ser-gerdan ve bîkes ü bî-derman, hayret vadilerinde pûyan ve revan iken, Hak subhânehu ve te'âlâ hazretlerinin lûtf-i bî-keran ü ni'am ve kerem-i bî-pâyâmna mazhar düşüp a'lem-ül 'ulemâ-ül mütebahhirîn.,. vâris-i 'ulûm-ül enbiyâi ve-1 mürselîn, keşşaf-ül müşkilât-üd dîniyye..şeyh-i meşâyih-ül İslâm, müfti-1 enam mevlânâ ve üstâdenâ Ebussu'ûd... hizmetlerine yetişip, dânişmendleri olmak sa'âdetiyle müstes'id ... olmağla müddet-i medîd hizmet-i şeriflerinde tahsîl-i ulûm-i nakliye ve teknîl-i fünûn kılmakta...te'lîf ve tasnif buyurdukları tefsîr-i şerifin asıl müsveddelerinden beyaza çıkarılması hizmetini bu­yurduklarında ... itâ'atten gayrı çare olmayıp şurû' olundukta... cenâb-ı cennet-mekân ve firdevs-âşiyân merhum ve mağfûrunleh Sultan Süleyman Han (nevver-allâhu te'âlâ merkade-hu) hazretlerinin asr-ı şeriflerinde hazâne-i âmirelerine İhdâ buyurduklarında bu hakire... südde-i seniye.

[5] M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuüd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1972: 27.

[6] Fetva kitapları buradaki gibi Türkçe de olsa, fasıl başlıkları müşterek ilmî ıstılahlarla ve Arapça yazılmaktadır. Bir fetva mecmuasında bulunan, kısım­ların adlarını ve sırasını belirtmek bakımından bu tertibi (Ali Emirî Efendi, Şer'iye: 80 den alarak) aşağıya çıkardım;

Kitât-üt tehârât, kitâb-üs salât, kitâb-üz zekât, kitâb-üs savm, kitâb-ül hac, kitâb-ün nikâh, kitâb-ür ndâ', kitâb-üt talâk, kitâb-ül itâk, kitâb-ül. İman, kitâb-ül hudûd, kitâb-us sirkat, kitâb-ül cihâd, kitâb-ül lakît, kitâb-ül lukata, kitâb-üs sir­kat, kitâb-ül cihâd, kitâb-ül lakît, kitâb-ül lukata, kitâb-ül âbık, kitâb-ül mefkûd, kitâb-üg şirket, kitâb-ül vakf, kitâb-ül bey, kitâb-üs sarf, kitâb-ül kefalet, kitâb-ül havale, kitâb-üş şehâdet, kitâb-ül vekâlet, kitâb-ud da'vâ, kitâb-ül ikrar, kitâb-üs sulh, kitâb-ül müdârebe, kitâb-ül ariyet, kitâb-ül vedîa, kitâb-ül hibe, kitâb-ül icârât, kitâb-ül mükâteb, kitâb-ül velâ', kitâb-ül ikrah, kitâb-ül hıcr, kitâb-ül me'-zûn, kitâb-ül gasb, kitâb-üş, şuf'a, kitâb-ül maksime, kitâb-ül müzâraa, kitâb-ül mesâkaat, kitâb-üz zebâyîh, kitâb-ül udhiye, kitâb-ül kerâhtyet, kitâbü ihyâ-ül mevât, kitâb-ül eşribe, kitâb-us sayd, kitâb-urrehin, iktâb-ül cinayet, kitâb-üd diyât, kitâb-ül vesâyâ, kitâb-ül hünsâ, kitâb-ül mühimmât-liddîn.

[7] Burada hüzün verici bir hâdiseyi hatırlamamak elden gelmiyor. 1967 İlkbaharında Fatih Yayınevi ile bu (kitabın basılması hususunu görüşüyorduk. Ya­yınevinde eseri gören, Sönmez Neşriyat Şirketinin yetkili bir memuru, ancak ken­dilerinin lâyık olduğu genişlikte basabileceklerini söyleyerek eseri oradan iste­di ve aldı... Vaadlerine göre kitâb, karşılıklı bir sayfası eski yazı metin, diğeri yeni yazı metin, olarak iyi kağıda basılıp ciltli olarak çıkarılacaktı. Ben de “Gi­riş” i genişletip, indeks ve lügat ilâve edecektim. İstedikleri şekilde bir teklif mek­tubu yazarak verdim. Dört beş sayfalık metin de örnek olarak basıldı. Fakat bu iki milyon sermayeli şirket “satış şansı az olduğa için” kitabı basmayı reddetti... Şimdi, yirmi bin lira sermayesi olmayan “Enderun Kitabevi” bastırıyor! Ne diye­lim! “Çelebi! Böyle olur bizde de teşvik dediğin”

[8] B. 245 a

[9] B. 245 a

[10] B. 245 a

[11] B.l0 b

[12] B. 70 b

[13] A. 77 b

[14] B. 69 b

[15] B. 11 a

[16] B. 69 b

[17] B. 69 b

[18] A. 77 b

[19] B. 69 a

[20] B 10 b

[21] B.92a

[22] A. 56 b

[23] A. 56 b

[24] A. 56 b

[25] A 56 b

[26] B 269 b

[27] B. 269 b

[28] B.70 b

[29] B. 70 b

[30] B. 224 b

[31] A. 99 a

[32] B. 210 a

[33] B. 40 b

[34] A. 49 a

[35] A. 49 a

[36] B. 64 a

[37] A. 15 b

[38] A. 51 a

[39] B. 39 a

[40] B. 77 a

[41] B. 228 b

[42] A. 51 a

[43] A. 15k b

[44] A. 42 b

[45] A. 42 b

[46] A. 42 b

[47] A. 42 b

[48] B. 35 b

[49] A. 43 a

[50] A. 43 a

[51] A. 4 ka

[52] A. 44 a

[53] B. 40 b

[54] A. 45 b

[55] A. 54 b

[56] A. 47 a

[57] B 61 a

[58] B. 61 a

[59] B. 66 a

[60] A. 55 b

[61] B. 43 b

[62] A. 55 b

[63] A. 55 a

[64] A. 55 a

[65] A. 55 a

[66] A. 51 a

[67] A. 49 b

[68] A. 50 b

[69] A. 49 a

[70] A. 49 b

[71] A. 50 a

[72] A. 50 b

[73] B. 224 a

[74] B. 66 a

[75] B. 65 b

[76] B. 66 a

[77] B. 207 b

[78] B. 64 b

[79] B. 64 b

[80] A. 51 b

[81] A. 152 b

[82] A. 50 b

[83] A. 61 b

[84] A.66 b

[85] B. 74 b

[86] A. 58 a

[87] A. 58 a

[88] A. 11 b

[89] A. 11 a

[90] A. 65 a

[91] A, 65 a

[92] A. 53 a

[93] A. 53 a

[94] B. 244 b

[95] A. 61 a

[96] A. 62 b

[97] B. 38 a

[98] A. 58 a

[99] A. 51 a

[100] A. 51 a

[101] A. 60 a

[102] A. 60 a

[103] A. 60 a

[104] B. 313 b

[105] B. 75 b

[106] B. 75 a

[107] B. 75 b

[108] B. 76 a

[109] B. 75 a

[110] B.75b

[111] B. 75 b

[112] B.75b

[113] B. 75 b

[114] B. 75 b

[115] B. 87 a

[116] B. 67 b

[117] A 75 a

[118] A.74 b

[119] B. 68 a

[120] B. 68 a

[121] B. 12 a

[122] B.71 b

[123] A. 77 b

[124] B. 72 b

[125] B. 72 b

[126] A. 55 a

[127] B. 72 a

[128] B. 43 a

[129] B. 44 b

[130] B. 78 a

[131] B. 78 b

[132] B. 78 b

[133] A. 57 b

[134] B. 88 b

[135] B. 88 b

[136] A. 57 b

[137] A. 10 b

[138] A. 65 b

[139] A. 12 b

[140] A. 57 a

[141] A. 59 a

[142] A. 72 a

[143] B 50 a

[144] B. 88 b

[145] A. 59 b

[146] A. 59 a

[147] B. 9h b

[148] B. 48 b

[149] B. 48 b

[150] B. 48 b

[151] B. 76 a

[152] A. 59 b

[153] A. 58 b

[154] B. 49 a

[155] A. 59 a

[156] A. 53 b

[157] A. 51 b

[158] A. 46 b

[159] A. 47 a

[160] A. 6 b

[161] B. 38 b

[162] A. 46 b

[163] B. 38 b

[164] B. 87 b

[165] B. 87 b

[166] A. 68 a

[167] A. 68 b

[168] A. 68 b

[169] B. 90 a

[170] B. 57 a

[171] B. 56 b

[172] B. 57 b

[173] A. 47 b

[174] A. 48 a

[175] A. 158 a

[176] B. 197 b

[177] A. 158 a

[178] B. 197 a

[179] B. 197 a

[180] B. 38 b

[181] B. 39 b

[182] A. 195 b

[183] B. 181 b

[184] B. 183 b

[185] B. 34 a

[186] B.38 b

[187] B. 38 a

[188] A. 31 a

[189] B. 70 b

[190] A. 51 a

[191] B. 90 a

[192] B. 90 a

[193] A. 87 a

[194] B. 285 b

[195] A. 89 b

[196] A. 85 b

[197] B. 319 b

[198] A. 48 b

[199] A. 48 b

[200] B. 89 a

[201] B. 292 a

[202] B. 269 b

[203] A. 175 b

[204] B. 229 a

[205] A. 26 a

[206] A. 29 a

[207] B. 24 b

[208] A. 146 b

[209] B. 186 a

[210] A. 12 b

[211] B. 89 a

[212] B. 25 a

[213] A 26 b

[214] A. 27 a

[215] A.24 b

[216] A. 25 a

[217] A. 21 a

[218] A. 21 b

[219] A. 29 a

[220] A. 6 a

[221] A. 24 b

[222] A. 12 b

[223] A. 33 a

[224] A. 14 b

[225] A. 14 b

[226] A. 30 a

[227] A. 35. b

[228] A. 35 b

[229] A. 34 b

[230] B. 31 a

[231] B. 31 a

[232] A.40 a

[233] B. 29 a

[234] B. 28 b

[235] B. 29 b

[236] A.40 b

[237] A. 40 b

[238] A. 37 a

[239] A. 31 b

[240] A. 31 a

[241] A. 31 a

[242] B. 28 a

[243] A. 37 a

[244] B. 34. a

[245] A. 41 a

[246] A. 42 a

[247] A. 41 b

[248] B. 33 b

[249] B. 34 a

[250] A. 85 a

[251] B. 267 b

[252] B. 268 a

[253] B. 267 b

[254] B. 268 a

[255] B. 268 b

[256] B. 87 a

[257] B. 87 a

[258] B. 87 a

[259] B. 87 b

[260] B. 87 b

[261] B. 87 b

[262] B. 87 b

[263] B. 85 a

[264] B. 85 a

[265] A. 24 a

[266] A. 22 a

[267] A.21 b

[268] A. 21 b

[269] A. 31 a

[270] A. 34 a

[271] B. 24 b

[272] A. 27 b

[273] A. 27 b

[274] A. 30 b

[275] A. 31 b

[276] A. 26 a

[277] A. 24 b

[278] A. 30 b

[279] A. 23 b

[280] A. 14 a

[281] A. 14 a

[282] A. 30 a

[283] B. 8 b

[284] A. 31. b

[285] A. 14 a

[286] A 31 b

[287] A. 30 b

[288] A.21fa

[289] A.14 a

[290] A. 14 a

[291] A. 22 a

[292] A. 22 a

[293] A. 23 b

[294] A. 23 b

[295] A. 22 a

[296] A. 21 b

[297] A. 88 a

[298] A. 24 b

[299] B. 20 a

[300] B. 311 b

[301] A. 21 a

[302] A.10 b

[303] A. 10 b

[304] A. 10 a

[305] A 31 a

[306] A. 9 b

[307] A. 11 a

[308] A. 26 b

[309] A. 15 b

[310] A. 15 a

[311] A. 22 b

[312] A. 22 a

[313] A. 29 a

[314] A. 31 b

[315] A. 10 b

[316] A.10 b

[317] A. 20 a

[318] A. 19 b

[319] A. 19 b

[320] A. 20 a

[321] A. 18 a

[322] A. 18 b

[323] A. 18 b

[324] A. 18 b

[325] B.l08 a

[326] B. 108 a

[327] A. 105 a

[328] B. 143 b

[329] B.127b

[330] A. 111b

[331] A. 120 b

[332] B. 150 a

[333] B. 141 a

[334] B. 120 b

[335] A. 112b

[336] B.121 b

[337] A. 111 a

[338] A. 113 b

[339] B. 133 a

[340] A. 115 b

[341] A, 112 b

[342] A. 112 b

[343] B. 238 a

[344] B. 238 a

[345] A. 116 b

[346] A. 115 a

[347] B. 131 a

[348] A. 120 a

[349] A. 114 a

[350] A. 118 a

[351] B, 132 b

[352] B. 142 b

[353] B.143 b

[354] A. 119 a

[355] A. 118 a

[356] A. 118 a

[357] A.114 b

[358] B. 26 a

[359] B. 26 a

[360] B, 27 a

[361] B. 259 a

[362] B. 91 a

[363] A. 85 a

[364] B. 91 b

[365] B. 318 b

[366] B. 314 b

[367] B. 322 b

[368] A. 253 a

[369] B. 322 b

[370] B. 322 b

[371] B. 322 b

[372] B.322 b

[373] A. 74 a

[374] A. 274 b

[375] B. 323 a

[376] B. 323 a

[377] B. 324 b

[378] B. 324 b

[379] B. 324 a

[380] A. 270 b

[381] A. 276 b

[382] A. 31 a

[383] B, 32k b

[384] A. 255 a

[385] B. 269 b

[386] A. 17 b

[387] A. 17 b

[388] B. 27 k b

[389] B.313 b

[390] B. 87 a

[391] B. 313 a

[392] B.313 a

[393] A. 247 a

[394] B. 313 a

[395] B. 313 b

[396] B. 190 b

[397] B. 77 b

[398] A. 47 a

[399] A. 94 a

[400] B. 313 b

[401] B. 312 b

[402] B. 313 a

[403] B. 23 a

[404] B. 268 a

[405] B. 268 a

[406] B. 268 b

[407] B. 268 a

[408] B. 261 b

[409] B. 268 a

[410] B. 268 a

[411] B. 319 b

[412] A. 161 a

[413] B. 23 b

[414] A. 87 b

[415] B. 319 a

[416] B. 819 a

[417] A. 89 b

[418] B. 271 b

[419] A. 156 b

[420] B. 129 b

[421] A. 176 b

[422] B, 271 a

[423] B. 217 b

[424] B. 87 a

[425] B. 78 a

[426] B. 271 a

[427] A, 87 a

[428] B. 77 b

[429] B.78 a

[430] B. 308 b

[431] B. 104 a

[432] B. 285 a

[433] B. 104 b

[434] B. 284 b

[435] B. 285 a

[436] B. 285 a

[437] B. 17 b

[438] B. 108 a

[439] B. 106 a

[440] B. 278 a

[441] A. 86 b

[442] B. 274 b

[443] A. 97 b

[444] B. 177 a

[445] B. 109 a

[446] A. 95 a

[447] A. 95 a

[448] B. 104 b

[449] A. 95 b

[450] B. 104 b

[451] A. 156 b

[452] A. 156 b

[453] A. 156 b

[454] B. 191 a

[455] B.194.b

[456] A. 156 b

[457] B. 190 b

[458] A. 156 b

[459] B. 178 a

[460] B. 77 b

[461] A. 63 a

[462] B. 44 a

[463] B. 12 b

[464] A. 191 b

[465] A. 191 b

[466] B.251a

[467] B. 103 a

[468] B. 103 a

[469] B. 101 a

[470] B. 100 b

[471] B. 101 a

[472] B. 100 b

[473] B. 319 b

[474] B. 92 a

[475] B. 319 b

[476] B. 314 a

[477] B. 91 a

[478] B. 101 b

[479] B. 90 a

[480] B. 89 b

[481] B. 94 a

[482] B. 104 a

[483] B. 104 a

[484] B. 109 a

[485] B. 109 a

[486] A. 110 a

[487] B. 126 b

[488] A. 95 b

[489] A. 96 a

[490] A. 98 a

[491] B. 100 a

[492] A. 97 a

[493] A. 97 a

[494] A. 96 b

[495] B. 105 b

[496] B. 105 b

[497] B. 105 b

[498] B. 105 b

[499] B. 105 b

[500] A. 97 a

[501] A. 97 a

[502] A. 97 b

[503] B. 108 a

[504] B. 106 a

[505] B. 129 a

[506] B. 320 a

[507] B. 100 b

[508] B. 312 b

[509] A. 25 a

[510] A. 25 b

[511] A. 52 b

[512] A. 92 b

[513] B. 100 a

[514] A, 255 b

[515] A. 255 b

[516] A. 256 a

[517] A.256a

[518] B. l04 a

[519] B.102 a

[520] A. 93 b

[521] A. 94 a

[522] B. 302 b

[523] B. 318 b

[524] B. 318 b

[525] B. 90 b

[526] B. 310 a

[527] B. 310 a

[528] A. 88 a

[529] A. 11 b

[530] B. 181 a

[531] B. 319 b

[532] B. 89 a

[533] B. 320 a

[534] A. 262 b

[535] B. 321 b

[536] B. 268 a

[537] B. 319 b

[538] B. 319 b

[539] B. 24 a

[540] B. 93b

[541] B. 311 b

[542] B. 319 a

[543] B. 23 b

[544] B. 311 a

[545] B. 93 b

[546] B. 92 a

[547] A. 86 b

[548] A. 86 b

[549] A. 259 b

[550] B. 319 b

[551] A. 89 a

[552] A. 89 a

[553] A. 89 a

[554] A. 89 a

[555] B. 88 a

[556] B. 310 b

[557] B. 86 b

[558] A. 65 a

[559] B. 86 a

[560] B. 87 a

[561] B. 86 a

[562] B. 310 b

[563] B. 310 b

[564] B. 317 b

[565] A. 23 b

[566] B. 270 b

[567] B. 269 a

[568] B. 269 b

[569] B. 212b

[570] A. 260 a

[571] B. 221 b

[572] B. 169 b

[573] B. 211 b

[574] B. 313 b

[575] A. 92 b

[576] B. 270 a

[577] B. 270 a

[578] B. 293 a

[579] B. 294 b

[580] A. 37 b

[581] B. 19 b

[582] B. 90 a

[583] B. 91b

[584] B. 91b

[585] B. 232 a

[586] B. 84 b

[587] A. 48 b

[588] A. 48 b

[589] A. 48 b

[590] B. 90 a

[591] B. 82 a

[592] B. 90 a

[593] A. 43 a

[594] B. 246 a

[595] A. 42 b

[596] A. 45 a

[597] A. 42 b

[598] A. 44 a

[599] A. 49 b

[600] A. 43 d

[601] A. 44 a

[602] B. 48 b

[603] A. 49 b

[604] B. 11 b

[605] A. 42 b

[606] A. 44 b

[607] A, 47 a

[608] A. 83 a

[609] B. 83 b

[610] B. 83 a

[611] B. 233 a

[612] A. 83 a

[613] A. 83 a

[614] B. 241 b

[615] B. 239 b

[616] B. 240 a

[617] B. 240 b

[618] A. 183 b

[619] B. 239 b

[620] B. 240 a

[621] A. 183 a

[622] B. 82 a

[623] A. 81 a

[624] B. 83 b

[625] A. 82 b

[626] B. 79 a

[627] B. 80 b

[628] B.81 a

[629] B. 82 a

[630] B. 82 a

[631] B.80 a

[632] B. 82 b

[633] B. 241 b

[634] B. 111 b

[635] A. 82 b

[636] A. 100 a

[637] A. 101 a

[638] A. 80 a

[639] B. 228 a

[640] A. 178 a

[641] A. 52 a

[642] A. 111 a

[643] A. 121 a

[644] B. 335 a

[645] B. 335 a

[646] A. 100 a

[647] B. 112 a

[648] B. 113 b

[649] B. 164 b

[650] B. 111 a

[651] A. 100 a

[652] B. 111 a

[653] A. 99 b

[654] A. 94 a

[655] A. 102 a

[656] B. 111 a

[657] B. 84 b

[658] A. 94 a

[659] A. 94 b

[660] A. 81 b

[661] B. 230 b

[662] B.233 b

[663] B. 177 a

[664] A. 192 b

[665] B. 113 b

[666] A.142 b

[667] B. 180 a

[668] B. 180 b

[669] B. 180 b

[670] B. 194 a

[671] A. 151 b

[672] B. 180 b

[673] B. 180 a

[674] B. 180 a

[675] B. 179 b

[676] B.246 a

[677] B. 190 a

[678] B. 320 b

[679] A. 155 a

[680] B. 184 a.

[681] A. 157 a

[682] B. 186 b

[683] B. 188 a

[684] B. 72 b

[685] B. 72 b

[686] B. 186 a

[687] B. 186 a

[688] B. 186 a

[689] B. 187 b

[690] A. 149 b

[691] A.149 b

[692] A. 149 b

[693] A. 149 a

[694] B. 200 a

[695] A 84 a

[696] A. 84 a

[697] A. 83 b

[698] A. 83 b

[699] A. 83 b

[700] A. 73 b

[701] A. 73 b

[702] B. 85 a

[703] B. 97 b

[704] B.24.a

[705] B. 244 a

[706] A. 73 a

[707] B. 98 a

[708] B. 98 b

[709] B. 98 a

[710] A.103 a

[711] A. 102 b

[712] B. 114 a

[713] A. 102 b

[714] B. 182 b

[715] A. 152 a

[716] A. 152 b

[717] B. 95 b

[718] A. 85 a

[719] B. 90 b

[720] A. 87 b

[721] A. 153 a

[722] B, 236 a

[723] A. 155 b

[724] A. 217 b

[725] A. 20 a

[726] A, 85 a

[727] A. 85 a

[728] A. 86 a

[729] B. 168 b

[730] B. 168 b

[731] B. 169 a

[732] A. 137 a

[733] B. 274 a

[734] B. 168 b

[735] B. 169 a

[736] B. 238 a

[737] A. 212 a

[738] B. 274 b

[739] B. 279 b

[740] B. 279 b

[741] B. 279 a

[742] B. 279 b

[743] B. 274 b

[744] B, 274 a

[745] B. 219 a

[746] B. 93 b

[747] A, 86 b

[748] A. 86 b

[749] B. 277 b

[750] B. 211 a

[751] B. 211 a

[752] B. 277 a

[753] B. 276 b

[754] B. 217 b

[755] B. 86 a

[756] A. 84 a

[757] B. 86 a

[758] B. 86 a

[759] B. 276 b

[760] B. 216 b

[761] B. 276 b

[762] B. 276 b

[763] B. 276 b

[764] B. 276 b

[765] A. 210 b

[766] B. 277 b

[767] A. 211 b

[768] B. 278 b

[769] B. 278 b

[770] B. 97 a

[771] B. 221 b

[772] B. 92 a

[773] B. 235 a

[774] B. 98 b

[775] B. 98 b

[776] B. 96 a

[777] B. 98 a

[778] B. 96 b

[779] B. 96 a

[780] B, 98 b

[781] B. 99 a

[782] B. 99 a

[783] B. 96 a

[784] A. 90 a

[785] A. 90 a

[786] A. 90 a

[787] A. 221 b

[788] B. 294 b

[789] A. 235 a

[790] B, 293 b

[791] A. 235 b

[792] A. 235 b

[793] A. 236 a

[794] A. 236 a

[795] A. 236 d

[796] A. 236 a

[797] A. 235 a

[798] A. 235 a

[799] A. 235 a

[800] B. 93 b

[801] A. 232 a

[802] B. 299 b

[803] B. 299 a

[804] B. 292 a

[805] A. 223 b

[806] A. 224 a

[807] B. 298 a

[808] B. 298 a

[809] B. 292 b

[810] B. 288 b

[811] B, 289 b

[812] B. 290 a

[813] B. 298 a

[814] B. 289 a

[815] A. 230 a

[816] A. 220 a

[817] B. 212 b

[818] B. 211b

[819] B 213 b

[820] B. 213 a

[821] B. 213 b

[822] B 211 b

[823] A. 85 b

[824] B. 90 a

[825] B. 89 a

[826] B. 294 a

[827] A. 221 a

[828] A. 220 b

[829] A. 59 a

[830] A. 227 a

[831] A. 157 b

[832] B. 89 b

[833] B. 68 b

[834] B. 89 b

[835] B. 89 b

[836] A. 85 b

[837] A. 85 b

[838] B. 93 a

[839] A. 124 a

[840] A. 131 b

[841] A. 134 b

[842] A.134 b

[843] B.171 a

[844] B. 237 a

[845] B. 167 b

[846] B. 159 a

[847] B. 167 b

[848] B. 213 b

[849] B, 215 b

[850] B. 214 a

[851] A. 170 b

[852] B. 235 b

[853] B. 235 a

[854] B. 235 a

[855] B.248 b

[856] B. 249 a

[857] B. 248 a

[858] B. 248 a

[859] B. 3 a

[860] B. 271 a

[861] B. 119 a

[862] B. 169 a

[863] B. 230 b

[864] A. 106 b

[865] A. 106 b

[866] B. 305 a

[867] B. 210 b

[868] B. 231 b

[869] B. 231 a

[870] B. 230 b

[871] B, 210 b

[872] B. 210 b

[873] A. 111 a

[874] B. 144 b

[875] B. 253 a

[876] B. 261 a

[877] B. 262 b

[878] B. 254 b

[879] B. 275 b

[880] B. 254 a

[881] B. 254 a

[882] B. 254 a

[883] B. 202 b

[884] B. 256 a

[885] B. 256 b

[886] B. 262 b

[887] B. 262 b

[888] B. 256. b

[889] B. 256 a

[890] B. 254 a

[891] A. 110 b

[892] B. 257 b

[893] B. 256 b

[894] B. 256 b

[895] B. 253 b

[896] B. 254 b

[897] B. 263 a

[898] B. 153 a

[899] B. 28 a

[900] B.  144 b

[901] B. 31 a

[902] B. 31 a

[903] A. 36 a

[904] A. 36 b

[905] A. 36 b

[906] A. 34 a

[907] A. 36 b

[908] B. 23 a

[909] A. 33 b

[910] A. 32 b

[911] A. 34 b

[912] A. 34 b

[913] A. 34 b

[914] A. 34 b

[915] A. 34 a

[916] A. 34 a

[917] A. 34 b

[918] A. 35 b

[919] A. 34 b

[920] A. 33 a

[921] A. 33 b

[922] A. 255 b

[923] B. 268 b

[924] B. 271 b

[925] B. 309 b

[926] B. 320 b

[927] B. 314 b

[928] B. 314 b

[929] B. 320 a

[930] B. 23 b

[931] A.14. a

[932] B. 270 a

[933] B. 234. a

[934] B. 332 b

[935] B. 197 b

[936] B. 39 b

[937] B. 284 a

[938] B. 271 b

[939] B. 87 a

[940] B. 181 a

[941] B. 29 a

[942] B.110 a

[943] A. 99 a

[944] A. 99 a

[945] A. 99 b

[946] B. 17 b

[947] B. 270 b

[948] B. 88 a

[949] B. 314 b

[950] A. 26 a

[951] B. 59 b

[952] A. 45 b

[953] A. 45 b

[954] B. 25 a

[955] A, 24 b

[956] B. 91 a

[957] A. 87 a

[958] B. 316 a

[959] A. 243 b

[960] A. 53 b

[961] A. 200 a

[962] A. 9 a

[963] B. 20 a

[964] A. 197 b

[965] B. 271 b

[966] B. 301 a

[967] B. 21 b

[968] B. 7 a

[969] B. 316 a

[970] B. 81 a

[971] B. 316 a

[972] B. 320 b

[973] B.88 b

[974] B. 25 a

[975] B 25 a

[976] B. 25 a

[977] B. 25 a

[978] B. 269 b

[979] B.269 a

[980] B. 269 a

[981] B, 269 a

[982] B. 269 a

[983] B 269 a

[984] B. 186 a

[985] B. 269 a

[986] B. 269 a

[987] B.272b

[988] B. 272 b.

[989] B. 272 b

[990] B. 272 b

[991] B. 273 a

[992] B. 273 a

[993] B. 273 a

[994] B. 273 b

[995] B. 25 a

[996] A.199 a

[997] A 8a

[998] A. 8b

[999] A. 8 a

[1000] A 8 a

[1001] A. 8 a

[1002] A. 9 a

[1003] B. 267 b

[1004] B. 281 a

[1005] B. 280 b

[1006] B. 274 a

[1007] B. 274 a

[1008] B. 274 a

[1009] B. 280 a

[1010] B. 277 b

[1011] A. 199 b

[1012] A. 213 b

[1013] B. 280 b

[1014] B. 280 b

[1015] B. 280 b

[1016] A. 259 a - B. 319 a

[1017] B. 319 a

[1018] B. 319 a

[1019] A. 265 a

[1020] A. 265 a

[1021] A. 267 a

[1022] B. 317 a

[1023] B. 317 a

[1024] B. 317 a

[1025] A. 265 b

[1026] A. 265 b

[1027] A. 265 b

[1028] A. 266 a

[1029] A. 266 a

[1030] A. 266 a

[1031] A. 266 b

[1032] B. 322 a

[1033] B. 95 a

[1034] A. 86 a

[1035] A. 36 a

[1036] A. 36 a

[1037] B. 271 b

[1038] B. 272 a

[1039] B. 309 b

[1040] B. 309 b

[1041] B. 274 b

[1042] A. 30 b

[1043] A. 30 b

[1044] A. 177 a

[1045] A. 5 b

[1046] A. 88 b

[1047] A. 88 b

[1048] A. 88 b

[1049] A. 24 a

[1050] B. 270 b

[1051] A. 87 b

[1052] B. 270 b

[1053] A. 88 a

[1054] A. 89 a

[1055] A. 88 b

[1056] B. 286 a

[1057] B. 270 b

[1058] B. 181 a

[1059] Arap ve Fars dillerine vukufum pekaz olduğundan, yukarıdaki tercümeler, aziz dostlarım Vefa Çamdibi ve İsmâil Erünsal beylerin himmetleri ile meydan bulmuştur. Kendilerine teşekkür ederim.

Âyet mealleri, Diyanet İşleri Başkanlığının 1961 yılında yayınladığı üç ciltlik Kur'an-ı Kerîm ve Türkçe Anlamı  

[1060] Bu listenin tam olmak şöyle dursun, ilmi bir araştırma için pek heveskâr işi olduğunu biliyorum. Fakat, mükemmel bir bibliyografya derlemek de benim işim degildi. Onun için, hiç olmamaktansa, benim gibi mübtedilere yardım etmele -arzusuyla bunu tertip ettim. Esasen kendimde mevcut eserlerin bir listesi gibidir.